Eğitim

Türk Öğütüm Sistemi

Her zaman, insanların Dünya’yı çekilmez hale getirdiğinden dem vururlar. Oysa insanları bu hale getiren şey kimsenin aklına gelmez. Eğer insan, koca bir Dünya’yı yaşanmaz kılacak kudrete sahipse aksi yönde kudrete de sahiptir.eğitim_sistemimiz

Yıkım ve inşa ayrımında, insanı iyiye ve güzele değil de kötü ile çirkine iten nedir; o, kalıtsal bir bozukluk olabilir mi? Nesilden nesle aktarılan bir çarpıklık, belki de bilinçsizce yapılan kötülük… Eğitim, türlü bilimlerin hıfz ettirilip, beynin onlarla istila edilmesi midir, yoksa bir bardak suya kanar gibi yavaş ve dingince bilginin tüm hücrelere emdirilmesi mi?

Eğitim, önce ruhsal ve bedensel bütünlük, sonra da bu bütünlüğün evrensel uyum sürecidir. Ülkemizde ise eğitim, yukarıda bahsettiğimiz uyumun her bireyde ömür boyu mahkûm edildiği bozgunun biricik sorumlusudur. Bu nedenle ona eğitim değil de öğütüm sistemi demek daha yerinde olacaktır. Çünkü bireylerin yaşamdan faydalanma ve yaşama fayda sunma potansiyeli bu sistemle öğütülerek yok edilmektedir.

Köksüzlüğün Kökeni

İnsanlığı telkin etmeyen hiçbir süreç, eğitimle bağdaşmaz. Çocuklara, önce insanca yaşamayı öğretmeli. Ancak ondan da önce bu sistemi kuracak siyasal irade ve bunun önemini kavramış toplumsal bilinç gerekir. Bu ikisinden de yoksun olan ülkemizde, adına eğitim denen şey aslında bir çeşit cehalet fabrikasından başka ne olabilir? O fabrikada her bilime vakıf, fakat insanlığa yabancı bireyler yetiştirilir. Bu bireylerin ben merkezli yaşam döngülerinden toplumsal fayda türetilmesini beklemek oldukça komik değil mi?

Doktor hayat kurtarmayı, öğretmen öğretmeyi, mühendis üretmeyi sevmez ve ancak bunların getirisini önemser ise bir köksüzlük peyda olur. Oysa insanın kökeni insanlık ve insani değerlerdir. Bu değerlere sahip olmayan insan, uçsuz bir uçurumda ip üzerinde yürüyen bir cambaz gibidir. Tutunduğu tüm değerler, üzerinde yürüdüğü ipten ibarettir ve bu haliyle sadece gülünç duruma düşer.

Bu örneklerden yola çıkarak şunu açıkça söyleyebiliriz ki eğer insan, koca bir Dünya’yı yaşanmaz kılacak kudrete sahipse; aksi yönde kudrete de sahiptir. Bu yüzden, yaşadığı dünyaya yabancı bir çocuktan, kendini ve dünyayı tanıyan; insanlığın fayda ve çıkarlarını gözeten bir insan yetiştirmek elzemdir. İşte bu amaca hizmet etmeyen bir eğitim sistemi, yalnızca yıkıma ve adaletsizliğe hizmet eder.

Niteliksiz Nitelik Sistemi

Üst paragrafların nitelik için başlangıçta insanlığın önemini yeterince vurguladığını varsayarsak, ikinci sorunumuz, nitelik olgusunun içini doldurmak olur. Bunun Türkiye karşılığı, eğer ders kitaplarının müfredatıysa, öncelikle ne kadar büyük bir sorunla ve hayal kırıklığıyla karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz gerekir.

Gelişmiş devletler, okulların gerekliliğini tartışıyorken, bizim hala müfredatta düğümlenmiş olmamız üzücü. Sistemin, söküğünü tutmaktan imtina ettiği cehalet fabrikalarında çocuklara ve gençlere aşılanan şeyin ezberden başka bir şey olmayışı ne acı!.. Ezberle başlayıp biten bir eğitim süreci ve ezberin bitip tükenmediği bir yaşam biçimi, eminim bu portreyi hayal etmek hiç de zor değildir.

Eskiden hayat bilgisi dersi vardı. Birileri koca hayatı bir kitabın içine sığdırmaya çalışmış, sığdırmıştı da ancak o zırvalıkların hayatla bir ilgisi yoktu. Belki de ilköğretimin ilk beş yılı sadece toplumsal yaşam ve insani değerlere ayrılmalıdır. Yani gerçek hayata ve gerçek bilgilere… Sonraki yıllarda, bir bireyin bilmesi gereken nispette tüm dersler öğretilmelidir, bundan daha fazla değil! Örneğin, her çocuğa yeterli düzeyde coğrafya eğitimi verilmeli, ancak kariyerini bu alanda inşa etmek isteyenler üniversitelerde bu anlamda üst düzey eğitim almalılardır. İlkokuldan başlayıp, üniversiteye uzanan 1.2.3…15 şeklinde numaralanmış ders kitaplarının insanlara dertten başka bir getirisi yok. Sistemin en trajikomik yönüyse, saçma bir sınav kurgulayarak, en iyi ezberleyenleri üniversitelere, kamu kurumlarına yerleştirmesidir. Bu tabloyu gözde canlandırmak zor olmasa gerek: Ezberci birey, ezberci toplum, ezberci devlet. Uzmanlaşmadan, dolayısıyla çağdan geri kalmış bir medeniyet.

İyi bilinmelidir ki başarının zekâ ile uzaktan yakından bir alakası yok. Çünkü başarı, bilginin çocuğudur. Çiftçilik ilmini bilmeyen bir çiftçinin ektiği tohum yeşermez. Öyleyse bizim en büyük sorunumuz bilgiye ulaşmaktır. İçinde bulunduğumuz bilgi çağı’ ise bilginin metalaştığı ve para karşılığında alınıp, satıldığı bir çağdır. Dolayısıyla her kapıyı açan o nesneye sahip olanlar bilgiye de sahip olurlar. Pahalı kolej eğitimleriyle başlayıp, özel üniversitelere ve yurt dışındaki okullara uzanan parlak gelecek yolu da ancak para ile aşılır. Öyle olmuyor mu? Bu noktada toplumsal sözleşmenin ve sosyal devletin önemi gözler önüne serilir. Birçok alanda varlığını sürdüren devlet, toplumsal sözleşmenin zoraki yüklerinden biri olan eğitimi üstlenme rolünü de yerine getiriyor, çarpıklığa kaynak olan da bu.

Milyonlarca insana, niteliksizlik damgası vurularak bu ülkede doğmanın bedeli ödetiliyor. Oysa niteliksizlik, bireylerde değil sistemdedir. Günümüz Türk öğütüm sistemiyle, maaş arsızı bir öğretmen ya da insanlık yoksunu bir doktor, bencil bürokrat, tecavüzcü, katil, cahil ve atomu parçalayacak potansiyeli varken, çaresizliğe mahkûm edilmiş milyonlarca beyin türetilebilir. Zaten medya organlarında görüp, okuduğunuz karakterler ya da karaktersizler de bu sayılanlardan farklı şeyler değil, öyle değil mi?

Bu ülkenin insanına yapılan en büyük kötülük: Eğitimde var edilen eşitsizliktir ve asıl sorun da budur. Çünkü gerisi bir şekilde çözülebilirdi.
Bahattin Yavuz – indigodergisi.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu