“Zaman, değişim zamanıdır. Avcı-toplayıcılardan, tarım devrimine, sanayi devrimine, izlenen yol nettir. Yeni bir sosyal sistemin zamanıdır.”
İnsanları kölelik olmadan hayatlarını yaşayabilmeleri için özgür bırakmak, teknolojinin olayı budur. Zamanla, nano teknoloji ve diğer ileri bilim dalları ile karışık tıbbi ameliyatları yapan makinelerin olacağı düşüncesi hiç de uzak değil. Üstelik insanların bugün elde ettiği başarıdan daha yüksek başarı oranları ile. Yol nettir fakat kazanç için işçiye ihtiyacı olan para bazlı yapımız, süreci bloke eder. İnsanların yaşayabilmeleri için işe ihtiyaçları vardır. Sonuç şu ki; bu sistem gitmeli. Yoksa asla özgür olamayacağız ve teknoloji sürekli olarak durdurulacak. Lağımları temizleyen makinelerimiz var ve insanlar o işten kurtuldu. Makinelere insan performansının uzantısı olarak bakılmalıdır. Üstelik bugünkü birçok mesleğin, kaynak bazlı ekonomide var olmasının anlamı yoktur. Paranın idaresiyle alakalı her şey gibi, kanuni sistemde kendi kendini idame eder. Para olmasa bugün işlenen suçların birçoğu olmazdı. “Hemen hemen bütün suç çeşitleri, para sisteminin sonucudur. Ya direk alakalıdır ya da ekonomik bunalımın yarattığı ruh halindendir.” Bu yüzden de yasalar işe yaramaz hale geldi.
Otobanlara “yağmurda kaygandır dikkatli geçin” levhası koymak yerine kayganlığı önleyici kaplamalar koyulmalıdır, böylece ıslakken kaygan olmaz. Sarhoş biri arabasına bindiğinde ve araba yoldan dolayı sallandığına, aslında çok az bir sallanma hareketi olur. Ama o araba yoldan çıkacaktır. Kanun değil çözüm gerekli. Arabalara sonar ve radar koyarsanız birbirlerine çarpmazlar. İnsan yapısı kanunlar, oluşan sorunlarla başa çıkmaya çalışırlar, fakat sorunların nasıl çözüleceğini bilmemek, insanlara kanun yaptırır. En çok özelleştirme yapılmış ve gezegendeki en kapitalist ülke olan ABD’de, dünyadaki en büyük hapishanelerin ve en çok mahkûmun olması, sürpriz olmasa gerek. Bu sayı her yıl daha da artmaktadır. İstatiksel olarak bu insanların çoğu, toplumun eğitimsiz, sosyal haklardan mahrum ve fakir kesimlerinden gelmektedir. Yapılan propagandaya ters olarak, suça ve şiddete yönelmek; bu çevresel koşullamadandır. Bu konuyla ilgili, toplumumuz, başka şekilde düşünse de, yasalarımız ve hapishane sistemlerimiz, toplumumuzun bu davranışların kökünü nasıl değerlendirdiğinin örnekleridir. Hapishaneler ve polis teşkilatı için, her yıl milyarlar harcanıyor. Suç işlemenin en temel sorumlusu olan yoksullukla ilgili programlara ise, bunun çok küçük bir kısmı harcanır. Kıtlık ve ihtiyaç yaratan ve bunu isteyen ekonomik sistemimiz var olduğundan beri, suç bitmemiştir.
Dürtü
İnsanlar yaşamları için olan ihtiyaçlarına, borçla, takasla, ticaretle ulaşmasalardı, çok farklı davranırlardı. Bütün bunların ücretsiz olmasını istersiniz. Diyelim ücretsiz oldu. “İnsanları ne motive edecek?” “İstediği her şeye sahip olan, güneşin altında yan gelip yatar.” Kullandıkları sis perdesi budur. Günümüz kültüründe insanlar, para sistemiyle güdülmeye alıştırılmıştır. “Eğer her şeye ulaşma imkânları olsa, neden bir şey yapmak istesinler ki?” “Güdülerini kaybedeceklerdir.” Para sistemini desteklemek için size öğretilen budur. Bu senaryodan parayı çıkardığınızda, çok farklı dürtüler olacaktır. İnsanlar hayat için gerekenlere sahip olduğunda, dürtüleri değişir.” Ay ve yıldızlara ne dersiniz? Yeni dürtüler oluşur. Beğendiğiniz bir resim yaptığınızda, onu birilerine vermekten keyif alacaksınız, satmaktan değil.
Eğitim
Bugüne kadar gördüğüm birçok eğitim, mesleklere yönelik insanlar yetiştirmek içindi. Çok spesifikti. Genele, hayata yönelik değillerdi. Bir sürü konu hakkında doğru dürüst bir şey bilmeyen insanlar. Bence çok şey bilen insanları, alıp savaşa götüremezsiniz. Eğitim tamamen ezbercidir. Problemlerin nasıl çözüleceği öğretilmiyor. Eleştirel düşünme konusunda, gereken beceriler kazandırılmıyor. Kaynak bazlı ekonomide, eğitim çok farlı olacaktır. Toplumumuzun en büyük sorunu, zihinsel gelişim ve herkesi kendi potansiyelini en üst düzeyde kullanmaya motive etmektir. Çünkü bizim felsefemiz insanları daha bilinçli hale getirmek ve herkesin dünyada bir payı olmasını sağlamaktır. Sizin çocuklarınızın daha zeki ve bilinçli olması, benim hayatımı da güzelleştirecektir. Çünkü çevrelerine ve benim yaşamıma daha fazla faydalı olacaklardır. Kaynak bazlı ekonomide tasarladığımız her şey, toplumla uygulanacak ve topluma dayalı olacaktır. Ve bunu engelleyen hiçbir şey olmayacaktır.
Uygarlık
Vatanseverlik, silahlar, ordular, donanmalar, bunlar hala uygarlaşamadığımızın göstergeleridir. Çocuklar anne ve babalarına soracaklar: “Makinelerin gerekli olduğunu fark etmediniz mi?” “Kıtlık yarattığınız sürece savaşların kaçınılmaz olacağını göremediniz mi baba?” “Apaçık ortada değil mi?” Tabi ki, çocuklar anlayacaklar, sadece kurulu düzene hizmet eden ve onu yücelten kuş beyinliler olduğumuzu. Bizler iğrenç ve hasta bir topluluğuz. Tarih kitaplarını değiştiremeyiz. Büyük ulusların küçük ulusların topraklarını aldığından, şiddet ve vahşet kullanıldığından söz edecekler. Bahsettiğimiz tarihin, uygarlığın başlangıcından bu yana, yozlaşmış olduğunu fark edeceksiniz. Ne zaman Dünya hep birlikte çalışırsa, bir araya gelmiş bir Dünya, insanlığın iyiliği için çalışan bir Dünya, kimsenin diğerinin emrinde hizmet etmediği bir Dünya, sosyal katmanlaşmanın olmadığı, parası olan seçkinlerin, seçkinliğin her çeşidinin, Dünyadan tamamen temizlendiği bir düzen belirecektir. Devlet hiçbir şey yapmaz çünkü devlet yoktur, çünkü devlet yoktur. Savunduğum sistem, kaynaklara dayalı küresel ekonomi mükemmel değil, ama sahip olduğumuz sistemden kat kat daha iyi. Mükemmele asla erişemeyiz. “Benim ülkem Dünyadır ve dinim iyi olanı yapmaktır. “Thomas Paine – 1737-1809
Toplumumuzun sosyal değerleri, kaçınılmaz savaşlar, yozlaşma, sıkıcı, bunaltıcı yasalar, sosyal katmanlaşma, çevresel yıkım ve kirlenme, despot, sosyal yönden kaygısız, çıkar amacı güden yönetici sınıfı; insanların aslında sahip olduğu en temel iki içgüdüsünü önemsememesinin sonucudur. Doğa kanunun “gelişmekte olan” ve “ortak yaşamsal” yönü. Gerçekliğin doğası, bütün bu sistemler; ilim, toplum, teknoloji, felsefe veya herhangi bir buluş, yasaklanmadığı takdirde, daima değişime uğrayacaktır. Bugünlerde tartıştığımız klişe konulardan, modern iletişim ve ulaşım, antik çağlarda hayal edilmesi imkânsız olan şeylerdi. Aynı şekilde, gelecekte olacak teknolojiler, sosyal yapılanmalar, bugün kavrayamayacağımız şeyler olacak. Simyacılıktan kimyacılığa, Dünyayı merkez alan bir Evren’den, Güneş’i merkez alan bir Evren’e, günahkârlığın hastalıklara neden olduğu inancından, modern tıbba ulaştık. Bu gelişimin sona erdiğine dair bir işaret yok ve bunun farkında olmamız bizi gelişim ve ilerlemeye doğru sürekli devam edecek bir yola sürüklüyor. Değişmeyen ve tecrübelere dayalı bilgiler var olamaz. Bütün sistemlerin ortaya çıkışının özü budur. Farkına varmalıyız. Bunun anlamı, daima yeni bilgilere açık olmamızdır. Her ne kadar şu an ki inanışlarımızı ve kimliklerimizi tehlikeye soksa da. Maalesef, günümüz toplumu bunu algılayamadı ve kurulu düzen eskimiş sosyal yapıları muhafaza ederek, gelişimi engellemeye devam ediyor. Aynı zamanda toplum, değişmekten korkmanın cezasını çekiyor.
Sabit bir kimliğe koşullandırılmış olduklarından, insanların inanç sistemini sorgulamak, genelde hakaretlerle ve sözlü münakaşa ile sonuçlanıyor. Yanlışı seçmek bozuklukla ilgilidir. Aslında yanlış olduğu kanıtlansa da topluma mal olmuştur. Birilerinde yeni bir anlayış gelişsin diye, daha öte farkındalık oluşsun diye, fikirleri güncellenmiş, değişmiş ve aydınlanmış, bilinçli ve zeki bir insan gibi bir şey yoktur. Ki bu sadece zaman meselesidir. Yeni ve değişim yaratacak bilgilerden uzak durma, bir inanç sistemine körlemesine inanma eğilimi, fikirsel maddecilikten başka bir şey değildir. Parasal sistem, bu maddeciliği baki kılar. Sadece kendi çıkarı olan düzeni korumaz, ayrıca bu düzene körlemesine kapılmış sayısız insanı, bu statükonun kendi kendini tayin etmiş gardiyanları haline getirmektedir. Artık onları kontrol edecek çoban köpeğine ihtiyaç duymayan koyunlar, normallerin dışına çıkanları sürüden dışlayarak birbirlerini kontrol ediyorlar. Bu eğilim, değişimi engeller ve var olan düzeni sürdürür. Kimlik, rahatlık, güç ve çıkar uğruna olan bu düzen sürdürülemez. Sadece dengesizlik, bölünme, çarpıklık ve her durumda, tahribat yaratacaktır. Zaman, değişim zamanıdır. Avcı-toplayıcılardan, tarım devrimine, sanayi devrimine, izlenen yol nettir. Yeni bir sosyal sistemin zamanıdır. Bugün sahip olduğumuz anlayışı yansıtan bir sistemin zamanıdır. Parasal sistem, kıtlığın esas olduğu bir dönemin ürünüdür. Teknoloji çağında, artık topluma uygun değildir. Yarattıkları, sapmış davranışlara sebep olmuştur. Keza dini inanışlar gibi, dominant dünya görüşleri, toplumla uyuşmadan işlenmiştir. İslam, Hristiyanlık, Musevilik, Hinduizm ve diğerleri, kişisel ve sosyal gelişimin önündeki engellerdir. Kapalı dünya görüşünü sürdüren grupların, bu kıt algılayışla bildikleri, evrenin kendiliğinden oluşmuş olamayacağıdır.
Din, oluşum sürecine olan farkındalığı yok etmiştir. Takipçilerine yüklediği psikolojik yıkıma sebep olan “inanç” ve gelenekselleştirilmiş batıl inanışlarla, onların mantık ve yeni bilgileri reddetmelerine sebep olmuştur. Tanrı konsepti, doğayı açıklama metodudur. İlk zamanlarda insanlar, her şeyin nasıl oluştuğunu, doğanın nasıl işlediğini bilmiyorlardı. Bu yüzden de küçük hikâyelerini uydurdular. Tanrıyı kendi hayal güçleriyle yaptılar. İnsanlar hatalı davrandığında, sinirlenen bir adam. Seller ve depremler yaratıyordu ve bunun tanrının davranış tarzı olduğu söylendi. İnançların sindirici tarihine gelişi güzel bir göz attığımızda, kurgulanmış efsaneler oldukları ve tarih süresince etkilenerek zirve noktasına geldikleri ortaya çıkar. Örneğin, Hristiyanlık inancının en önemli öğretisi, İsa’nın ölümü ve yeniden dirilişidir. İncil’in buyurduğu bu inanış çok önemlidir. “Eğer İsa dirilmezse öğütlerimiz boşunadır ve inancınız da boşunadır” Bu hikâyeyi kelimesi kelimesine kabul etmek çok zordur.
Yüzyıllardır bu doğaüstü olayı belirten tek kaynak olmaması bir tarafa, aynı şekilde ölmüş ve yeniden dirilmiş Hristiyanlık öncesi kurtarıcıların, çok büyük bir sayıda olduğunu bilmek, bu hikâyeyi de efsaneler arasına koyar. Tortullian gibi ilk kilise figürleri büyük benzerlikleri kırmak için, bu benzerlikleri Şeytanın yarattığını savunur. İkinci yüzyılda yer bulan; “Şeytan, doğruluğu yoldan çıkarandır, İsa’nın kutsal mucizelerini taklit eder, inananlarını vaftiz eder ve günahlarından arındırır, nimetler için adak adar ve yeniden dirilir. İlahi şeyleri tamamen kopyalayan, Şeytanın kurnazlığını anlayın.” ifadesi gerçekten üzücüdür. Bununla birlikte, Hristiyanlık ‘tan, Musevilik ‘ten, İslam’dan ve diğerlerinden gelen bu hikayelere inanmayı bıraktığımızda, tamamen tarih olurlar ve gerçekte oldukları gibi birçok inançtan elde edilmiş özünde mecazi deyimler olduklarını kabul ettiğimizde, görürüz ki bütün dinler ortak bir silsileyi paylaşırlar. Bu hepsini birleştiren zorunluluk; inanılma ve değerli olma ihtiyaçlarıdır. Dini inançlar, diğer tüm ideolojilerden çok daha fazla parçalanmaya ve çatışmaya neden oldu. Sadece Hristiyanlık 34.000 farklı alt gruba sahiptir. İncil, yorumlama işidir. Okuduğunuzda, aklınızdan geçen; “Sanırım İsa bunu demiş. Bence Eyüp bunu anlatmış. Hayır! Bunu demiş!” gibidir.
Lutherciler var, Yedinci gün Adventistleri var, Katolikler var, bölünmüş bir kilise, kilise değildir. Bölünmüş bir kilise, kilise değildir. Bölünmenin bu noktasında, dini inançların ticari markası, inancımızı sarsan ikinci bozulmadır. Ayrışmanın yanlış kavramları, hayatın ortak yaşamsal ilişkisini inkâr ederler. Bütün doğal sistemlerin zamanla meydana geldiğini anlamazsak, gerçekler sürekli değiştirilmiş ve mahvedilmiş öğretiler üzerine kurulacaktır. Anlamalıyız ki bütün sistemler, aslında sadece insanlar tarafından uydurulmuş parçalardır.
Tabiattan bağımsız hiçbir şey olamaz. Tabiatın bütünü, birbiriyle ilişkili varlıkların müşterek sistematiğidir. Her neden bir sonuç oluşturur, var olan sadece yoğunlaştırılmış bir bütündür. Çevreye ne denli bağımlı olduğumuzu görmezsiniz, özgürmüşüz, kafamıza göre takılıyormuşuz gibi görünür. Oysa oksijeni alırsanız, hepimiz anında ölürüz. Bitki örtüsünü alın, ölürüz. Güneş olmadan, bütün bitkiler ölür. Bizler birbirimizle bağımlıyız. Bunu tamamen öğreti olarak almalıyız. Bu sadece insanlığın bu gezegendeki tecrübesi değil, toplam bir tecrübe ve bizler de, bitkiler ve hayvanlar olmadan yaşayamayız. Dört element olmadan yaşayamayız. Ne zaman bunu bir öğreti olarak kabul etmeye başlayacağız? Başarılması gereken şey bu. Başarı, çevremizdeki her şeyle ne kadar iyi ilişki içinde olduğumuza bağlıdır. Torunlarıma umdukları, düzgün, barış içinde, her şeyin yolunda olduğu, sosyal bir dünya, miras bırakamadığım gerçeğinin farkındayım, bugün Etiyopya’da, Endonezya’da, Bolivya’da, Filistin’de, Israil’de yetişen her çocuk da, aynı umuda sahiptir.
Bütün topluluğu dikkate almalısınız. Yoksa ciddi sorunlarınız olur. Artık bütün dünyanın topluluk olduğunu görmek zorundayız ve birbirimize bu yönde dikkat etmeliyiz. Bu sadece insanoğlunun topluluğu değildir. Bu bitkilerin, hayvanların ve elementlerin topluluğudur. Bunu anlamaya gerçekten ihtiyacımız var. Bizi mutluluğa ve huzura götürecek olan budur. Şu an hayatlarımızda eksik olan budur. Buna maneviyat diyebiliriz. Fakat konunun aslı; huzur, birbirine bağlı olmaktan gelir. Bizim tanrısal özelliğimiz budur, bu bizim bir parçamızdır. Bunu gerçekten, içinizde, derinlerde hissedebilirsiniz. Bu inanılmaz muhteşem duygudur ve sahip olduğunuzda bilirsiniz. Bunu paradan alamazsınız. Bunu bağlanmaktan alırsınız. “Eğer bu ülkeye zarar vermiyorsa, nükleer silahlar yapmaya nasıl devam edeceğiz, ne demek istediğimi biliyorsunuz? Askeri endüstriye ne olur, hepimiz bir olmayı başarırsak? Bu ekonomiyi mahvedecektir. Her halükârda sahte olan ekonomiyi…” “Otlakçı olan ekonomidir. Hükumetin neden çatırdağını görüyorsunuz… “Koşulsuz sevgiyi tecrübe etme düşüncesiyle.” -Bill Hicks “İnanıyorum ki, silahsız gerçekler ve koşulsuz sevgi dünyada son sözü söyleyecektir.” Dr. Martin Luther King Jr. – 1929-1968
Kişisel varlığımızın bütününün, dünyamızdaki diğer her şeyin bütününe bağlı olduğunu bir kez anladığımızda, koşulsuz sevginin ne anlama geldiğini göreceğiz. Sevgi, önyargısız olarak, her şeyi kendiniz gibi ve kendinizi her şey gibi görmektir. Nitekim bir zamanlar hepimiz bir bütündük. “Hepimiz bir yıldızın merkezindensek, parçamız olan her atom bir yıldızın merkezindense, o halde hepimiz aynı şeyiz. Buffalo’da sokaktaki bir kola makinesi veya bir izmarit de, bir yıldızdaki atomlardan oluşuyor. Sizin ve benim gibi, binlerce kez dönüşüme uğradılar. Bu yüzden, o dışarıdaki şey benim sadece. Peki, ne var bundan korkacak? Teselli arayacak ne var? Hiçbir şey. Korkacak bir şey yok çünkü her şey biziz. Sorun, doğarken, adımız konarken, kimliğimiz olduğunda bölünmemizdedir. Birlikten ayrılıyoruz ve dinlerin istismar ettikleri budur.
Bazı insanlar, birliğin tekrar bir parçası olma arayışını alırlar ve bunu sömürürler. Buna tanrı derler, kuralları olduğunu söylerler, bence bu zalimcedir. Bence bunu din olmadan da yapabilirsiniz.” -George Carlin- 1937-2008. Dünya dışından gelen bir ziyaretçi, insan toplulukları arasındaki farklılıkları incelese, bulacağı benzerliklerin, farklılıklarla karşılaştırıldığında saçma sapan olduğunu fark eder. Hayatlarımız, geçmişimiz ve geleceğimiz, Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara bağlıdır…
Biz insanlar, tabiatı ve güçleri oluşturan atomları ve heykeltraşlığını yaptığı bu evreni gördük… Bizler, evrenin cisim bulmuş gözleri, kulakları, düşünceleri ve duygularıyız. En azından, kökenlerimiz hakkında meraklanmaya başladık… Yıldızları oluşturan yıldız tozu, milyar milyarlarca atomun organize bütünlüğü, tabiatın evriminin tasarlanması, çok uzun bir yoldan geçerek Dünya Gezegenindeki bilinç şeklini aldı. Bağlılıklarımız türlere ve gezegenedir. Dünya için konuşuyoruz. Kurtarmayı ve geliştirmeyi amaçladığımız zorunluluğumuz, sadece kendimiz için değil, aynı zamanda özümüzü oluşturan muazzam ve kadim kâinat için de sahiplenilmelidir. Hepimiz tek türüz. Bizler yıldız ışığını toplayan yıldız tozuyuz. Carl Sagan – 1934-1996
Birol Çetin
Dünyalılar