Günümüzde şehirde yaşayan bir insan ortalama olarak sadece bir günde 5000’e varan reklama maruz kalmaktadır. Bu yaklaşık 4 dakikada bir reklam anlamına gelir. Her şeyi yüzeysel bir biçimde kaydettiği düşünülen bilinçaltımız için bu inanılmaz bir yüklenme ve işin aslı düpedüz tecavüzdür.
İnsan, kendini ifade edebilmek, karşı cinse varlıklı, güçlü, sosyal statüsü yüksek ve doğurgan görünebilmek için kendisine medya ve toplum tarafından dayatılan ürünlere yönelmektedir. ABD’de –ve paralel olarak küçük ABD olan ülkemizde- son 20 yılda yükselen muhafazakârlık ve cinsel baskı içeren akımlar bu amaca çok güzel hizmet etmektedir. Üstelik görsel medya gün geçtikçe ahlaksızlaşıp, estetikten yoksun, bir nevi pornografiye dönüşürken, resmi ve dini söylemlerin tam tersi baskıyı artırır yönde olması, toplumdaki cinsel açlık seviyesini tavan yaptırarak işlerin çığırından çıkmasına sebep olmaktadır.
Tam olarak bu içgüdüye ulaşmak için reklamcılık ve pazarlama sektörleri uzun yıllar araştırmalar yapmıştır. Bunların ilk örnekleri Barneys ile ortaya çıkmış olsa da, belirgin olarak 60’larda Madison Avenue reklamcıları tarafından kullanılmaya başlamıştır:
Şirketler bir ürünü piyasaya sunmadan önce yaptıkları piyasa araştırmaları için anketler hazırlarlar ve bu anketlerde özellikle ilk soruları üründen ve şirketten tamamen bağımsız bir şekilde “babanızı hangi kelimelerle tanımlarsınız?”, “falanca güzel aktris sizin için ne ifade ediyor?”, “ailenizle ilişkileriniz nasıldır?” şeklinde sorarlar. Bunun üzerine ankete tabi tutulan kişiler ilk sorunun içeriği ve altında yatan cinsel çağrışımlar sebebiyle mantıklarını bir kenara bırakıp soruları içgüdüleriyle cevaplamaya başlarlar, savunmasız hale gelirler. Şirketlerin ve reklamcıların da tam olarak istedikleri budur: Ürünleri insanların mantıklarına değil içgüdülerine hitap edecek şekilde tasarlamak ve pazarlamak.
Günümüzde şehirde yaşayan bir insan ortalama olarak sadece bir günde 5000’e varan reklama maruz kalmaktadır. Bu yaklaşık 4 dakikada bir reklam anlamına gelir. Her şeyi yüzeysel bir biçimde kaydettiği düşünülen bilinçaltımız için bu inanılmaz bir yüklenme ve işin aslı düpedüz tecavüzdür. Zaten yozlaşmış değer yargıları toplumun neredeyse tamamını etkiliyorken, bir de bu kadar “statü” ve “kendini ispatlama” ürünü ve hizmetinin her an insanlara dayatılıyor olması, açıkça “tüketim çılgınlığı” diye tabir ettiğimiz duruma yol açmaktadır. Üstelik bu reklamlar sadece değer algısını ve kişisel tatmini tahrip etmez, aynı zamanda yığınla tektipleştirici (belli ürünlerin belli kitleler tarafından alınması gerektiği), seksist (çamaşır bulaşık gibi ev işleri, ev temizliği malzemesi reklamlarının sadece kadın odaklı olması veya kadınların erkekler için cinsel obje olarak sunulması) ya da yaş ayrımcısı(yalnızca genç/yaşlı odaklı ürünler) propagandaya maruz bırakır. Ekonomik ve sosyal sınıf farklılıklarını körükleyerek toplum barışını yok eder, insanların birbirlerine üstünlük sağlama hastalığını iyice maddi ve aldatıcı bir alana çeker.
Medyatiklerin satın aldıkları ve kullandıkları eşyalar, gittikleri yerler, hayat tarzları ve bu gibi özendirici bilinçaltı reklamcılığı (subliminal advertising) dışında, “bilinçaltı mesajı” olarak bahsedilen, görsellerin arasında gizlenmiş ve bilincimizin farkedemeyeceği kadar kısa bir sürede yanıp sönme ile, bilinçaltımıza komutlar işlenmesi ve bu komutların bizi tüketime itmesi şeklinde bir konu daha var. Ancak ünlü “Picnic” filmi deneyinin sonradan doğru olmadığının anlaşılması ve konuyla ilgili yeterli istatistik ve araştırma bulunmaması sebebi ile, genel anlamda bilimsel temele oturtamıyoruz.
Fakat “şeytani” formatta olmasa da, bu duruma örnek gösterilebilecek, gördüğümüz şeyin bize çağrışım yaptırmasıyla ürün veya hizmet hakkında olumlu fikir edinmemizi sağlayabilecek uygulamalar mevcut. Örneğin, kol saati reklamlarına dikkat ederseniz, neredeyse bütün saat üreticilerinin yayınladığı reklamlarda saatlerin çoğunluğunun 10′u 10 geçe resimlendiğini görebilirsiniz. Bunun sebebi saat 10:10′da akrep ve yelkovanın bir tik ( ✔ ) şeklini almasıdır. Aynı şekilde, haber kanallarına dikkat ederseniz, hemen hepsi haber bültenlerini ne iki saniye erken, ne üç saniye geç, tam o saatin başında başlatma gayretindedir. Bu titizlik gösterisinin sebebi ise, aslında kanalın verdiği haberlerin içeriğiyle hiçbir alakası olmayan, seyirciye “biz sözümüzü tutuyoruz – doğruyu söylüyoruz” mesajını iletme çabasıdır. Son bir örnek olarak ise, tüm dünyada milyonlarca insan tarafından kullanılan Facebook ve Twitter gibi sitelerin neden “mavi” renkte olduğuyla alakalı. İstatistiklere göre dünyada en fazla sayıda insanın en sevdiği rengin mavi olması ve psikolojik araştırmalara göre mavi rengin rahatlamaya, güven duymaya ve konsantre olmaya yardımcı etkisi sebebiyle, bu siteler dahil birçok internet sitesi sayfa temalarında ağırlıklı olarak mavi rengi kullanmaktadır.