“İnsanların gerçek yüzlerini görmek istiyorsanız onları eleştirin.” Meşhur tarihî şahsiyetlerden herhangi birine ait değil bu söz, bana ait, uzun yıllar yaşadığım tecrübelerin ürünü. “Eleştiri, eleştiri kültürü, eleştirel akıl, eleştirel bakış, eleştirel yaklaşım” vs. kendilerini yazar ve düşünür zanneden kimseler tarafından laf ola beri gele hesabı tek taraflı kullanılan süslü kelime ve kavramlar sadece, pratikte herhangi bir karşılıkları yok.
Bizde herkes eleştirinin “kralını” yapar, iş eleştirilmeye geldiğinde karşınızdakinin terbiyesizleştiğini görürsünüz genellikle. O herkesi eleştirecek, yaftalamadığı kimse kalmayacak, kendisi eleştirildiğinde ağzından köpükler saçarak sağ sola saldıracak. Hiç şüphesiz bu, kişinin kendisini mutlak doğru addetmesinin doğal sonucudur, zaten bu tür kişiler genellikle narsisttirler.
Her şeyden önce eleştirinin ne amaçla yapılması gerektiği bilinmez bu ülkede, çünkü yurdum enteli eleştirinin herhangi birini, bir düşünceyi veya yaklaşımı yerin dibine sokmak amacıyla yapıldığını sanır, oysa eleştiri hakikatin bilinmesi, anlaşılması, ortaya çıkması için yapılmalıdır. Bunun yanında eleştiri yapabilmek için muhatap alınan kişiyi, ele alınan düşünceyi veya dünya görüşünü anlamış olmak gerekir. Ne var ki “eleştirmenlerimizin” yazdıkları okuduklarından çoktur, bu nedenle adına “eleştiri” denen şey genellikle cehalet ürünü sözlerden ibarettir.
Yurdum enteli yerin dibine geçirmek istediği kişiler tarafından yerin dibine geçirildiğinde kıyamet kopar. Bunun belli başlı birkaç nedeni vardır, en önemlileri hazımsızlık, cehaletin belgelenmesi, dolayısıyla karizmanın çizilmesidir. Ortaya konulan düşüncelerin doğruluğu ya da yanlışlığı pek fazla önem arz etmez, bu yüzden kişi, nerede yanıldığı, hangi konuda eksik kaldığı veya neyi yanlış anladığı konusunda muhasebe yapma ihtiyacı duymaz, çünkü önemli olan muhatabına galebe çalmaktır; yenilgi -ki o meseleye böyle bakmaktadır- onu ne yaptığını bilmez hale getirir.
Bu tür kimseler karşısında tevazu göstermek bir bakıma onları ödüllendirmek anlamına gelir, bu yüzden başvurulacak en doğru yöntem ‘şok tedavi’dir. Misliyle mukabele “eleştiri azmanı” kimseler için eğitici-öğreticidir, “Deli deliyi görünce sopasını bırakır” sözü boşa söylenmiş değil, aksi halde kişinin önü iyice açılmış olur. Bir diğer yöntem, kişiyi dikkate almamak ve onu, kendi kendini imha etmek üzere kendi haline bırakmaktır. Görmezden gelinmek onu sıkıntıya sokar, kişi karşısında muhatap bulamadığı için bir noktadan sonra farklı alanlara yönelir, ancak söz konusu kimselerin şu veya bu şekilde kendilerine yeni muhataplar bulmaları mümkündür.
Bunların arasında “özgürlük, düşünce özgürlüğü, özgür-bağımsız düşünce” gibi kavramlardan söz edenler kimselere sıkça rastlanır. Kuşkusuz bunlar aşırı derecede hasta olan kimselerdir; bir yandan düşüncenin baskı altına alındığından söz ederler, diğer yandan kendilerine küçük iktidar alanları oluştururlar ve buralarda diğerlerini boğmaya çalışırlar. Örneğin kıytırık bir gazete, dergi veya internet sitesinde bir yandan âleme nizam vermeye çalışırken öte yandan “çatlak sesleri” susturma vazifesini üstlenirler. Ağız tadıyla tartışacak bir ortam bulmak epey zor sizin anlayacağınız, çünkü hemen herkes mikro ya da makro çaplı iktidar sevdalısı.
Sonuç itibariyle yurdum entelinin eleştiri anlayışı da modern bir tarzda şekillendiğinden, adına “eleştiri” denilen şey onun için bir sindirme aracıdır aslında, baskıcı bir yaklaşım olmaktan öteye geçemez, zorbalıkla aynı kapıya çıkmaktan kurtulamaz; cehalet içerir üstelik, “eleştirmen” tam olarak ne muhatabını tanır ne de “eleştirdiği” düşünceyi bilir, dahası savunduğu ya da eleştirdiği düşüncenin veya dünya görüşünün hangi şartlarda ortaya çıktığını düşünmemiştir bile, edepsizliği de cabasıdır. Böyleleri kendilerini nimetten sayarlar, bilmeyenler de onları okur, yazar, düşünür falan zannederler; biraz tecrübe ettim de ben, öyle değilmiş meğerse.
Ömer Yılmaz
Dünyalılar
———————