Geçmişteki yaşantıları dinlediğimde bizim bugün basit olduğunu sandığımız bir şeylerin, zor olması ve uzun zaman alması beni hep çok şaşırtmıştır. Kahvaltılarına koydukları bir tabak peynirin bile haftalar süren emek ve zaman isteyebilmesi garip geliyor. Şanslı olduğumuzu düşünmemek elde değil.
Ama kendimizi bu kadar zaman ve para baskısı altında hissederken şu anki yaşamımızın o kadar da kolay olduğuna inanmak çok zor. Teknoloji, modern dünyada baskıcı güç değil, işleri kolaylaştıran ve bu özelliği ile insanları özgürleştiren araçlar bütünü olarak ortaya çıkar. Peynir tüm seçenekleriyle raflarda bizi bekliyor. Kolaylık ve seçeneklerin verdiği özgürlük hayatımızın her alanında gibi. Evde makinelere hakimiz, sokakta hızlı giden araçlarla bir yerden bir yere hızlıca ulaşıyoruz. İş yerinde ise gerçekler artık pek gizlenmiyor: tüm bu kafa karışıklığına rağmen teknolojinin bize hakim olduğu gerçeği açıkça ortada. Ve kendimizi hakimi zannettiğimiz tüm araçların aslında daha araçsal olmamızı kolaylaştıran unsurlar olduğunu anlayabiliyoruz. Özgürlük ve kolaylık aldatmacasında meselenin bir şeyin çok seçeneğinin olması değil doğru seçeneğin bunların arasında olmaması olduğunu algılayabiliyoruz. Teknoloji tutkusu hayatımızı yönetirken gerçekten ihtiyacımız olan kolaylık mı, daha fazla hız mı, sonsuz seçenekler mi ya da hiç biri mi?
Teknoloji, sıfır atık yaratan araçlardan, enerji üretebilir hale gelen akıllı şehirlere kadar pek çok iyi şeyi yapabiliyor. Tartıştığımız şey teknolojinin kendisi değil. Teknolojiyi ilerlemenin yegane anahtarı olarak görüp ona kayıtsız şartsız bağımlılık geliştirmemiz. Yani yanlış teknoloji diye bir kavram var. Bu kavram yeryüzünün sınırlı kaynaklarını sınırsızca kullanan, ihtiyaç yaratan ve onları zorunlu hale getiren ve bizleri araç, kendini amaç haline getiren bir özelliğe sahip.
Teknolojinin kendisi de artık bir tüketim aygıtı. Bu zihniyete neden olan kapitalizmin kendisi. Tüm baskılara rağmen emisyon miktarını artıran da tüketmek üzerine tüm aygıtlarını aktif olarak kullanan da daha hızlıyı talep eden ve bizi doğaya karşı motive eden de o. Doğanın içinde olmaya mecbur olup doğayla savaşmak büyük çelişki. Zaten doğayı ilerletemezsiniz, geliştiremezsiniz yapabileceğimiz en iyi şey bütünlüğü fark etmek ve doğaya uyum sağlamak olabilir.
Teknoloji tüm yaygınlık özelliğiyle, toplumu öylesine kuşatır ki egemenler tarafından içselleştiriliriz. Daha fazla teknoloji daha fazla denetlenebilirlik anlamına da geliyor. Sağlık, eğitim, bilim, spor, siyaset gibi birçok alan teknolojinin baskısı altında daha öngörülebilir dolayısıyla daha kontrol edilebilir. Mesela Bilim, ilerleme amacının temel parolası. Bilim, toplumsal gereksinimleri karşılama ve faydalar sağlaması bağlamında teknikle karşılıklı iletişime geçer. Bilim ve teknik ilişkisi, oluşturulması ve korunması gereken bir ilişki. Bu ilişki iyi korunmadığı takdirde teknik, bilimi önceleyerek, var olan sistemin beslenmesi ve gelişmesi için bilimi kullanacaktır. Bu durum bilimin sahip olduğu açıklama amacını yitirmesine ve bilimin var olanı koruma aracına dönüşmesine neden olacaktır.
Sağlık, teknolojik kazanımlarla bazı hastalıkların sona ermesi, doğum ölümlerinin azalması gibi birçok ilerlemeyi gerçekleştirebildi ama şifa dağıtma özelliğini kaybetti. Hastaneye gidip şikayetimizi söylediğimizde genellikle yapılan tahlil ve tetkik istemek. Bu tahlil ve tetkikler sonucunda da hastaya teşhis koymak. Hekim kendi ilmini teknolojiye teslim etmiş durumda. Oysa sağlık gibi bütünsel bir konuda sadece teknolojik yönlendirmeden daha fazlasına ihtiyaç var. Teknolojik sonuçlara dayanarak verilen ilaçlar ile bağışıklığımızı kaybettik ve kaybettikçe daha bağımlı olduk. İlaçların yan etkileriyle süre giden ilişki de işin başka yönü.
Verilen kitlesel reçeteler ile hep hastayız. Hepimiz atıkların yarattığı çevre, hava kirliliğine maruz kalırken ya da radyasyonun yarattığı genetik bozukluklardan ve hastalıklardan bahsederken bunun teknolojiden olabileceğini göz ardı ederiz. Genetik laboratuvarlarında geliştirilen GDO’lu tohumlar ile aslında hastalıklar ve onların ilaçları sürekli üretilmeye devam ediyor. Ve bizim de ilaca bağımlılık sürecimiz…
Modern şehirlerimizde artık kitleselleşen yeni hastalıklarımız ile uğraşıyoruz. Hastalıklarımızı daha fazla yapay ve pahalı tedavilerle çözmeye çalışır olduk. Neden ve sonuç, para kazanma ve harcama aynı cümleler de geçiyor. Sağlıksız koşullarda çalışıyoruz, hastalandıkça harcıyoruz.
Zamanın paraya dönüştüğü bu yüzyılda hız vazgeçilmez gibi ama gerçekten yarattığı baskıyla yoran ve çevre kirliliğine daha fazla neden olan bu hızlı araçlara ne kadar ihtiyacımız var. İpin ucu hep kaçıyor. Daha hızlı, daha yeni derken geri döndürülemez hasarlar veriyoruz kendimize ve çevremize.
Uzak gibi görünen tehditlerin artık bir gerçeklik taşıdığını biliyoruz. Tüm baskıya rağmen gerçek bir fedakarlıkla bir şeyleri değiştirme gücüne sahibiz. Artık daha çevreci olmak değil mesele. Evimizi korumak ki misafirliğe gidecek başka bir yer de şimdilik yok. Çevreciliği açlığın karşısına koyup basit bir kavram olarak algılayan ideolojik düşüncelere sahip insanlar tanıyorum. Çevre sorunu tek başına küresel ısınma ya da karbon emisyon oranları değildir. Kapitalizmin en temel aygıtı teknolojidir ve teknoloji de toptan bir hesaplanabilirliğe, denetime ve son kerte de yok edici bir tüketime neden olur. Çevre sorunları, kapitalizmle mücadele için en kuşatıcı başlıktır.
Hediye Çınar Ekinci