Vicdan, hukukun biraz ötesi mi? Evet, toplumsal vicdan; mevcut hukuk sisteminin çok ötesi. Zaten sahip olduğumuz haklar da öyle. Mevcut hukuk, çoğunlukla temel özgürlüklerimizi sınırlama şeklinde ortaya çıkabiliyor. İnsan haklarını içselleştiren bir hukuk sisteminden maalesef uzaktayız. Hak en güçlü iddiamız olurken hukuk tabi olduğumuz, boyun eğdiğimiz bir şey olabiliyor. Hayatımızı bir çaresizlik girdabına çevirmemek adına bu ayrıma varmak önemli. Haklı olmak ve daha da önemlisi haklı olduğunun farkında olmak bizi etkin, karşımızdaki sistemi ise esnek kılmaya zorlar.
Hak, ortak bir ilke olarak toplumsal vicdandır ve sesinin kısılmasına müsaade etmez. Hak arama talepleri devlet mekanizmasında cevapsız kaldığında sivil itaatsizlik bir yol olarak karşımıza çıkar. Ve bu yol en çok da topluma seslenir. Toplumsal dinamikleri yapıcı ve sorumlu bir şekilde harekete geçirmeye çalışır. Bu itaatsizlik, kolektif irade ile kurulan sistemin kolektif vicdan ile gözden geçirilmesini ve kontrolünü sağlar. Bu düşüncenin temelinde yurttaş olmayı itaat değil sorumluluk olarak algılamak vardır. Sorumlu olmak; sürekli çalışan bir aklı ve vicdanı gerektirir ve sorumlu olmak direnmektir.
“İnsanı, adaletli yapan devletin yasaları değildir, bunun tam aksi geçerlidir; insan, yasaları adaletli hale getirir.”[1]
Toplumsal yaşamımızda rahatımız ve güvenimiz adına uymamız gereken yurttaşlık ödevlerimiz var elbet. Ama sadece vatan millet aşkı gibi söylemlerle ikna edilen uyum hali bizleri iktidarın oyuncağına çevirir. Kamu yararı denen şey bireysel vicdan ile uyuşmuyorsa orada bir itaat oyunu vardır. Aslında vatanı, milleti ayakta tutan özgürlükçü ve demokratik tutumdur. Çünkü demokrasi, sadece yurttaş olmayı değil daha fazlasını vicdan ve akıl sahibi olmayı öngörür. Bir tür sübap sistemidir bunlar. Yalandan, hileden, haksızlıktan ve adaletsizlikten korur.
Kanunların halkı değil iktidarı temsil ettiğini son günlerde sizde düşünmüşsünüzdür. Zaten pratik alanda hukukun iktidara alet olma haline uzun süredir huzursuz şekilde şahidiz ve ama teorik alanda da iktidarın yönetme becerisi düzen dolayısıyla baskı eksenindedir. Düzen, tek tipleşmeyi; tek tipleşme ise iktidarı pekiştirir. Bu tek tipleşme ise öncelikle birey için yıkıcıdır. Özgür olmayan bireyden esir topluma evrim; bilimin, ahlakın ve sanatın sonudur.
Kendi bireysel ödevlerimiz bize bir şeylerin haksızlık olduğunu söylemeli. Ya uyumun verdiği rahatlık ya baskıya karşı dirençsizliğimiz derken ya da alışmanın verdiği duyarsızlık hali. İnsan hakları dersinde lise öğrencilerine etrafınızdaki haksızlıkları yazmalarını istediğimde çok düşündüklerini ve boş kağıtlar teslim ettiklerini görmek şaşırtıcıydı. Hayatları boyunca hiç haksızlığa uğramamaları somut gerçeklerle hiç uyumlu değil. Bu yaş gençlerini böylesine çaresizleştiren özellikle eğitime çok bulaşmış yaygın bir itaat mekanizması.
Sivil itaatsizlik partilerin, örgütlerin ötesinde hem sorumluk hem de bedel anlamında siyasi bir öznellik içerir. Vicdani, özerk bir durumdur. Sivil itaatsizliği; bir itiraz, düzen yıkmaktan ziyade düzeni esneten bir durum olarak algılamak önemli. Tüm bu özelliklerine rağmen vicdani retçi için cezai bir bedel içerir.
İnsani taleplere dayanan ve şiddetsiz eylem biçimleri ile kendini gösteren sivil itaatsizlik eylemlerinin orantısız güç ile bastırılması da başka bir şeyin göstergesi. Devlet aslında bir ortak irade ürünü olmaktan ziyade, mevcut iktidarın gölgesidir. Devlet aygıtı, iktidarı kayıtsızca korumak adına şiddetle organik bağından vazgeçmez. Yasalar üzerindeki örtü itaat ve şiddettir. Sivil itaatsizliğin temel özelliklerinden biri şiddetsizlik bile olsa yasaların ihlali, şiddeti devlet için meşru kılar.
Sivil itaatsizlik, temsili demokrasinin krizidir.
Etrafımızdaki insanlara karşı sorumluluklarımızı daha az fark ettiren ve biz yurttaşlarını sadece ceza ile tutabilen doğruluğa değil istikrara indirgenmiş bir sisteme dahil oluyoruz her gün. Sivil itaatsizliğin esas içeriği; yönetmek değil ama daha fazla sorumluk ve saygı talebi. Nerelerde, kimin hangi haksızlıklara uğradığını, hangi azınlığın nelerden feragat ettiğini görmeden bir çoğunluk ön kabulüne ikna oluyoruz. Thoreau söylediği gibi oy kullanırken oyumuzu doğru olduğuna inandığımız birine veriyoruz ve bir oyunun ya da kumarın sonuçlarını bekler gibi bekliyoruz. Sonuçları önemsiyoruz ama süreç içinde doğruluk ne kadar egemen oldu onu kontrol etmiyoruz. Sanki sorumluluk alanımız bitmiş gibi…
Çoğunluk yönünde oy kullananlar için durum böyle. Peki azınlıkta kalan kesim için durum; azınlıklar için zaten en başından sıkıntı başlıyor. Temsilde eşitlik yani eşit oy, azınlık için eşit haklarmış gibi görünür. Aslında durum bunun tersi. Eşit oy hakkına sahip olmak azınlığın temel haklarını ona vermez, onu çoğunluğa tabi kılar. Bu durum ise azınlığın daha fazla yok sayılmasıyla sonuçlanır. Dinamik bir demokraside azınlık, aktif şekilde eylemde bulunarak kendini var etmeye devam eder.
Tarihteki tüm örnekleriyle sivil itaatsizlik demokrasinin dinamikleşmesine, derinleşmesine katkı sunmuştur. Mahatma Gandhi’nin bağımsızlık mücadelesinde, Martin Luther King’in Medeni Haklar Hareketi, Süfrajetlerin kadın hareketi sivil itaatsizliğin aktif mücadele örnekleri. Türkiye için daha yeni bir siyasi örgütlenme biçimi olsa da son 10 yılda kamu vicdanına seslenen ve bizde haklılık izlenimi bırakan birçok protesto eylemine tanık oluyoruz. Çoğu oldukça dikkat çekici, yaratıcı ve renkli. Kürt siyasi hareketinin, geniş anlamda muhaliflerin etkin olarak kullandığı ve kamuoyunu etkileyen bir direnme yöntemi sivil itaatsizlik. Özellikle Gezi direnişi, sivil itaatsizliğin en etkileyici örneklerinden.
Bir yasayla bile karşı karşıya gelinse yok sayılmaması gereken tek yer vicdan sanırım. Oldu ki karşı karşıya geldik, başka bir şeye dönüşeceğimiz kesin.
Ve haklı olmak güzel şey! Her haksızlığı karşına alabilecek kadar güçlü bir şey. Haklı olmanın en güçlü hali; sivil itaatsizlik.
Hediye Çınar Ekinci
[1] Thoreau, Sivil Yönetime Direniş, s. 1-2