Arka Bahçemiz

Kahrolsun Bağzı Şeyler Yaşasın Klavye Şövalyeleri

Direniş başlayalı neredeyse bir ay oldu ve ben bu bir aydır tamamen iptalim. Direnişten başka hiç bir şey düşünemez, başka bir şey konuşamaz, yiyemez, içemez, uyuyamaz oldum. Bu da gayet normal aslında, çünkü gözlerimizin önünde bir tarih yazılıyor, gençler geçti önüne bir milletin, bütün dünyaya insanlık, eylemcilik, özgürlük dersleri veriyorlar. Biz de, yandaş medya sağolsun göstermemeyi tercih ettiği için, devrimi Twitter’dan takip ediyoruz.

Twitter başlı başına bir başka alem, kimin ne olduğunu ortaya koyma konusunda adeta bir turnusol kağıdı görevi görüyor. Direniş her alanda olduğu gibi Twitter’da da kendi dost ve düşmanlarını yaratıyor, kimisi ise her zamanki gibi temkinli bir mesafeyle yaklaşıyormuş gibi yapıyor olan bitene, ama onlar da kimseyi şaşırtmıyor çünkü çoğu her türlü önemli toplumsal olayda “ne şiş yansın ne kebap” kıvamında hem nalına hem mıhına tweetler atan, hangi tarafın bu kavga dövüşten karlı çıkacağını şu an tam olarak göremedikleri için, ne olur ne olmaz diye her iki tarafı da kızdırmamaya çalışanlar. Ben en çok bu cambazlara acıyorum aslında, ne zor bir şeydir kim bilir bu kadar şerin bu kadar zulmün içerisinden illa ve ısrarla bir “ama” çıkarmaya çalışmak.

“Evet çocuklar öldü çok üzüldük ama onlar da … yapmasaydı keşke “ gibi cümleler kurmak zorunda olmak. İnsan bu ama ve keşkelerin arkasında gerçekten bir vicdan olup olmadığını merak ediyor.

BİR TURNUSOL KAĞIDI OLARAK FACEBOOK VE KLAVYE ŞÖVALYELERİ

Buna çok benzer bir durum da sosyal medyanın bir başka etkin platformu olan Facebook’ta yaşanıyor. Bir millet ilk önce Facebook’ta özgürleşti sayın seyirciler, ne dolmuşuz, ne baskılamışız kendimizi, ne çok söyleyecek lafımız varmış da söyleyememişiz… Direnişle beraber Tayyip Erdoğan’ın “dokunulmaz adam” imajı orantısız mizah kullanılarak yerle bir edilince Facebook da adeta bir “isyan” yerine dönüştü…” Kahrolsun bağzı şeyler “ diyen herkes açtı ağzını yumdu gözünü …

O sıkça küçümsenen, alaycı gülüşlerle “klavye şövalyeleri bunlar “denilen insanlar sosyal medya başında hakiki birer kahramana dönüştüler. Bence “klavye şövalyelerinin” bu direnişte pek çok işlevi vardı birincisi insanlara “umut “ sağlamak … Kendisi bizzat eylemlere çıkamasa da, eyleme giden kızına Facebook’ta “Helal olsun kızım, sana içirdiğimiz sütler de helal olsun, gurur duyuyorum seninle babasının kızı “ yazan bir baba, sadece kendi kızına değil diğer direnen çocuklara da moral vermektedir bence …

Anadolu ajansının “zalim” bir üslupla “kendilerini Anneler diye adlandıran” bir grup diyerek, adeta hedef göstermeye çalıştığı, Gezi Parkı’nda direnen çocukların anneleri de Facebook üzerinden birbirlerini bulup organize olmuşlardı, unutmamak lazım.

Belli bir yaşın üstünde olan ya da gündüz iş yerinde oturmak zorunda olan insanlar ne yapsınlar? Onların da kanına direniş ateşi gimiş bir kere … En azından sosyal medya üzerinden beğendikleri fotoğrafları, köşe yazılarını, haberleri paylaşarak direnişten kopmadıklarını hisediyorlar. Kimse kusura bakmasın ama bu direnişin birlik-beraberlik üzerine kurulu ruhu en güzel sosyal medyada işliyor… Kimilerinin ısrarla önemini anlamamayı tercih ettiği Facebook ve Twitter’da aynı görüşü, aynı özgürlük aşkını, aynı isyanları paylaşan insanlar çoktan kardeş oldular bile… Ben direnişe katılan insanlar kadar, her ne sebeple olursa olsun sahaya çıkamayan ama klavye başından direnişe katılan şövalyeleri de çok önemsiyorum. Direnişi paylaşımlarıyla yaygınlaştırdıkları, korkuyu paylaşımlarıyla azalttıkları için …

TATLI SU FACEBOOK’ÇULARI

Ak Parti’ye oy verenlerin, RTE destekçilerinin Facebook’ta ve Twitter’da yazdıkları ve paylaştıklarını anlıyorum tabii ki… Onlar da kendi inandıkları yönde düşüncelerini belirtiyor, seslerini çıkarıyorlar, haklarıdır yapacaklar elbet… Beni itirazım ise günde bin tane paylaşım yaparken 31 Mayıs itibari ile ortadan kaybolan bir diğer grup arkadaşa …

Kardeşim ne derin mağaralarınız varmış , bir türlü çıkamadınız içinden… Orada öylece saklanmış havayı koklamaya devam ediyorsunuz, haydi eylemlere şiddet katıldı, provokatörler vardı, vesaire dediniz ve desteklemediniz. Peki ölen, öldürülen, gözü çıkan, sakat kalan çocukları nasıl görmezden geldiniz? Israrla söylenen “camiye girip içki içtiler, başörtülülere saldırdılar, polisimizi öldürdüler “ yalanlarını duyup da nasıl isyan etmediniz? Lütfen bana bu çocukların camide içki içtiklerine, başörtülüye saldırdıklarına, polis öldürdüklerine inandığınızı söylemeyin… Toma’lara karanfil atan, polise kitap okuyan, orada öylece duran gençlere iftira atıldığını en az bizim kadar siz de biliyorsunuz ve bu şeytani iftira kampanyası karşısında sesiz kalarak siz de suça ortak oluyorsunuz. Hani sessizlik karşısında susan dilsiz şeytandı? “Mahalle baskısı yapma “ filan gibi argümanlarla da gelmeyin bana, kardeşim memleket yandı, mahallesi mi kalmış bunun? Ülkesi zulüm altında inim inim inlerken başka tarafa bakan sizler, insaniyet ve vicdan adına ne yaptığınız konusunda ileride bize değil kendi çocuklarınıza hesap vereceksiniz…

AYOL RESMEN DEVRİM…

Sokaklardaki güzel çocuklar ise hepimize insanlık dersi verdiler… Hunharca girilip dağıtılmadan önce Gezi Parkı’nda dünya üzerinde belki de daha önce örneği görülmemiş güzellikte “demoratik” bir direniş vardı…“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” diyen TGB’liler de Parktay’dı mesela, Mustafa Keser’in askerleriyiz diye Kemalist’lerle dalga geçen çocuklarda ve beraberce Park’a atılan gaz bombalarını çıplak elleriyle geri fırlatmaya çalışıyorlardı.

“Ayyaşla anlaşırız biz yeter ki kalleş olmasın “ diyen antikapitalist Müslümanlar “Yasak ne ayol “ diyen eşcinsellerin biraz ilerisinde namaz kılıyorlardı … Galatasaray’lı Beşiktaş’lı , Fenerbahçe’li taraftar “Faşizme karşı İstanbul United” diyerek hep beraber yer sofrasına oturup kumanyalarını paylaşıyorlardı. Çarşı’nın cesur ve asil çocukları Park’takileri korumak için içerde nöbet bekliyordu …İşte Gezi ruhu tam da böyle bir şeydi , çocuklar, bizim çocuklarımız bize “Başka bir Ülke’nin, başka bir yaşamın” da mümkün olduğunu hatırlattılar… Orantısız hoşgörüleri, sevgileri, mizahları, sağduyuları ile bizi adeta büyülediler…Devrim’in silahla değil sevgiyle yapılacağını kanıtladılar… Keşke sırf bunun için öpseydik her birini …

Bundan sonra ne olacak diyenlere ; Bu devrim, bu direniş bitmez, özgürlük isteği bir alev gibi sardı herkesi, ” insanca yaşamak, kendi istediğimiz gibi sevmek, kendi geleceğimizi kendi bildiğimiz şekilde biçimlendirmek istiyoruz “ diyen bu çocukları artık durduramayız. Durdurmak haddimize de düşmez zaten, biz istediğimiz için sokağa çıkmadıkları gibi, biz çağırdık diye de evlerine girmeyeceklerdir çünkü. Şimdi ne mi olacak ? Çocuklar parklara çıktılar, demokratik platformlar kuruyorlar, tartışıyorlar, konuşuyorlar, büyüyorlar, demokrasi için direnmekten vazgeçmeyecekler … Hiç kimse endişe etmesin, çocuklar bir yolunu bulacak …

Direniş dolu günler diliyorum

Ayşe Deniz

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu