“Hâlâ bir yüksek ve alçak kavramı var mı?” bu dünyada hakkaten. Bunca alçaklığa nasıl göz yumuyor Tanrı. Yoksa zalimler Tanrıdan da büyük mü?
Her zalimin bir kırmızı çizgisi var artık. Peki Tanrı ne zaman konuşacak onlarla. Ne zaman dur demeyi düşünüyor bu olan bitene ve o zalimlere. Aşıldıkça çoğalan, çoğaldıkça aşılan kırmızı çizgiler toplamı olan şu savaşı ne zaman durdurmayı düşünüyor. Ne zaman, çocukların kıyılara yüzüstü vurduğu bu dünyayı –kendine verdiği sözden dolayı değiştiremiyorsa- yerin dibine gönderecek. O’na, daha Adem’i yaratmadan önce, “Yeryüzünde kan dökecek, bozgunculuk yaratacak birisini mi yaratacaksın” diyen melekler haklı çıkmadı mı hala?
Peki Tanrı’nın da bir kırmızı çizgisi yok mu? Örneğin Cahiliye döneminde ne yapılmıştı ki şimdikinden fazla, bir peygamber ve bir kitap inmişti yeryüzüne. Ya da Musa’ya zulmeden firavun ne kadar gaddardı ki şu kanla petrolü, ekmekle insan etini karıştıran hükümdarlarla kıyasladığımızda. İsa’yı çarmıha geren Putperest Roma İmparatoru ne kadar acımasızdı bugün dünyayı bokun ve sidiğin içinde bırakan “inananların” yanında. O kadarı için bile sözünü esirgemeyen Tanrı şimdi konuşmayacak da ne zaman konuşacak? Nietzsche “Tanrı öldü” dediğinde belki de tarihin en imanlı sözünü etmiyor muydu? En dindardan daha dindar, en sofudan daha sofu bir çığlık değil miydi onun attığı: “Şimdi nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Durmadan düşmüyor muyuz? Öne, arkaya, sağa, sola, her yere düşmüyor muyuz? Hâlâ bir yüksek ve alçak kavramı var mı? Sonsuz bir hiçlik içinde aylak aylak dolaşmıyor muyuz? Yüzümüzde boşluğun nefesine duyumsamıyor muyuz? Hava şimdi daha soğuk değil mi? Geceler gittikçe daha fazla karanlıklaşmıyor mu? Tanrı öldü! Tanrı öldü! Onu öldüren biziz!” Tam da burada demiyor muydu insan asıl içindeki Tanrı’yı öldürdü diye. Masumiyeti öldürdü diye. Sonrasında yalvarmadı mı boşluğa: “Kendimizi nasıl avutacağız … bu kanı kim silecek üzerimizden? Hangi su var bizi temizleyecek? Hangi teselli şölenlerini, hangi kutsal oyunları icat etmek zorunda kalacağız? Fazla büyük değil mi bize bu davanın yüceliği? Buna layık olmak için birer Tanrıya dönüşmeli değil miyiz?
Şimdi, tam da onun dediği gibi, Tanrısını öldürüp kendisinden çakma Tanrılar çıkaranlara kalmadı mı dünya.
Her zalimin bir kırmızı çizgisi var artık. Yaşamla ölüm arasında ve ölüme yakın çekilen. Öldürdükçe Tanrılaşan insanımsıların kırmızı çizgileri bunlar. Onlar çekmekte, Tanrı ise yalnızca izlemekte.
Ah Muhsin Ünlü. Ne de güzel yazmıştın sen: “90’larda zalimler biraz racon bilirdi/ Karıları, çocukları, köpekleri olurdu/ Yalnız kalan bir zalim Allah’ı düşünürdü/ Dur gevşeme. Zulüm, Allah’tan hariç!/ Ah o gemide ben de olsaydım eğer/ Mızrağı sallardım Aştot’a kadar/ Belki gider çirkin bir faşiste değer/ Belki de bir masumun tam kafasına/ Ama savaş böyleymiş bazen siviller/ Ölebilirlermiş devlet uğruna/ 90’lar bitti artık onlar var ve hey/ Siz devlete inanan bütün reziller/ Cehennemde karşıma çıktığınızda/ Öyle bir yumruk patlatacağım ki tam burnunuza/ Hayatınız Gazze şeridi gibi geçerken gözünüzden/ Anlayacaksınız Allah ne demek/ Ahlak ne demek/ Ve rüya…/ Bu sözlerimi cennet ehline aynen ilet sevgilim:/ Devletin bekasının da Allah belasını versin/ Malboranın da!”
“Hâlâ bir yüksek ve alçak kavramı var mı?” bu dünyada hakkaten. Bunca alçaklığa nasıl göz yumuyor Tanrı.
Yoksa zalimler Tanrıdan da büyük mü?
Ali Murat İrat