Hep eksik bir yanımız. Nerede, kiminle ve nasıl olursak olalım bir yanımız hep eksik. Ya kanıyor ya susuyor o yanımız. Bazen bir müzik eksik hayatımızda, bazen bir resim ve çoğu zaman bir renk. Renksizlik hayatın genel rengi olup çıkıverdi. Bizi sıkan aynılık belki de. Olmayan şeyin eksikliğini bilebilir miyiz peki? Daha önce hiç tatmadığımız bir tadın eksikliğini nasıl bileceğiz? Daha önce sevmediğimiz birinin, tanımadıklarımızın eksikliği duyulabilir mi yürekte? Hiç tanımadığımız birinin dokunuşunun eksikliği yaşanabilir mi tende?
Belki saçlarımı kestirmeliyim bugünlerde. Ama tıpkı bir kadınınki gibi olmalı bu karar. Bir kadın gibi radikal ve can acıtıcı. Her tutam için ayrı bir dua düşmeli dilimden, artık anladım. Kadınların her gözyaşı bir dua bu ülkede. Onlar bilmedikleri dillerde bilmedikleri bütün tanrılara dualar ediyorlar. Saçlarımı kestirmeliyim önce. Sonra bir kadının canının acıması gibi, her biten aşktan sonra ben de yollara düşmeliyim yeniden. Dilimde teninin tadıyla.
O yanıtsız soruyu ne de çok soruyorum kendime bu günlerde: “Aşk acıtmalı mı her defasında”. Bunun yanıtı öyle zor ki. Ben terk edemiyorum bunu anladım. Erkeklerin canı da yanıyor mu acaba benim kadar. Bırakıp gidenin? Belki gerçekten kestirmeliyim saçlarımı. Tıpkı bir kadının dünyaya başkaldırması gibi olmalı bu değişiklik. Radikal ve can acıtıcı. Şimdi şu aynanın karşısında bile küçüldüğümü hissediyorum. Depresyona giriyor olabilir miyim? Aksine belki de depresyondan çıktığımdan bu büyük huzursuzluğum.
En sevdiklerimin ölümlerine bile engel olamıyorum. Acizim. Meral Okay, Sezen Aksu ve Uzay Heparı. Üçünden ikisi öldü. Oysa en güzel aşk şarkısını birlikte yazmışlardı. Böyle güzel sözler yazanlar neden ölür ki. Uzay boktan bir motosiklet kazasında ölmüştü. Meral Okay hiç ölmeyecekmiş gibiydi. O da gitti bak. Sezen Aksu da ölecek bir gün. “Masum Değiliz” demek kolay olmasa gerek. Ölüme karşı gelmek gibi bir şey bu masumiyetle hayatın karşısına çıkmak. Hayat ilk önce masum olanları katlediyor oysa. Belki de yola çıkmalıyım işe gitmek yerine. Bilmediğim bir yer güzel olurdu. Yalnızlık sıkıyor mu beni? Çoklu ve renkli yalnızlıklar olsaydı keşke. Neden bu kadar koşuşturduğumu bilsem keşke. Hiçbir dinginliğim kalmadı artık. Sanırım biraz da bundan masum değiliz. Sezen Aksu da ölecek elbet değil mi? Belki o gün kestiririm saçlarımı. Şekil verdiririm, gözyaşlarıma değil saçlarıma çekerim ilgiyi. Aklıma değil bedenime bakar gözler daha fazla. Yok olmanın bir başka hali aslında bu. Bir ölünün ardından ona değil önce kendine acımak kural oldu. Bir kadının bir aşk son bulurken yokluğuyla varlığı arasında gidip gelmesi gibi. Yani aslında yeniden var olmak için bedeninden bir parçayı kesip atması. Aşkın bitmesi böyle bir şey. Benim başıma gelen de bu oldu sanırım.
Eksikliklerimi düşünüyorum. Terk edildim ve eksildim sanki. Yeni şeyler yapmalıyım. Yeni yerler, yeni kitaplar, yeni giyecekler. Örneğin Minima Moralia’yı yeniden okumalıyım. Onu ilk okuduğumda bütün geçmişimin eksik kaldığını hissetmiştim. O ana kadar Minima Moralia’sız bir hayatın acısını çekmemiştim ama onu okuduktan sonra o olmazsa acı çekeceğimi hissettim. Yokluğunda kimin acısını çekiyorsan o en çok sevdiğindir demişlerdi bana. Yalan. Birinin ya da bir şeyin yokluğunda insan sadece kendini hatırlıyor, kendini özlüyor ve kendi eksikliklerine ağlıyor hepsi bu. Seni ağlatan da içini acıtan da kendin oluyorsun özlediğinde. O yüzden her eksiklik aslında kendini ortaya çıkaran bir fazlalıktır hayatta. Eksikliğini hissettiğin her şey kendinle yüzleşmeni sağladığın bir imkândır. Biraz da şuraya sürmeliyim allıktan.
İşe geç kalmak üzereyim. Geç kalmanın kaç türü var acaba? Geç kalmanın bir rengi var mı ki? Oysa keşke her şeye bir renk verebilsek, her şeyin bir rengi olabilseydi. Hâlâ hazırlanamadım. Makyaj yapmakla yapmamak arasında direniyor bedenim. Keşke kadın olsaydı şu aynada karşımda gördüğüm. Ama değil. Renksizlik bu işte. Oysa her cinsin bir rengi olmalıydı. Ve cinssizliğin de bir rengi. Ve özellikle cinssizliğin rengine ihtiyaç vardı belki de. Gözaltı torbalarım için bir şeyler kullanma vakti geldi de geçiyor gibi.
Ben dün gibi bugün de işe gideceğim, yarın da gideceğim. Ve her gidişim geç kalmakla malul olacak biliyorum. Geç kalma korkusu duymadan gittiğim yerlerin sayısı kaçtır acaba? Bir gün geç kalma kaygısını duymadan tadını çıkarabilecek miyim yolculuklarımın? Minima Moralia silinip, unutulup gider mi bir gün. O da ölür mü? Meral Okay’ın öldüğü bir dünya ona kalacak mı ki? Belki de alışverişe çıkmalıyım. İyi gelir. Ya da bütün dünya saçını kestirse keşke bu gece. İşe geç kaldım. Hava kararmak üzere.
Ali Murat İrat
Dünyalılar