Arka Bahçemiz

Kutsal Siyaset

Kutsal Siyaset

Savaşı meşrulaştıran, ölümü kutsallaştıran, vergi ödemeyi insani görev olarak niteleyen, vatan-millet aidiyeti ile insani değerlerin içini boşaltan ve tüm yönetilme pratiklerini doğal olarak algılamamıza neden olan siyaset, bilim olarak ne kadar gerçekçi?

Modern toplum içinde bilim ve siyasetin yakınlaşma nedeni, birbirlerinin sınırlarını koruma işlevidir. İnsanları tüm boyutlarıyla, ele alma ve bunları egemenlik temelinde buluşturmak bilim ve siyaset ittifakını zorunlu kılarken, bu egemenliği korumak görevi de yine bilime ve siyasete aittir. “Teknoloji ortamında, kültür, politika, ekonomi, tüm alternatifleri yutan ya da püskürten bir en-güçlü sistem ile kaynaşırlar. Bu sistemin üretkenliği ve büyüme gizilgücü toplumu sağlamlaştırır ve teknolojik ilerlemeyi egemenlik çerçevesi içeresine sınırlar. Teknolojik akılcılık politik akılcılık olmuştur.” [1]

Bilim; bilimsel siyaset tanımlamasıyla kutsallık özelliğini, siyasetin kullanmasına izin verir. Siyaset ise bu kutsal alanı koruyarak hem kendi hem de bilimin güvenliğini sağlar. Bilim, siyasete toplumu yönetme ve yönlendirme gücünü verir. Bilim siyasetle elde ettiği sonuçları da paylaşarak, toplumun öngörülmesinde siyasete katkı sunar. Siyaseti, bilim olmaya götüren araçlardan biri de sosyolojidir. İstatistikler, gözlemler, anketler vs. yöntemler siyasete toplum yönetiminde öngörülebilirlik avantajını sağlamıştır. Toplumun öngörülebilirliğinin arkasında, pozitivizmin fiziksel değişmezlik yasalarını topluma uygulanabilir hale getirmesinin payı büyüktür. Bilim tarafından toplumun öngörülebilirliğinin elde edilmesi, özellikle siyasetin işine yaramıştır. Siyaset, bu öngörülebilirlik sayesinde eylemlerini daha da netleştirmektedir.

Yönetilme pratiğinin, kullandığı diğer bir bilim dalı ise psikoloji. P. Bourdieu’nun ifade ettiği üzere sembolik baskı doğrudan baskıdan çok daha etkilidir. İşte sembolik baskının en etkili argümanlarını, psikoloji bilimi siyasetin hizmetine sunar. Yönetiliyor olmayı kabulleneli çok oldu. Ama bizi temsil edileceğine ve yönetme becerisine sahip olduğunu düşündüğümüz partiler tamamen totaliter uygulamaların, mensupları tarafından içselleştirildiği topluluklar olmaktan öteye gidemezler. Siyasi birkaç düello, birkaç siyasi çatışma hali mevcut hizipleri güçlendirir. Hatta çatışma ne kadar güçlüyse bilinçdışı süreçler o derece ortaya çıkar. Bu durum oy verdiğimiz partiye yersiz bir aidiyet geliştirmemize ve partinin anti demokratikleşen yapısını kabullenmemize neden olur. Tek adamların dizginlediği bu yapılanmalar bizi temsil edebilecekken siyasetin meşruluğundan kim bahsedebilir ki. İşte bilim diye etiketlediğimiz siyaset bilimi bu durumu hakikat haline getirir

Bilinçaltına oynayan bu süreç ve sonrasında gelişen yanlış aidiyet bizi gerçek hissettiğimiz ve düşündüklerimizden uzaklaştırır. Muhalefeti destekliyor olsanız bile statükonun dayattığı sınırlar başka türlü düşünmenin önünü kapar. Genel anlayış olarak sınırların kalkmasını isteyip ülkenize sığınan mültecilere tahammülsüz davranabilirsiniz ya da yurtta sulh cihanda sulh deyip başkalarının kirli savaşlarına asker gönderme yanlısı olabilirsiniz. Bilinçaltına yönelme bu kadar etkiliyken psikoloji bilimi ile yakınlaşma kaçınılmaz oldu. Ve siyaseti psikolojik tekniklerden yararlanması açısından daha bilimsel hale getirdi. Bir taşla iki kuş.

Siyasetin değişmez kurumsal yapısının arkasında iç bağlantıları gizleme amacı da vardır. Özellikle pozitivizm tarafından değişmezlik özelliğini alan siyaset kurumu (çünkü Comte’a göre belli evreler değişse de kurumlar değişmez. Değişen sadece ilişki yapılarıdır.) tüm ilişki ağlarını zorunlu ve doğal gibi gösterir. Çok yoğun iş bölümü ile parçalanan işler arasında memur genel işleyişi ve mantığı kavrayamaz. Çünkü kendi yetki alanı ona, makinavari bir işleyişin sadece küçük bir hareketini kavrayacak kadar bir bakışa sahip olmasına izin verir. “Bu toplumsal, yaşamsal, konumsal bağlılıktan dolayı memur, her bir resmileşmiş yasanın arkasında dünya görüşüyle ilgili, iradeci, çıkarcı toplumsal güçlerin durduğunu gör(e)mez. Memur, kendi gücüyle somut yasaların öngördüğü pozitif düzeni, düzenin ta kendisiyle özdeşleştirip, her rasyonelleştirilmiş düzenin sadece belli bir düzen ve dahası toplumsal alanda birbiriyle çatışan meta rasyonel güçlerin telafisi olduğunu algılayamaz.”[2] İktidara yönelik hissedilen doğallık algısı ise kaynağını, özgür bireylerin uzlaşımı olduğu yanılsamasından alır. Bu durumun evrensel özelliğe sahip olduğu düşüncesi ise doğallık algısını pekiştirmektedir. Oysa bizler biliriz ki iktidarın varlığını kanıtlayan özgürlük düşüncesi, ileri bir belirlenimcilikten başka bir şey değildir. Foucault’un belirttiği üzere kölelik zincirli bir kölelik değil şimdilerde, içinde hareket edilen hatta kaçılabilen bir köleliktir.

Uluslar, kendilerini temsil etmediklerini düşündükleri ya da taleplerinin karşılık bulmadığını fark ettikleri durumlarda, son çare olarak mevcut iktidarı tanımadıklarını öne sürerek değiştirmek adına yöntemler denerler. Bilimsel siyaset, anayasada yer almayan bir kuralsızlık durumu olarak devrimi yok sayarak, siyaseti bu sözde çaresizlik durumundan kurtarır. Değişime ise sadece düzeni koruma ve sağlamlaştırma adına düzen içinde izin verilir. Siyaset içinde ilerleme, düzenin elverdiği ölçüde ve biçimde olur. Devrim gözdağı ile tüm karşıt güçler diri ve güçlü tutulur. Devrim de tahmin edilendir, ihanetleri de. Hükümetler gider, hükümetler gelir. Bilimsel bir siyaset düşüncesi, mevcut ideolojinin en büyük isteğidir. Ona şimdinin istikrarını, geleceğin öngörüsünü verir. Siyasetin içindeki bu yeni tür kutsallık nüveleri(bilim), eski nüveler kadar (din) kadar işlevseldir.

Hediye Çınar Ekinci

Dünyalılar

[1] Herbert Marcuse, Tek boyutlu İnsan, s.12

 

[2] Karl Mannheim,  İdeoloji ve Ütopya, s. 141

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu