Lağım çukurunda çiçeklenmeyi beklemek kadar ızdırap veren çok az şey vardır hayatta… Zamanın üzerinden tozlu raflarda sıkışan dönemin önemli eserleri gibi tozu üzerimizden atıp okunmayı bekleyen bir eser gibiyiz. Rüzgârın belki de tüm bu olağandışı gerçekliği; serin ve hiddetli hızıyla süpürmesini bekliyoruz… Bunun ardından gelen: “Düzgün bir yaşam kur!” cümlesi; savaşın, ölümün veya lağım çukurunun içerisinden çıkagelen avutucu ya da fedakarca söylenmiş bir sözden başka neyi ifade eder ki…
Normal bir zamanda benzer bircümle belki de hiçbir şey ifade etmez fakat öte yandan, idealistçe gelen boş bir zıvanadan çıkan cümle parçası olduğunu düşünüp mukayese edince, zamana tam da denk düşen, acı verici kahrolası yakıcı tonun sözcüklerin ritimlerinin, zamanın temsiliyetini ifade etmesine ne diyeceğiz? Sanki onlarda normal, rutin bir hayatta göremeyeceğimiz gizil ruhlar saklı. Şişeden çıkması şaibeli olan cin hadisesini anımsatırcasına sözcükler, kederi en iyi şekilde karşıdakine aktarıyor. İnsan için ne büyük teselli.
Sözcüklerin bile acıdığı, ruh katmak istediği insanlar, içlerine para ve hırs tutkusu kaçan zavallı neslimiz, sözcükler elinden tutmazsa teselli bulacak yer arardı. Yine de umut beklemekten başka çaremiz yok. Şuan bunları yazıyorsam umut ediyorum demektir. Aksini kim iddia edebilir? Tersi ölümüm demek olurdu. “Yazmazsam öleceğim” cümlesi de buna benzerdir. Elinden tutan yazıdır, kalem ise onun kolu; anlamı sağlama almak için konuşmaktan vazgeçermişçesine yazma arayışı içerisine girdik. Korkunç bir çağa girdiğimizin alametleri olsa gerek.
Dile sahipken o boğamıza kaçtı. En son çare olarak da yazıya sarıldık. Nasıl olsa dil ile yazı farklı bir anlam ve bağlamı meydana getirir. Derrida’ya diyalektik bir kılıf daha! Üzerinde iyi durduğuna kanaat getirmek isterim. Benzer bir çağa tanık olan çağdaşlarımızın vereceği yanıtları da merak etmiyor değilim. Tüm yazdıklarım, buhran çağının neticesi diye tanımlanabilir. Buna hiçbir itirazım olmaz. Doğumu bir türlü gerçekleşmeyen, isimsiz şu genci görmeyi arzu etmekten başka çaremiz yok gibi… Fetişleştirilmesi her an olası bir isimden kaçınmak gerektiğinin de altını çizmem gerekir. Çünkü bizim neslimiz, kıyametler için daima erken davranır, o gelmeden ona lakap bile takılır. Örneklendirecek olursam; post- modern dedikleri, kılıfı olan ama kendisi ne hikmetse bir türlü yüzünü göstermeyen vebalı yaratık. Yazdıklarımda “umutlu olun kardeşlerim” nitelemesinden kaçındığımı belirtmek isterim.
Hıristiyan artığı meczup söylemlerden kaçınamadığımız için belimizin bükmesine, kahramanlar yaratılmasına izin verdik. Birçok ideolojik determinasyonun da benzer dini temelli olduğunu ifade etmek gerekir. “Kılıcı tutmadan, kılıcın kurtarıcı olduğunu söylemek,” kadar aptalca bir betimleme içerisine girmemiz de tembelliğimiz sonucu olsa gerek. Kendi çağımızın kurtarıcısı olamadıysak, kurbanları oluruz ve olmaktayız. Kurban görevi görmek de çağa özgü bir retoriği varsayar. Çağın görevleri diye, genelge hazırlansa eminim tekrar eski betimlemeci ve ikameci görüşlerden kurtulamayacağız. Burada sözünü ettiğim görevlerinden kasıt, çöplüğü silip süpürmek. Geleceğin Dionisos’u komünizm olacaksa, ikameci ve hayaletimsi geleneği çöpe atması gerekir. Kurtuluş reçetesi yerine inancın hakikatle, umutla yoğrulması çağımız için iyi bir başlangıç olabilirdi. Şuan bir ütopya gibi görünse de gerçekleşmesi olası tek alternatif olarak karşımızda dev bir kostümle durmaktadır.
Hüseyin Olçum
Dünyalılar