Çevre

Kapitalizmin Yıkım Karnesi

Devasa boyutlu küresel bir ekolojik yıkım ile yüz yüzeyiz…

‘Uluslararası Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Bilim-Politika Platformu’nun (IPBES) raporuna göre, “Doğanın büyük bir kısmı zaten kayboldu, kalanı ise gerilemekte… Karasal çevrenin yüzde 75’i, deniz çevresinin yüzde 40’ı ve akarsuların yüzde 50’si önemli bozulma işaretleri veriyor.”

Evet yeryüzünün yüzde 40’ından fazlası artık tarımsal veya kentsel alanlara dönüştü.

Okyanusların sadece yüzde 13’ü ve karanın sadece yüzde 23’ü hâlen “doğal” olarak sınıflandırılabiliyor.

Topraktaki bozulma, yeryüzündeki tarımsal üretimi yüzde 20 oranında azaltarak, 3 milyarı aşkın kişiyi etkiledi. 1990 ile 2015 arasında küresel ormanlık alanlar yüzde 6 oranında azalarak, 4.28 milyar hektardan 3.99 milyar hektara geriledi.

Dünya nüfusunun yüzde 60’a yakınının kentlerde yaşadığı koşullarda, kentsel alanlar 1992’den beri ikiye katlandı. Kirlilik düzeyini belirlemek daha zor, ancak gübre kullanımı arttı.

Gezegende kullanılmış ve kirletilmiş suyun yüzde 80’i çevreye dökülüyor ve aynı zamanda 300 ila 400 milyon ton ağır metal, çözücü, kimyasal çamur ve diğer atıklar her yıl sulara bırakılıyor. Böylece, dünya nüfusunun yüzde 40’ından fazlası temiz suya erişemiyor.

Her yıl milyonlarca ton plastiğin döküldüğü okyanusların sağlığı da iyi durumda değil. Balık avı endüstrisine bağlı 70 bin gemi, denizlerin en az yüzde 55’ini kullanıyor. Temel balık stoklarının yüzde 75’ine yakını bugün tüketilmiş veya aşırı işlenmiş durumda.

Bilim insanları gezegende 8 milyon dolayında hayvan ve bitki türü olduğunu tahmin ediyor. Ancak bunların 1 milyonu tarım, balık avı veya küresel ısınmanın baskısı altında yok olma tehlikesi yaşıyor.

Uzmanlar, türlerin yok olma oranının her an ani bir hız kazanabileceği uyarısını yapıyor. 3 bin dolayında omurgalı ve 40 bini aşkın bitki, yaşam alanlarına verilen zararlardan dolayı daha şimdiden yok olmaya mahkûm edilmiş durumda.

‘IPBES raporuna göre, dünyadaki bitki ve hayvan türlerinin yüzde 12’si tükenme tehlikesiyle karşı karşıya”yken ve de ‘Dünya Doğayı Koruma Vakfı’ (WWF) ile ‘Küresel Ayak İzi Ağı’nın ‘Dünya İnliyor’ raporuna göre de, “Avrupalılar, kıtanın doğal ekosisteminin sunduğundan iki kat daha fazla kaynağı tüketiyor”ken; bu kadar da değil!

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) açıkladığı rapora göre, dünya genelinde biyoçeşitliliğin azaldığına dair kanıtlar artmakta ve bu durum, gıda arzı ve çevre için “büyük bir tehdit” oluşturuyor.

“Gıdalarımız için kritik önemde olan bitki, hayvan ve mikroorganizmalar yok olduğunda, bunun geri dönüşü yok,” denilen rapora göre, biyoçeşitliliğin azalma nedenleri ise çok fazla. Orman varlığının azalması, dağların ve yaylaların imar, maden ve enerji amaçlı yağmalanması, akarsuların, denizlerin ve yeraltı sularının hızla kirlenmesi, küresel iklim değişimi gibi birçok neden biyoçeşitlilik üzerinde adeta soykırıma yol açıyor.

Biyoçeşitlilik azalırken aynı zamanda tarımsal üretimde de ciddi düşüşler yaşanıyor. Tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı, biyoçeşitliliği katleden tarım ilaçları, arazilerin sınaî ve kentsel atıklarla kirletilmesi vb. nedenler, gıda üretiminin tehlikeli biçimde azalmasına yol açıyor.

Durum o denli vahim ki doğa tahribatı ve iklim değişikliğinin türlerin yok oluş hızını arttırdığı ve altıncı büyük yok oluşa neden olabileceği belirtiliyor.

Yine IPBES’in verilerine göre: 1700’de var olan sulak alanların yüzde 85’i 2000’de kaybedildi…

İnsansal faaliyetler dünyada bulunan kara parçalarının yüzde 75’ini etkiledi…

Ormanların yüzde 50’si tarımsal faaliyetlere açıldı…

İklim değişikliğinden ötürü karada yaşayan memeli hayvanlar yüzde 47 oranında zarara uğradı…

Amfibilerin nesli yüzde 40 oranında tükendi…

2015’ten bu yana balıklarda aşırı avlanmadan ötürü yüzde 33 azalma yaşandı. Deniz memelilerinin türleri yüzde 33 oranında azaldı…

‘Berlin Doğa Tarihi Müzesi’ araştırmacılarından Emrah Çoraman, “Doğa tahribatı, türlerin yok oluş hızını arttırdı. Soyu tükenen türlerin sayısı o kadar hızlı artıyor ki, bilim insanları bunun altıncı büyük yok oluşa neden olacağını düşünüyor… Yakın gelecekte iklimin daha da ısınması, canlı türlerinin büyük kısmını ortadan kaldırabilir,” diyor.

* * * * *

İnsanların ormanları yok edip yerlerine yerleşim alanları açarak biyolojik çeşitliliği azaltmalarının Covid-19 ve benzeri pandemileri yaygınlaştırdığı artık biliniyor. Peki, bu nasıl oluyor? 6 kıtadan yaklaşık 6 bin 800 ekolojik topluluğun incelendiği yeni bir araştırma bunun nedenini açıklığa kavuşturdu:

Kimi canlı türleri yeryüzünden yok olurken, sıçanlar ve yarasalar gibi yaşamlarını sürdürmeyi becerebilen türler bir olasılıkla insanlara da sıçrayabilecek tehlikeli patojenlere ev sahipliği yapıyor. Londra University College’den Kate Jones tarafından yürütülüp; sonuçları 5 Ağustos 2020’de ‘Nature’ dergisinde yayımlanan araştırma; doğanın tahribatı ve biyoçeşitliliğin yitimi ile salgın hastalıklar arasında bağlantıya yeni kanıtlar ekledi.

Afrika’da kıtlığa yol açacak olan çekirge istilası Türkiye’nin sınırlarına da dayanmış durumda. İklim değişiminin önemli sonuçlarından biri olan çekirge istilası, sadece Kenya’da bir gün içinde 85 milyon kişiyi besleyebilecek tarımsal üretimi yok etti. İstilanın ana nedeni okyanus akıntılarına bağlı olarak değişen iklim koşulları olarak görünüyor. FAO’ya göre yaklaşık 800 milyon kişinin gıdaya ulaşımı tehdit altında.

* * * * *

Kapitalist büyüme kaçınılmaz olarak, ekolojik yıkımı tetikliyor…

Nitekim son 25 yılda 50 bin hayvan türü yok oldu…

Biyolojik çeşitlilik hızlı bir tempoyla yok olmakta. Kapitalizm için vazgeçilmez olan madenler ve enerji kaynakları azalmakta, tükenmekte, tabii pahalılaşmakta…

Tatlı sular kirlendi ve azaldı. Dünya Sağlık Örgütü’nün verdiği rakamlara göre sanayileşmiş ülkelerde kanserin yüzde 62’si sanayi çıkışlı yiyeceklerin ve çevre kirlenmesinin sonucu…

Dünya Bankası’nın raporuna göre, dünyanın en büyük 500 özel şirketi, bankalar da dahil, dünya GSYH’sının (gelirinin) yüzde 52’sine el koyuyor ve bunlar hiçbir denetime tabii değiller. 2017 yılında en zengin 8 milyarderin serveti 3.6 milyar insanın geliri kadardı…

Geride kalan 5 yılda süper zenginlerin (10 milyar dolar ve üstü serveti olanlar) serveti yüzde 21 arttı…

İnsanlığın yoksul öteki yarısının geliri de yüzde 18 azaldı…

Zira, kapitalizm dahilinde yoksulluk yaratmadan zenginlik yaratmak mümkün değildir… Tabii durum böyle olunca her 5 saniyede 10 yaş altında 1 çocuk açlıktan ölüyor…

2 milyar insan uygun ve düzenli içme suyundan mahrum… Oysa, ‘Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’, tarımın 12 milyar insanı doyurabilecek potansiyele sahip olduğunu ileri sürüyor. Şimdilerde Güney denilen yeni sömürge statüsündeki ülkelerde salgın hastalıklar almış başını gidiyor…

Evet ‘Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) yıllık ‘Ticaret ve Kalkınma Raporu’nda (TKR) vurgulandığı üzere, hiper-küreselleşmenin kuralları değiştirilmedi. Neo-liberalizmin gündemi sürekli olarak “yık, yak ve yok et” biçiminde sürdürülmekte. Sonuç ise eşitsizlik, borçluluk, istikrarsızlık, yetersiz yatırımlar ve sosyal şiddet oldu. Dolayısıyla, aslında finansal çöküşün hazırlayıcıları gezegenimizin ekolojisinin çöküşünün de sorumlusudur. “Finansal sistemin sağlığı” adına atılan adımlar, “çevrenin sağlığını” tehdit etmektedir.

Bunlara bir de “otomobil uygarlığı”nın “karbon ayak izleri”ni eklersek; karbondioksit emisyonunun kapitalizmin özgün bir üretim tarzı olarak şekillenerek, sanayi devrimiyle yaygınlaşmaya başlamasına kadar hiç değişmediğini görürüz. Karbondioksit (CO2) emisyonu kapitalizmle birlikte başlıyor, hızla, özellikle, Fordist, hidrokarbon kapitalizminin yayılmaya başlamasıyla birlikte tırmanıyor.

Nüfus artışına ilişkin veriler de bu sonuçlarla uyum içinde. Kapitalist üretim tarzı şekillenene kadar 1 milyarın altında kalan dünya nüfusu, 1800- 1900 arasında ikiye katlanmış. Ondan sonraki yüz yılda da dört kattan fazla artarak 9 milyara ulaşmış. Peki, bu insanların yaşam alanlarındaki gelişmelerle yukarıdaki veriler arasında bir ilişki var mı? Kentleşme hızını gösteren grafiklere baktığımızda kapitalist üretim tarzının gelişmesinin baş döndürücü bir kentleşme hızıyla atbaşı gittiğini görüyoruz.

Özetle, kapitalizmin özgün bir üretim tarzı olarak şekillenmeye başlamasını, sanayileşmeyle, kentleşmeyle, hızlı nüfus artışıyla, CO2 emisyonuyla canlı türlerinin tükenme eğilimini ilişkilendirdiğimizde şu sonuca varmak kaçınılmaz oluyor:

Bu tükenişten, on binlerce yıl, doğa üzerinde yıkıcı bir etki yapmadan yaşamayı başaran “insan” değil, son üç yüz yılda gelişen, kendi insanını yaratan kapitalist üretim tarzının yaşam biçimi sorumludur.

* * * * *

Sürdürülemez kapitalizm yaşama kastediyor; kirletiyor; yıkıyor; yok ediyor!

Hızla sıralıyoruz…

i) ‘Environmental Research’ dergisindeki araştırmaya göre, dünya üzerinde 15 yaş ve üzeri insanlarda her beş ölümden birinin sebebi hava kirliliği.[Çalışma, fosil yakıtların yakılmasından kaynaklı ölümlerin 2 kat daha fazla olduğunu gösteriyor…

ii) ABD ‘Sağlık Etkileri Enstitüsü’nün ‘Küresel Hava Durumu 2020’ raporuna göre, 2019’da hava kirliliği yaklaşık yarım milyon bebeğin yaşamlarının ilk ayında ölümlerine yol açtı. Yine 2019’da, dünya genelindeki 6.7 milyon ölüm uzun süre hava kirliliğine maruz kalmaktan kaynaklandı…

iii) Araştırmacılar her yıl dünyada yaklaşık 8.8 milyon, Avrupa’da yaklaşık 800 bin kişinin hava kirliliği yüzünden yaklaşık 2 yıl daha erken öldüğünü açıklandı. ‘European Heart Journal’ bilim dergisindeki araştırmaya göre, bu sayı dünyada tütün tüketiminden ölen insanların sayısından çok daha fazla…

iv) Almanya Mainz Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Profesör Thomas Münzel, hava kirliliğinin sigaradan daha fazla ölüme neden olduğunu, sigaradan kaçışın mümkün olduğunu ancak kirli havadan kaçılamadığını söyledi. WHO da hava kirliliğinin “yeni sigara” olduğu açıklamasını yaptı. Araştırmalar, Avrupa’da hava kirliliğinden kaynaklanan ölümlerin, sigaradan ölenlerden daha fazla olduğunu ve önceki tahminlerin iki kat üzerinde olduğunu ortaya çıkardı. ‘The European Heart Journal/ Avrupa Kalp Gazetesi’ndeki haberde, kirli havanın önce akciğeri vurduğunu, bunun da kan dolaşımı ve kalp rahatsızlıklarını tetikleyerek solunum hastalıklarından ölenlerin sayısını ikiye katladığı anlatıldı.

v) Dünya hava kalitesi indeksi verilerine göre her 10 kişiden 9’u her nefes alışında sağlığa zararlı hava soluyor. WHO’ya göre soluduğumuz havanın bir metreküpünde sınır partikül 20 MG iken, Türkiye’de kabul edilen bu sınır ise 4. 1 MG partikül.‘Temiz Hava Hakkı Platformu’nun, ‘Kara Rapor 2020: Hava Kirliliği ve Sağlık Etkileri’ raporuna göre, 2019’da, Türkiye’de hava kirliliği (PM10) yeterli veri olan 51 ilin yüzde 98’inde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün sınır değerlerinin üzerinde gerçekleşti…

vi) Birmingham, Leicester ve Harvard Üniversiteleri’nin ortak araştırmalarına göre 2018 yılında fosil yakıt kaynaklı hava kirliliği dünya çapında beş ölümden birine sebep oluyor.

“Hava böyle de ya denizler” mi?

Greenpeace’in gemisi Rainbow Warrior, Filipinler’deki yolculuğunda plastik kirliliğini gözler önüne serdi. Kampanya Sorumlusu Abigail Aguilar “Bu görüntüler, hızlı tüketim ürünleri satan şirketlerin sorumsuz tek kullanımlık plastik üretiminin çevremizi nasıl tehdit ettiğinin inkâr edilemez bir kanıtı. Eğer Nestlé ve Unilever gibi büyük şirketler, tek kullanımlık plastik üretimlerini azaltmazsa Verde Adası Geçidi gibi ‘cennet’ yerler kaybolacak,” derken; ‘İngiltere Ulusal Okyanus Bilimi Merkezi’nin, araştırmasına göre, 21 milyon ton atık okyanusu kaplamış ve ‘Avrupa Çevre Ajansı’nın raporunda, Batı Akdeniz’den alınan balıklardaki cıva yoğunluğu dikkat çekiliyor…

* * * * *

Harvard Üniversitesi’ndeki ‘Chan School of Public Health’ten Joel Schwartz, “CO2 emisyonları bağlamında fosil yakıtların yakılması ve iklim değişikliği tehlikesinden sık sık bahsediyoruz. Potansiyel sağlık etkileri göz ardı ediliyor,” derken; ‘Environmental Research’ bilim dergisindeki araştırmaya göre, 2018’deki 8 milyonu aşkın erken ölümün nedeni kapitalist üretimin yol açtığı fosil enerji kirliliği…

“Sanayi Devrimi”nden beri fosil yakıtların yakılması sonucunda gerçekleşen CO2 ve diğer sera gazı atıklarının atmosferde yoğunlaşmasının gezegenimizin sıcaklığında ortalama 1 derece artışa neden olduğunu; yüzyılın sonuna kadar bu artışın ivmelenerek süreceğini ve gezegenimizin iklim deseninin kalıcı olarak değişime uğrayacağının bilimsel olarak kanıtlandığını bilmeyen var mı?

Ulaşılan kritik eşikte soru(n) “Ne Yapmalı?”da düğümleniyorken unutulmasın: David Harvey’in deyişiyle “İklim değişikliğinin maliyetleri gözeten bir karbon fiyatı gerçekten uygulansaydı, kapitalizm çoktan iflas ederdi.”

Kapitalizmin her ne pahasına da olsa daha çok kâr ve daha fazla tüketim çılgınlığına dayalı toplumsal örgütlenmesi, küresel ısınma tehdidine karşı mücadelenin önündeki en önemli engel olarak gözüküyorken; Karl Marx’ın, “Kuşkunuz olmasın ki, darağacında asacağımız en son kapitalist, kendisini asmak için kullanacağımız ipi bize satıyor olacaktır,” sözünü anımsamak çözümleyicidir.

Kaldı ki ‘Dünya Meteoroloji Örgütü’ (WMO), atmosferdeki iklime zararlı sera gazı oranının en yüksek seviyeye ulaştığını açıklarken; her yıl sıcaklık değerlerinin yeniden rekor kırması, Avustralya sahillerinde mercanların yok olması, Antarktika’daki buzulların erimesi, Akdeniz havzasından ABD’nin batı yakasına uzanan orman yangınları iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini net biçimde ortaya koyuyor…

Örneğin WMO’nun verilerine göre, atmosferdeki CO2 oranı 403.3 ppm’den 405.5 ppm’ye yükseldi. Atmosferdeki CO2 oranı sanayileşmeden önceki döneme, örneğin 1750’ye kıyasla yüzde 46 oranında artmış durumda. Metan gazının oranı ise milyarda 1859 birime yükseldi. Bu da sanayileşme öncesi döneme göre, yüzde 257’lik bir artışa tekabül ediyor. 1750’den beri dünyada ortalama sıcaklık bir derece dolayında yükseldi.

Kimse inkâr edemez! Çekilmez hâle gelen sıcaklığın, yangınların, kuraklığın asıl nedeni atmosferdeki CO2 gazlarının artması. Bu gazların üretimini asıl olarak sanayileşmiş ülkeler; Çin (yüzde 28.03), ABD (yüzde 15.9), Hindistan (yüzde 5.81), Rusya (yüzde 4.79), Japonya (yüzde 3.84), Almanya (yüzde 2.36) gerçekleştiriyor.

Verileri alt alta topladığımızda sanayileşmiş altı ülke tarafından salınan zehirli gaz oranı yüzde 60’a varıyor, ki bu mevcut tablonun asıl sorumlularının kimler olduğunu da gösteriyor.

Mesela Almanya’da CO2 emisyonunun yarısını enerji sektörü, rafineriler ve kömür gibi katı yakıt üreticileri gerçekleştiriliyor. Asıl etkiyi büyük tekeller yapıyor. ‘Der Spiegel’in verilerine göre, Almanya’da toplam zehirli gazların yüzde 34’ünü enerji tekelleri, yüzde 18’ini ulaşım, yüzde 15’ini konut ısınması (kalorifer) oluşturuyor.

CO2 emisyonunun azaltılması bakımından oldukça önemli bir yere sahip olan ulaşım konusunda somut bir ilerleme sağlanabilmiş değil. Sokağa çıkan gençler ısrarla toplu taşımanın yaygınlaştırılması, dolayısıyla ucuzlatılması, hatta ücretsiz hâle getirilmesini talep ederken, yerel ve federal düzeydeki yöneticiler kulaklarını tıkamaya devam ediyor.

Bu yönde atılacak bir adımda en büyük darbeyi otomobil tekelleri alacak. Özellikle de kent merkezlerinde hava kirliliğine neden olan büyük araçları üreten şirketler. Der Spiegel’de yer alan verilere göre, çevreye en fazla zarar veren büyük lüks cipleri üreten tekellerin başında BMW (Toplam araç üretimin yüzde 43’ü), Audi (yüzde 40), Daimler (yüzde 32) ve WV (yüzde 27) geliyor.

* * * * *

Egemen söylemin “insan edimi” olarak açıklamaya kalkıştığı ve her biri bir diğeriyle etkileşim hâlindeki “Küresel Isınma”, “İklim Değişikliği” ya da “Sera Gazı Etkisi” gibi kavramlar, özellikle son 10-15 yıldan beri gündelik tartışmalara daha fazla damga vuruyor ki, bu da sürdürülemez kapitalizm şahsında nedensiz değil!

Bilindiği gibi sera etkisi, özellikle fosil yakıtların tüketilmesi sonucunda ortaya çıkan CO2 ve metan gibi zehirli gazların atmosfere salınması ve giderek atmosferdeki oranlarının yükselmesi sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. Atmosferde zehirli gazların oranının artması ise, normal koşullarda yerküreden yeniden uzaya yansıtılan güneş ışınlarının bir kısmının oluşan bu katman yüzünden uzaya dönememesi, yani yerkürede kalmasına yol açmaktadır. Bu süreç, yerkürede ısının giderek artacağı yönündeki tezleri güçlendirmektedir. Küresel ısınma tartışmaları, XIX. yüzyıl sonları ve XX. yüzyıl boyunca gündeme gelse de, esas olarak 1980’li yıllarda başlamıştır.

Kimilerinin “İklim Kapitalizmi” adını verdikleri küresel ısınma ve iklim değişikliğinin tamamen dünya karbon piyasaları tarafından şekillendirildiğine dikkat çekilmeliyken; yerküreyi tehdit eden küresel ısınma ve buna bağlı iklim değişiklikleri artık önlenemez seviyelere ulaştığı da görülmelidir.

Kutuplarda buzulların erimesiyle birlikte kıyı bölgelerde bulunan verimli arazilerin deniz suyu ile dolması an meselesi. İklim mücadelesi ile ilgili öngörülerin hepsi yeniden değerlendirmeye muhtaç olduğunu gösteren gelişmeler dünyayı büyük bir ekolojik felakete sürüklüyor. Küresel ısınma nedeniyle kutuplarda sıcaklıklar 21 dereceye ulaşırken felaketler artık daha yakın.

Küresel ısınma, 1980’lerde belirginleşirken, 1990’larda ise yüksek değerlere ulaştı. Özellikle 1998, güvenilir aletli gözlemlerin başladığı 1860’den beri en sıcak yıl olarak kayıtlara geçti. 1998, en sıcak yıl olarak kayda geçerken, aynı zamanda daha önce hiç görülmemiş sayıda afet yaşandı. 1998’de 240 kuvvetli fırtına, 170 taşkın ve 190 orman yangını, çok sayıda şiddetli kuraklık olayı, sıcak ve soğuk hava dalgaları yaşandı.

İsviçre’nin Zürih kentindeki ETH Üniversitesi araştırmasında, iklim değişikliğinin 2050’ye kadar Kuzey ülkelerindeki sıcaklıkta hissedilir değişiklikleri yaşanacağına dikkat çekildi. Avrupa’da yaz mevsimi ortalama 3.5 derece, kışlar şimdikinden 4.7 derece daha sıcak olacakken; Exeter Üniversitesi’nden James Dyke, “Benim için bu çalışmadaki en etkileyici nokta, Ekvator çizgisine yakın 100 kentin, insanlık tarihinde daha önce görülmemiş iklimleri yaşayacak olmaları,” vurgusuyla ekledi:

“Bu durum da bu şehirlerin hâlâ yaşanılabilir olup olmayacağı sorusunu gündeme getiriyor. Büyük bir yerinden olma ve göç senaryosuyla karşı karşıya kalabiliriz.”

Görüleceği üzere iklim krizi küresel ısınmadan kaynaklanıyor. Küresel ısınma da öncelikle atmosferdeki CO2 gazlarındaki artıştan. Sanayi kapitalizmi öncesinde, atmosferdeki CO2 oranı milyonda 280 idi. Bugün bu oran 410’a ulaştı. 1970’lerde yapılan öngörüler, küresel ısınmada sanayi öncesi düzeye göre 2 derecelik artışa insanlığın uyum sağlayabileceği yönündeydi. Belki Asya ile Amerika arasındaki kuzey geçidi buz kırıcılara gerek kalmadan geçilebilecekti.

Bugünlerde 1 derece artışı geçtik ve uygarlık daha şimdiden büyük bir basınç hissediyor. Kuzey geçidi ise artık her yıl düzenli olarak açılıyor. Dünyadaki suları buz hâlinde tutan kutuplardaki buzlar da eriyor. En son araştırmalar Grönland’ın buz tabakasının erimesinin hızlandığını, bu erimenin kuzey yarım küredeki hava akımlarının düzenini bozmaya başladığını gösteriyor.

BM İklim Paneli’nin bulgularına göre, önümüzdeki birkaç on yıl içinde atmosferdeki, CO2 oranı milyonda 450’ye ulaşacak. O zaman küresel ısınmada 2 derece artışa ulaşmış olacağız. Küresel ısınmadaki ve etkilerindeki artışta bir hızlanma olduğunu düşünen kimi araştırmalar, CO2 oranının milyona 500 oranına doğru gittiğini düşünüyorlar. Yaklaşık 3 milyon yıl önce, atmosferdeki CO2 oranı o düzeye ulaştığında deniz seviyesi bugüne kıyasla yaklaşık 45 metre daha yüksekti. Bu öngörüler, şu iki etkeni esas alıyor. Birincisi donuk topraklar çözünerek metan gazı atmosfere salınıyor. İkincisi yoğun kentleşmenin getirdiği et talebiyle artan hayvancılık da metan gazının atmosfere salınımını artırıyor. Metan gazı, küresel ısınmaya CO2’den 20 kat daha fazla etki yapıyor. Kısacası bu kapitalist uygarlık koşullarında insanlık, genel olarak canlı türlerinin geleceği, büyük ve gittikçe hızlanan bir tehlike ile yüz yüze.

Örneğin fosil yakıt ısrarı, ormansızlaştırma, bilinçsizce madenlerin açılması gibi unsurlar hem biyo çeşitliliği azaltıyor; hem de iklim değişikliğine neden olarak gezegende geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açıyor. 2015 tarihli Paris Anlaşması’nın kararlarına rağmen fosil yakıt kaynaklı sera gazı salımı 2018’de 2017’ye göre yüzde 2.7 arttı…

* * * * *

Kapitalist sermayenin satın aldıkları aksini “iddia” etseler de; tekrar pahasına bir kez daha altını çizelim: “İklim Krizi” gerçeği tam da bunlardan kaynaklanıyor yani “İklim krizinin nedeni, kapitalist üretim ilişkileridir”!

Rakamlara devam edelim:

  • 2019’un ilk yarısında dünya çapında doğal afetlerin verdiği zarar 73 milyar doları aştı…
  • 2020’nin iklim krizinin sonuçlarını paylaşan Greenpeace, 350 bin kişinin hayatını kaybettiğini, en az 17 milyon kişinin de evlerini terk etmek zorunda kaldığını belirtti…
  • ABD Hükümeti’nin 23 Kasım 2018’de yayımladığı 1600 sayfalık ‘İklim Değişikliği Değerlendirme’ raporu, küresel ısınma ile buzulların, kar tabakalarının erimeye, deniz seviyelerinin yükselmeye, ısınmaya, asit oranlarının artmaya, denizlerde yaşayan canlıların daha serin sulara doğru göçmeye başladığına işaret ederek, “Gezegenin ısınmaya devam ettiğinden hiç şüphe yok,” diyor…

* * * * *

9 Mart 2021

Temel Demirer – Sibel Özbudun

KAPİTALİZMİN “SON” ÜRÜNÜ=EKOLOJİK YIKIM başlıklı yazı kısaltılarak yayınlanmıştır.

Dünyalılar

Son yazılarımıza göz gezdirmek isterseniz…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu