Arka Bahçemiz

Apollo 11 Dünya’dan Ayrılırken

Neil Armstrong ve Vecihi Hürkuş… 16 Temmuz 1969 tarihinde, kızlarını kaybetmenin acısını taşıyan iki babanın yüreği birlikte ayrılırlar dünyadan!

1969 yılının 24 Temmuz günü, Ay’dan dönmekte olan Apollo 11 ile uzayda yapılan son televizyon yayınında, Neil Armstrong şunları söyler: “Yüzyıl önce Jules Verne, Ay’a yolculuk üzerine bir kitap yazmıştı. Onun Columbia adlı uzay gemisi, Florida’dan havalanmış ve Ay’a yolculuğunu tamamladıktan sonra Pasifik Okyanusu’na inmişti. Günümüz Columbia’sı yarın aynı Pasifik Okyanusu’nda gezegenimiz Dünya ile buluşmak üzere ilerlerken, bu yolculuğun mürettebatı olan bizlerin bazı duygu ve düşüncelerini sizlerle paylaşmasının doğru olacağını düşündük…”

Ay’a adım atan ilk insan olan Neil Armstrong’un dönüş yolculuğunda andığı Jules Verne, böylelikle hayatın verdiği en büyük edebiyat ödülüne adını yazdırır. Bu ödülü veren ise en büyük seçici kurul olan zamandır! Jules Verne’in Ay’a Seyahat adlı kitabıyla, dünyanın uydusuna yapılan ilk insanlı yolculuk arasında pek çok benzerlik kurulur. Her ikisinde de gemilerin adı aynıdır, aynı yerden fırlatılmışlardır, yolcuları üç kişidir ve dünyaya geri döndükleri yer aynı okyanustur. Söz konusu benzerlik defalarca dile getirilmiş, yazılmış olsa da ilginç olan ve bilinmeyen, Ay’dan Dünya’ya dönerken Armstrong’un da aynı benzerliklerin altını çizmesidir.

Oysa, Jules Verne’in hayatını değiştirecek olan çok istediği ama yapamadığı bir yolculuktur! Âşık olduğu kuzeni Caroline’e mercan bir kolye getirmek için Batı Hint Adaları’na gitmeyi düşündüğünde, Jules Verne on bir yaşındadır! Küçük Jules, hayalini gerçekleştireceği gemiyi de bulmuştur: “La Coralie…” Evden kaçış planı şöyledir: Limanda tanıştığı bir miçoyla anlaştığı gibi, geminin kalkışına birkaç dakika kala onun yerine La Coralie’ye binecektir. Bu amaçla, 1839 yılının bir temmuz sabahında erkenden kalkar ve sessizce evi terk eder… Ne garip, Jules Verne’in bu yolculuğundan tam 130 yıl sonra, yine bir temmuz sabahı Apollo 11 Ay’a doğru havalanacak ama geride, bir çocuğun ayak parmaklarının ucuna basarak çıkarmaktan korktuğu sesten çok daha fazlasını bırakacaktır.

Jules Verne’in evde olmadığı anlaşılınca, sabah yürüyüşüne çıktığı düşünülür. Annesi Sophie, oğlunu öğle yemeğinde de ortalıkta göremeyince endişelenir ve komşuları De Goyon’dan durumu kentteki eşine bildirmek için bir an önce yola çıkmasını, atını da dörtnala sürmesini ister…

Mathurine Paris, bir dönem dadılığını yaptığı Jules Verne’i sabahın erken saatinde kilise meydanından geçerken gördüğünü söyler. Bir denizcinin de, iki miçoyla birlikte limandaki La Coralie adlı gemiye doğru kürek çeken kentli bir çocuk gördüğünü söylemesi üzerine baba Pierre, bindiği son nehir gemisiyle La Coralie’nin peşine düşecek ve demir attığı Paimbouef Limanı’nda Jules Verne’i yakalamayı başaracaktır. Ekmek ve su dışında bir şey yemesi yasaklanan Jules Verne, yediği dayağın acısı henüz silinmeden annesine şu sözü vermeye zorlanacaktır: “Bundan böyle yolculuklara yalnızca hayallerimde çıkacağım…”

Olivier Dumas ve Volker Dehs gibi kimi biyografi yazarları bu öykünün doğruluğundan şüphe etseler de değişmeyen bir gerçek vardır; o da kaçış öyküsünde yerine geçeceği çocukları ikna etmek için para vermesi gibi, Jules Verne’in, Ay’a Seyahat kitabında anlattığı hayali uzay gemisinin de toplanılan paralar sayesinde yolculuğa çıkmış olmasıdır!

Ay’a Seyahat’te, Gun Club’ün başkanı Barbicane, “yeryüzündeki tüm iyi niyetli kişilere” seslenerek, yardım kampanyasına destek olmalarını ister. Viyana’dan Mexico’ya, Montevideo’dan Berlin’e kadar uzanan yirmi bir kentte yardım toplanan bankalar arasında “İstanbul’da, Osmanlı Bankası” da vardır. Jules Verne, 1865 yılında yazdığı Ay’a Seyahat adlı ünlü kitabında, düşlerindeki yolculuğa İstanbul’un destek olacağından şüphe duymamış ve şunları yazmıştır: “Türkiye cömert davranmıştı ama, bu konuda kişisel bir ilgi duyuyordu. Çünkü, onun yıllarının akışını, Ramazan ayı orucunu düzenleyen Ay’dır. Bir milyon üç yüz yetmiş iki bin altı yüz kırk kuruştan aşağı vermek ona yakışmazmış. Ne var ki, verilişindeki içtenlikte Babıâli’nin bir çeşit baskısı da hissedilmiyor değildi.”

Jules Verne’in Ay’a Seyahat kitabı, hayranı olduğu Edgar Allan Poe’nun Amerika’da bir gazetede takma adla yazdığı Ay hakkındaki yazılar, Miletoslu Thales’in MÖ 460 yılında Ay’ın Güneş tarafından aydınlatıldığı düşüncesini ortaya atması, Galileo’nun Ay gözlemleri gibi pek çok bilgiyi içermektedir. Fransız yazar, İstanbul’dan gönderilen paradan söz ederken, Ay’ın kültürümüzdeki yeri hakkında da bilgi vermeyi ihmal etmemiştir.

Jules Verne İstanbul’un ve bu kentte yaşayanların, düşlere ve Ay’a olan sevgisinin farkındadır. İstanbul da Jules Verne’i fark edecek ve yazarın 1875 yılında, Şeyh Yahya Efendi Matbaası’nda basılan ilk eseri, çevirmeni ne yazık ki bilinmeyen Seksen Günde Devr-i Âlem adlı kitabı olacaktır. Verne’in Türkiye’de tanınmasında en büyük pay sahibi olan, on dört kitabını çeviren ve yayımlayan Ahmet İhsan Tokgöz’ün, ünlü yazarın ölümü ardından Servet-i Fünun dergisinde çıkan yazısından bir bölüm okuyalım: “Jules Verne, Saint Michel I namındaki sekiz tonilatolik kotrasına biner, her sene bütün Fransa sahillerini dolaşırdı. Meşhur Seksen Günde Devr-i Âlem ile Deniz Altında Seyahat işte bu kotranın ufacık kamarasında vücut bulmuştur. Jules Verne ciddi bir mukarrir ve hakiki bir gemicidir.”

Şundan emin olabiliriz: İnsan, “hakiki bir gemici” olamasaydı Ay’a ulaşamayacaktı. Ne hayallerinde, ne de gerçekte!..

Sunay AKIN

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu