“Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor, bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun?” – Oğuz Atay
Bendeniz naçizane ve de hasbelkader hekim bulunuyorum, efendim ve de üstüne üstlük ruhiyat işleri ile meşguliyete memur bulunuyorum. Yani, taksiratını affet, müntehir bir mesleğin mensubu sayılmam mucip olmaktadır. Bundan otuz sene mukaddem, iş bu mesleğe mensubiyet ile şerefyab olduğumu zannettiğim esnada henüz, en büyük hazinemizin aklımız olduğu ileri sürülmekteydi. Ancak geçen zaman zarfında işler bir hayli değişti, efendim. Şimdi en büyük hazinemiz, Nike marka pabuçlarımızla Levis kotlarımız olmuş bulunuyor. Böyle olacağını bilseydik psikiyatri yapacağımıza proktolog falan olurduk. Olmadık. Üst tarafla uğraşmayı sürdürdüğümüzden, nihayet meslekçe intihara karar vermiş bulunuyoruz. Hatta, bir kısım meslektaşların DSM III-R istimali suretiyle intiharı başardıkları bile rivayet ediliyor. Bendeniz, bu civarda henüz dayanmaya çalışıyorum, ama düz duvarda kertenkele misali tutunmaktayım. Durumum hiç de parlak değil, haberiniz olsun, efendim.
Bütün kutsal kitapları dikkatle tetkik ve tetebbü etmiş bulunuyorum, efendim. Birisinde, “Evvela kelam var idi.” buyuruluyor. Oysa şimdi kelam yerine görüntüler ve sayılar bulunuyor, efendim. Kelamın önceliği eskidenmiş. Şimdi bir takım makinelerden, bir takım sesler, şekilller ve renkler dökülüyor. Durup düşünmek ve anlamak için kimsenin vakti yok. Çağımız, artık akıl çağı değil, iletişim çağı. Makineden dökülen ıvır zıvırdan herkes kendince bir şeyler kapıp yola koyuldu ve hemen dönmek için bir köşe aramaya başlıyor. Bugün insan kulların bol bol iletişiyor, etkileşiyor, ama düşünmeye ve konuşmaya gerek görmüyor. Konuşmak yerine ” sözel İletişim” denilebilecek bir şeyler kullandıkları olmuyor değil. Ancak o da, bir çok işimiz gibi, dövize indeksli vaziyette. Yani, sözel iletişim için kullanılacak kelam taneciklerinin dolar bazında istimali “in”, öyle avama mahsus Türçe ise “out”. (Bu arada “Türki” Kültür bakanlarının hangi dilde iletişecekleri ise şimdilik “No problem”!)
Ama onları da haksız bulmamak lazım, bana soracak olursanız, efendim. Akıl ve düşünce, kürtaj masasıyla euthanasie arasında sıkıştırılmış bir insan ömründe, SCID ve MRI ile incelenip, bir DSM ya da ICD sayısıyla ifade edilebilecek bir serotonin reuptake sorunundan ibaret hala gelince, düşünmemek bence de daha iyi derim, min gayri haddin. Onun yerine düşleyip düşündüğümüzü sanırız, olur, biter. Biz de düşlüyoruz işte.
Hatırlar mısınız, bilmiyorum efendim: Bizim rahmetli peder sık sık ” Allahım sen aklımızı muhafaza et.” şeklinde ricada bulunurdu. Bendenizse vazgeçtim efendim.
Şimdilerde bildiğiniz gibi nostaljik takılmak moda oluyor efendim. Bacak kadar veletler çıkıp ” Ah neydi efendim bir zamanlar… ” diyorlar da perişan ediyorlar insanı. Bendeniz pek o kadar katılmıyorum buna, efendim. Dünyanın her zaman, asıl kelimeyi söylemeye terbiyem mani, ama hani şöyle diyelim, biraz kazurat misali olduğuna kaniim. Ancak belli ki eskiden sıhhatli bebek kakasına benziyordu da şimdilerde iyice ishal oldu. Maamafih, bendeniz de zaman zaman nostalji takılıyorum, efendim., günahımızı af buyurun. İnsanların akılları ile tartıldıkları, birbirine söz söyledikler, söylenen sözleri anlamaya çalıştıkları ve kafa yorup düşündükleri, birbirine yanıt vermeye çalıştıkları, hepsinden önemlisi de birbirlerine baktıkları ve birbirlerini görmek istedikleri zamanları özler gibi oluyorum. Gerçi hemen topluyorum kendimi, uyumlu otist çağımıza avdet ediyorum, ama kaptırıyorum bazen işte. İnsani zaaf addediniz, lütfen efendim.
Arzettiğim gibi, hikmetinden sual olmayan Ulu Tanrım, bendeniz aklımın ne işe yaradığını pek anlamıyorum. Bana kör barsak gibi rudimenter bir takıntıymış gibi geliyor. Onun için istirham ederim efendim: Siz bize iyisi mi hayırlısıyla, tez zamanda münasip bir bunama lütfediniz, efendim.
Durumu görüş ve onaylarınıza saygılarımla arzederim, Tanrım.
Ali Babaoğlu, Şizofrengi