Türkiye nasıl oluyor da her türlü bireysel özgürlüğü askıya alabilen, toplumu açıkça kendi tasavvuruna göre şekillendirmeye çalışan bir lidere teslim oluyor. 90 yıl TC’nin baskılarıyla sindirilen muhafazakarların Erdoğan’ı desteklemeye devam etmesi sadece çoğunluğun intikam hissiyle mi açıklanabilir.
Devletten çok çekmiş muhafazakarlar yine devletten gelen sivil mühendisliğe karşı homurdanıyorlar elbette, muhtemelen de değişim onlardan gelecek.
Yine de toplumun her kesiminde “şekillenmeye” açık bir yapı olduğundan hiç bahsedilmiyor. Cumhuriyetin başında elindeki toprakları kaybetmenin travması ve sonrasında Sevr ile ortaya çıkan korku, resmi tarihle, eğitimle zihinlere kuşaklar boyu işlendi. İttihatçı, milliyetçi bir kafa inşa edildi. Şimdi de dini bir tasavvurla aynı devlet toplumun tepesine biniyor. Her iki yaklaşım da popülerliğini koruyor bir yandan da.
Sanki sorun daha derinlerde. Sorun, Türkiye’nin laikiyle muhafazakarıyla “ezik”, “ötekileştirici”, hala “dış düşman tehdidi”yle yaşayan, “içe kapanmacı”, “şüpheci” bir kültürel iklimin, psikolojinin tesiri altında yaşamaya devam etmesinde mi acaba. Her şey komplo, her şey Türkiye’nin aleyhine… İşte Başbakan bu psikoloji üzerine iktidarını inşa ediyor.
TÜRKİYE KİMSEYİ SEVMİYOR
Bilgi Üniversitesi’nden Emre Erdoğan’ın PEW Global ve diğer kaynaklardan derlediği verilere göre Türkiye genellikle diğer ülkelere hiç olumlu bakmıyor. En olumlu baktığımız Pakistan bile yüzde 35’i aşamıyor. İkinci sırayı yüzde 30 ile İran alıyor. ABD hakkında pozitif düşünenler ise sadece yüzde 19. ABD’ye olumsuz bakışta Türkiye, Mısır, Pakistan ve Ürdün ile küresel sıralamanın sonundaki grupta yer alıyor. Araştırmanın yapıldığı ülkelerde, ABD, Rusya, Çin, İran ve AB’ye karşı tavrın ölçülmesinde de Türkiye bu beşliye karşı en olumsuz bakan ülkelerin başında geliyor. Türkiye’de görüşülen kişiler sayılan beş ülkeden ortalama 3.1’i hakkkında olumsuz yargı belirtmiş.
Uluslararası araştırmalardan bir diğeri olan ve 20’den fazla ülkede yapılan BBC GlobeScan’ında verileri de PEW’in verilerini doğruluyor. Türkiye diğer uluslara karşı belirgin derecede negatif, şüpheci bir tavırla diğer ülkelerden farklılaşıyor. 2007’den beri düzenli olarak yapılan bu araştırmanın son ayağında Türkiye’nin 17 ülke hakkındaki pozitif algı puanı 3.5. Diğer ülkelerin pozitif algı ortalaması ise 10.3. Yani diğer ülkelere, küresel ortalamanın nerdeyse 3 misli daha olumsuz bakıyoruz.
Türkiye’de öteden beri güçlü bir ABD ve İsrail karşıtlığının varlığı bilinir. Ama farklı kaynaklardan yapılan küresel araştırmalar, negatif algının bu iki ülke ile sınırlı olmadığını, diğer ülkeler hakkında da dünya ortalamasının çok üzerinde olumsuz bir tutuma sahip olduğumuzu ortaya çıkıyor.
ULUSLARARASI HUKUKA SAYGIMIZ YOK
Bir başka küresel araştırma olan PIPA-WPON tarafında yürütülen bir araştırmada da “hükümetlerin her koşulda uluslararası hukuka uyması mı, yoksa ülkenin çıkarına olmadığı durumlarda uluslararası hukuk kurallarını yok sayması mı gerektiği” sorulmuş. Araştırmaya katılan 24 ülkenin ortalaması 21 puan çıkmış. Bir başka deyişle ülkeler ağırlıklı olarak uluslararası hukuka saygı gösterilmesi gerektiğini söylemiş. Türkiye sıfır puanla 24 ülke arasında Pakistan ve Meksika’dan sonra üçüncü sırada geliyor. Aynı araştırmalara göre Türkiye uluslarası kurumlara güvenmiyor. Türkiye’nin AB’ye güven açısından 32 ülke arasında 26. Sırada geliyor. BM söz konusu olduğunda Türkiye güvensizlik açısından ortalamanın çok üzerine çıkıyor. Müslüman ülkelerden bile iki kat daha fazla BM’ye güvensizlik söz konusu.
TÜRK’ÜN YALNIZLIĞI, İSLAMIN MAZLUMLUĞU
Ulusal kimliğini “dış düşmanlar”, “emperyalist güçlerin oyunları ve tehditleri”, “bizi bölmek isteyenler” gibi temaların üzerine kuran Türkiye’de diğer ülkeler hakkkında olumsuz algılar zamanla kökleşti, dindarıyla, laikiyle toplumun tüm katmanlarını sardı. Diğer toplumları sevmeyen bir toplum haline geldik. Müslüman ülkelere dahi başka ülkelere negatif algıda fark atmamız sorunun dinden çok kültürel kimlikte olduğunu işaret ediyor. Yöntem Araştırma’nın yaptığı bir araştırmada küreselleşmenin “çoğulcu, dünyalılaşma” etkisine karşı Türkiye’nin bu etkileri umursamayan, içe kapanık ülkelerin başında geldiğinin ortaya çıkması bir başka anlamlı gösterge.
Dış gelişmelere ilgi duymayan, uluslararası kuruluşlara hiç güvenmeyen toplumu işte bu yüzden laikiyle, muhafazakarıyla “Batı, ABD, İsrail karşıtı” ya da “komplo teorileriyle” etkilemek pekala mümkün hale geliyor. Muhalefet de “emperyalistler”, “kutsal ittifak”, söylemini kullanmıyor mu hala. Kısacası toplumun ortak paydası negatif algılar, tutumlar üzerinde şekilleniyor. Pozitif, yenilikçi, uzlaşmacı algılarda ise paydaşlık çok düşük. Başbabakan Erdoğan işte Cumhuriyet boyunca “işgalci, bölücü, komplocu Batı’dan gizli açık nefret eden” bir toplumun damarına basıyor. Erdoğan’ın Gezi ile ilgili “Dış komplolar” söylemi bu yüzden kendi seçmeninde inandırıcı olabiliyor, ulusalcıların AKP’nin 2002’de iktidara gelmesinin “ABD komplosu” olduğuna inanmaları gibi. Artık atasözümüz hale gelen “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” yalnızlığının üstüne Başbakan şimdi “şanlı Türkiye” tarihini”, “İslam mazlumluğunu” koyuyor. Kendinden başka dostu olmayan Türkiye’nin içe kapanıklığı, paranoyakça şüpheciliği, endişeli ruh haleti, İslam’ın ezilmişliği, dışlanmışlığı ile entegre edilmeye çalışılıyor. İşte bu da bir “ötekiye” ve “kutuplaşmaya” ihtiyaç duyuyor. Bu damar siyasi olarak çok verimli bir damar…