“Şiir uzlaşmayı reddedendir” diyor şair Ahmet Telli. Uzlaşmak politikanın, politikacıların işidir. İşadamlarının ve tüccarların işidir. Oysa şair reddedendir. Reddeder çünkü o kirli uzlaşmaların sonunda ortaya çıkan dünya apaçık kan revan içindedir.
Uzlaşanlar bu dünyayı kana boyayanlardır. Kürtleri Rojava’da, Müslümanları Bosna’da, Türkleri Hocalı’da, Ermenileri Bingöl’de, Yahudileri, Çingeneleri Dachau’da katledenler ve seyredenlerdir. Onları öldürürken aklın bütün olanaklarından yararlananlardır. Onları “meşru” bir biçimde uzlaşarak yok edenlerdir.
Şiir bütün bu şiddeti reddeder. Aklı ve onun daraltan hâkimiyetini hiçe sayar. Şiir aklın sembolü Tanrı Apollon’un yerine bir başka Tanrı’yı, duyguların ve yüreğin sembolü olan Dionisos’u koyar. Şiir Tanrı Dionisos’un hizmetkârıdır. Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu’nda bu ayrımı net biçimde ortaya koyar. Apolloncu anlayışın insanlığa vereceği zararı hisseder Nietzsche. Gerçekten de akıl 20. yüzyılda bir kâbus gibi çöker insanlığın üzerine. Tarihin gördüğü en büyük kitle katliamları aklın rehberliğinde ve uzlaşmalar arasında gerçekleştirilir.
20. yüzyıl savaşlar ve soykırımlar yüzyılıdır. Bu dönemde de şiir reddedendir. Brecht işte o kan revan arasında yükseltir sesini: “Bu gelen savaş ilk değil/ Çok savaş oldu bundan önce/ Bittiği gün en son savaş/ Bir yanda yenilenler vardı gene/ Bir yanda yenenler vardı/ Yenilenlerin yanında kırılıyordu halk açlıktan/ Yenenlerin yanında halk açlıktan kırılıyordu”.
Şiir burada da Dionisos’tan yanadır. İktidar yalakalığının delice hâkimiyetini ve boyunduruğunu reddeder. Sözde “meşru” nedenler uğruna savaşmaktan yana değildir. Savaşı, ne kadar meşru olursa olsun, yok sayar, reddeder. Bauman da Modernlik ve Müphemlik adlı müthiş eserinde benzer şeylere vurgu yapar. Ona göre de modern akıl sıfatlar koyar, niteler, sınırlar çizer. Öteki yaratır ve bu ötekiyi yok etmek için yollar arar. “Bu çağın özelliği kültürel tahammülsüzlük; daha genelde de, hiçbir farklılığın hoş görülmemesi, istenmemesi ve bunun kaçınılmaz ürünleriydi”. Öteki kimi zaman bir kadındır, kimi zaman bir Kürt, kimi zaman bir travesti, kimi zaman bir fahişe, kimi zaman bir Çingene ve kimi zaman da başka bir inanca ait biri’dir. Hepsinin ötekileşmesi için meşru nedenler her zaman akılcı, bir şekilde hazırlanmıştır.
John O’Neill Piyasa adlı kitabında her şeyin sınırlarını istediği gibi çizen; piyasaya uyanı normal kabul ederken, geri kalanını ötekileştiren, özgürlüğü yok eden bu anlayışı eleştirir. Piyasa’nın “omurgasız gövdesiyle hayatımızın her alanına nüfuz ettiğini” söyler.
“Piyasa”, sanat alanına çoktan sızmış olmasına karşın saf kalan ender yerlerden birisi olarak burada da karşımıza çıkar şiir. Genç yaşında kaybettiğimiz İran’lı büyük değer Füruğ Ferruhzad “Ey aldatıcı şeytan, şiir” diyerek onu kutsar adeta. Onun saflığını, kirlenmemişliğini büyük bir ironiyle anar.
Ancak akıl yirminci yüzyıldaki büyük oyununu kaybetmiştir. Rasyonel olmak adına duygusuzlaşmış bu hayatın ruhunu anlayamamıştır. Her yanımızı kuşatan piyasa aklı, sigaradan zararlı bir canavar gibi söz ederken, dünyayı kan gölüne çeviren savaşları görmezden gelebilmiştir. Bugün bütün dünyaya piyasa aklı egemendir. Piyasanın rengi insan kanıdır. Şiirse onun karşısında umudun ve direnişin bir alanı olarak temizliğini ve saflığını hâlâ korumaktadır.
Dünyanın her yerinde milyonlarca insan direniyor bugün. Kan gölüne çevrilmiş bu dünyada umutlarıyla, ellerindeki taşlarla, yüreklerindeki şiirlerle direniyor. Uzlaşmıyor. Dünyayı kan gölüne çeviren ve daha da çevirmek isteyen bu kirli piyasa aklına meydan okuyor. Kobane’de direniyor, Chiapas’ta direniyor, Filistin’de direniyor. Direnecek. Uzlaşmayacak. Şiir gibi direnecek. Tanrı Apollon’un köpeklerine bırakmayacak bu dünyayı. Ve tarih şiir gibi direnenlerin hikâyelerini yazmaya devam edecek.
Ali Murat İrat