Yoksulluk ve pornografisi konusuna birkaç gülümsemeyi hatırlatarak başlayayım.
Trafik sıkışmıştır. İyi model arabaları ile sıkışmış trafikte dur kalk ilerlemeye çalışan bir çift vardır; bir eli dışarıda güneş gözlüklü adam ve yanında havalı kız arkadaşı… Ve elindeki çiçekleri adama satmaya çalışan bir çocuğun, arabaya yetişmek için onlara doğru koşmasını gülümseyerek izlemeleri…
Ya da Galata Kulesinin altında 2-3 arkadaş… Demlenirken, yanlarındaki evsiz, sarhoş adamla ‘kafa muhabbetleri’ yaparak eğlenmeleri, adamın sonunu toparlayamadığı hikayelere gülmeleri, sonra da yardım etmeye çalışmaları…
Caddede bilindik bir yerde tatlılarını yiyen gençlerden birinin, yardıma muhtaç olduğunu bildiği bir kadını görüp, yanına giderek, masalarından uzak bir yerde bir süre sohbet ettikten sonra gülümseyerek arkadaşlarına yanına dönmesi…
Yoksul yerlerdeki yoksul insanların çaresizlik içindeki fotoğraflarını çekerek sergi açan sanatçının, serginin ilk günü bu yoksulluk pornografisinden prim yaparken diğer yandan gülümsemesi…
Tüm bu gülüşlerin ya da yoksulluğa acıma ile yaklaşmanın, etrafına pamuktan bir kalbi olduğunu gösterme çabalarının ardında ne vardır? Kendi ile yoksulların arasındaki çizginin, değişmeyecek şekilde çizilmiş olmasından duyulan memnuniyet ya da bir tür kendi sosyal konumuna, sahip olduklarına şükretmek…
Yoksul insanlarla karşılaştığında, sahip olduğu güvenli yaşam alanının varlığını düşünmek bazılarını iyi hissettiriyor ve daha fazla ‘küçük’ yardımlar yapmasına motive ediyor.
Herkesin göreceği şekilde yoksul insanlarla iletişime geçme, temasta bulunma onlara bağışta bulunmak, onlardan sanat eseri üretmek durumlarına, kendi vicdanında arınma terapisi diyebiliriz ya da üstüne düşeni yapmış gibi hissederek, sahip olduğu maddi dünyada daha ‘vicdanlı’ yaşam alanı bulabilmek!
Maddi imkan sahibinin, yoksulluk karşısında üzüldüğünü gösterme, göstere göstere para ya da öğüt verme, diğer imkan sahiplerine durumu afişe etme şeklindeki yaygın yaklaşım biçiminin nedenlerinden biri de, bu durumu doğal, değiştirilmesi imkansız bir şey olarak görmesidir.
Yoksulluk karşısındaki duygusal anlar sonrası, kendi zengin dünyasına koşar adım gidecektir. Vicdanı onu biraz yokladığında, bir yoksul bulup, sonra ona karşı vicdani yaklaşımını etrafındaki herkese göstererek kendini kutsayacaktır.
Yoksulluk karşısında, ‘vicdanlı’ insanların yaklaşım şeklinin bir tür pornografiye dönüşmesinin altında, yoksulluğun bir sosyal adalet problemi, uğruna mücadele edilmesi gereken bir şey ya da haksızlığa uğramış insanlardan alınmış haklardan kaynaklı eşitsizlik problemi olarak görülmemesi vardır.
Bir resmi hatırlayalım; arkasında yıkık dökük bir enkaz, bir elinde ekmekler, diğer eliyle gözyaşını silen ağlayan dede…
Bugün birçok yardım derneğinin çağrılarında bu resim ve resme konu olmuş ağlayan dede kullanılır. Üzülerek izleriz. Ancak o resimdeki dede tüm bunları biliyor muydu? Yani depremi simgeleştiren fotoğraf olacağını hatta neredeyse birçok yardım kuruluşunca kullanılacağını? Hayır. Sadece acısını yaşarken birisi gelmiş ve onun çaresizliğinin fotoğrafını çekmişti. Peki halen bakarken üzüldüğümüz dedenin gerçekte neden ağladığını kaçımız biliyor? O Düzce Kaynaşlı’ da milli takımın bir maçını izlemek için bir araya gelen ve depremle birlikte hayatını kaybeden 50 genç için ağlıyordu ve biz bunu bilmiyorduk. Şimdi arkasındaki enkaz alınıp, ağlayan yüzü onun fikri alınmadan her yerde kullanılıyor. 2004’de vefat etmesine rağmen.
Günümüzde yoksulluk insanların kendini, vicdanını aklamaya çalıştıkları, kullanılan bir durum. Diğer yandan insanların bu ‘vicdanlı’ yaklaşım şekli, piyasa tarafından görülerek ticarileştiriliyor.
Dünyada yeni bir ‘trend’ yaygınlaşıyor. “slum tourism” (yoksul mahalle turizmi) … Geçenlerde Güney Afrika’dan 5 yıldızlı bir otel zenginler için yeni tatil paketini açıkladı. Kendi hazırladıkları fakir köylerde ‘gerçek varoş’ deneyimi vadediyorlar. Bu son dönemde gittikçe artan fakirlik turları Brezilya’da, Mumbai’de, Bombay’da ya da Rotterdam’ın arka sokaklarından Meksika’ya kadar birçok yerde “poorism” adında görülüyor. Röntgencilik üzerine kurulu bu turlarda ‘turistlere’ yoksul hayatı deneyimlemeleri sağlanıyor.
Benzeri bir organizasyon Türkiye’de de var. Ankara merkezli bir dernek ‘Gönül Turu’ adı altında yerli turistleri gecekondu mahallelerine götürüyor. Zaman gazetesinde yer alan haberdeki ifadeye göre bu tur “mağdurların durumunu tüm sadeliğiyle yerinde görme fırsatı” veriyor. Yine aynı haberde bu organizasyona daha öncesinde katılmışları görüşlerine yer verilmiş ; “Eve rahatlamış bir şekilde dönüyorum” diyen de var “Kafamı yastığa rahat koyabiliyorum” diyen de.
Bugün yoksulluk, birilerine para kazandıran, kimine başarıyı getiren (slumdog milyoner filmi yapımcıları) bir başkasına vicdan temizliğine yarayan ve nihayetinde kullanılan, sistem için olağan karşılanan bir duruma dönüştürüldü.
Birileri yoksulların dünyasına izinsiz giriyor, hayatına dair yorumlar yapıyor, fotoğrafını alıp, çekip gidiyor. Peki gerçekte o insanlar bizler olsaydık bunu ister miydik?
Son bir hatırlatma ile bitirelim.
Şu Gangnam Style şarkısı ile ünlü olan PSY isimli şarkıcı İstanbul gelmiş ve kaldığı otelden bir İstanbul manzarası paylaşmıştı. Ancak o fotoğraf Kasımpaşa sırtlarındaki çarpık kentleşmeyi gözler önüne seriyordu. 2 milyon takipçisi olan, dünyaca ünlü birinin İstanbul’un bu yüzünü paylaşması olay olmuştu. Birçoğumuz bu durumdan rahatsız olmuştuk. Kaldığı otel ve organizasyonu yapan şirket ve hatta şarkıcı eleştiri yağmuruna tutulmuştu.
Bu popüler örnek ile yaşadığımızın şehrin kötü bir fotoğrafının dünyaya duyurulmasının bizde bıraktığı hissiyat ile yoksullukların hayatına girip ondan nemalananların yoksul insanlarda bıraktıkları yıkımı belki biraz daha iyi anlayabiliriz.
Yoksulluğu, gerçekten bir sorun olarak gören bu kadar zengin insan olsaydı, yoksulluk diye bir şey olur muydu?