Arka Bahçemiz

“PAPİPOS” Milli Dava

kitle politika

Abicim, bunu başka birisi anlatsa, vallahi ben de inanmazdım, inanılacak gibi değil ki… Ama gözlerimle gördüm abicim.
O büyük grev patlayınca, bizim gazetenin genel yayın müdürü,
-Aman Sosyal Hasan kardeşim, dedi, kuş ol uç grevcilerin yanına!
Çalıştığım gazete, satışsızlık yüzünden nerdeyse batmak üzereyken, birdenbire sosyal gazete olmak zorunda kalmıştı. Gazetenin sosyal olmasını isteyenlerin başında da ben olduğum için arkadaşlar bana Sosyal Hasan demeye başlamışlardı.
Patronumuz, gazetenin sosyal olmasına karşıydı. Ama gazeteyi batırmaktansa,
– N’apalım, denize düşen yılana sarılır… deyip, gazetesinin sosyal olmasına boyun eğmişti.
Sosyal oluşun daha ikinci haftasında gazetenin satışı onbin birden artınca, patron buna çok sevindiği için, her sabah gelince arkadaşlara,

-Çocuklar, gazeteyi biraz daha sosyal yapamaz mısınız? demeye başlamıştı.

Ordaki taşra muhabirinden gelen ilk telefon haberlerine göre, grevcilerden ikisi öldürülmüş, bikaçı da yaralanmıştı.
Hemen çıktım yola, onyedi saat sonra grev yerindeydim. Şehir, anababa günü, herkeste bir şaşkınlık, bir telaş… “İşçiler ya şehre inip evleri basarlarsa…” diye söylentiler dolaşıyor ortalıkta.

Grev bölgesini ve grevcileri candarmalar, polisler kuşatmışlar. Ankara’dan önemli politikacılar da gelmişler ama, öyle bir dehşet, korku havası sarmış ki ortalığı, hiçbiri grevcilerin yanlarına değil, yakınlarına bile sokulamiyor. Dahası, candarmalar bile grevcilere sokulmuyor, uzakta duruyorlar.

Grevciler, candarma kordonunu yarıp şehri basarlarsa, kendileri de işçi sanılsın diye kimi zenginler üstlerine eski elbise, ayaklarına yırtık ayakkabı giymişler, diye de bir söylenti var. Sözde, eskicilerde o gün eski elbise, eski ayakkabı kalmamış, hepsi satılmış da yırtık pırtık bir palto, bir yeni paltodan daha pahalıya gitmiş.

Ortalıkta söylentiler dolaşıyor:

– İşçiler öyle azmışlar ki, artık söz dinleyecek, anlayacak gibi değiller…

– Hırslarından kazma, kürek saplarını kırıyorlarmış, kendi elbiselerini parçalıyorlarmış…

Benim söylentilerden anladığıma göre abicim, öğüt vermek, yatıştırmak için dışardan biri aralarına girecek olsa, grevciler adamcağızı paramparça edip parçasını bile bırakmayacaklar. Ne var ki, grevciler de candarma kordonunu yarmaya cesaret edemiyorlar. Candarmaların ellerinde tüfek, grevcilerin ellerinde kazma, kürek, karşıdan birbirlerine bakıp duruyorlar.

Birara vali, pek işçilere sokulamadı da, candarma kordonunun arkasından,

-Evlatlarım, yavrularım… Arkadaşlar… Hemşeriler… Yurttaşlarım… diyecek oldu, öyle bir kızgın homurtu uğuldadı ki, valinin sözlerini hoparlörün deliğine tıkayıp valiyi susturdular.

Ankara’dan gelenlerden biri de bunu denedi. Arkasında yirmiye yakın insanla candarmaların arasında, gülümseyerek grevcilere doğru yaklaşıyordu ki, birara başka yana bakmış olacağım, bir de ne göreyim, hepsi birden tabanları yağlamış apar topar dönüyorlar.

Bu son başarısız denemeden sonra, hiç kimse grevcilerin yanına gitmeye yüreklenemedi.

Sonra abicim, akşam oldu, biz otele çekildik. Ama herkes tetikte… Hatta birara bir gürültü oldu da, otel görevlilerinden biri elindeki tenekeyi merdivenden düşürmüş, sanki deprem olmuş gibi, pijamalı adamlar gözleri korkudan fal taşı gibi açılmış, odalarından dışarı uğradılar. Gece, kulağımız kirişte, otelin salonunda oturmuş konuşuyoruz. Ordaki politikacılardan birine, kan dökülmesinden duyduğum üzüntüyü anlattım.

-Evet, dedi, biz genel olarak kan dökülmesine alışık insanlar değiliz. Bizde insanların hayatlarında yalnız bir kere kanları dökülür.
Bu sözüne pek şaştığım için,

– Bizim kan döktüğümüzü hiç bilmiyordum… dedim.

-Nasıl olur, bizde kadın olsun, erkek olsun, her insanın hayatında bir kere mutlaka kanı dökülür: Erkekler sünnet olurken, kadınlar da ilk evlilik gecesinde…

Biz böyle saçma sapan konuşup dururken, Ankara’dan telefonla bildirmişler, yarın sabah Sait Küplü Bey gelecekmiş…

Abicim, korkmadım dersem yalan… Sabaha kadar korkulu rüyalar gördüm. Rüyamda grevciler beni yakalıyorlar, parçalamaya başlıyorlar. “Bana Sosyal Hasan derler. Ben de sizdenim. Kıymayın bana!..” diye yalvarıyorsun da, “Ulan senin sosyalinden mosya-linden…” deyip kazmanın sapını ş’apıyorlar… Rüya bu ya abicim, benim bedenimi parça parça etmeye başladılar. Parçalanma sırası en önemli yerime gelince, “Bari orası kalsın…” diye yalvarırken korkuyla uyanıverdim, bir de baktım, can korkusuyla pirinç karyolanın borusuna öyle yapışmışım ki, topuzunu koparmışım, elimde kalmış…

Neyse abicim, sabahı ettik. Sabahleyin Sait Küplü Bey, yanında daha iki kişi, kırmızı plakalı özel arabasıyla Ankara’dan geldi. Doğruca otele indi. Validen ve öbür ilgililerden durum raporunu aldı.

-Durum gittikçe daha büyük tehlike arz ediyor beyfendi…

Sait Küplü Beye anlattıklarından, ben de grevin nedenini öğrenmiş oldum. Gündelikleri ortalama sekiz lira olan işçiler, istedikleri yüzde on zam, seksen kuruş verilmediği için kanunsuz olarak greve kalkmışlar.
Sait Küplü Bey,

– Adamlar haklı, dedi, bu zamanda on lirayla, yirmi lirayla insan yaşayabilir mi?

Sait Küplü Bey de benim gibi sosyal olduğu için çok sevindim. Arkadan,

– On lira, yirmi lira gündelikle insan yaşayamaz ama, dedi, ne yapalım, zam yapmak imkânımız da yok…

– Sonra efendim, bir de bir öğün sıcak yemek istiyorlar.

-E hakları… Tabii isterler… Ama elden ne gelir, veremeyiz ki…

– Bir de beyfendi şey istiyorlar… Sait Küplü Bey birden kızıp parladı,

-Yooo, dedi, bu kadarı da çok ama… Haklı dedik diye. istedikçe istiyorlar!

Ordan biri,

-Bu işçi milleti böyledir beyfendi, dedi, bunlar doymaz, siz verdikçe onlar daha ister…

– Sonu gelmez ki bunun…

– Onun için beyfendi, baştan verilmeyecek istedikleri…

Sait Küplü Bey,

– Ben gidip yanlarına konuşayım kendileriyle bi kez, dedi.

-Aman beyfendi… Aman! Katiyen olmaz… Bunların gözü dönmüş… Allah korusun…

-Bana hiçbişey yapamazlar…

Önlemeye çalıştılar ama, olmadı. Çok sevdim bu Sait Küplü Beyi abicim, adamın altı okka kulağı var… Neyse abicim, gidiyoruz grev yerine, epiy de uzak… Yolda giderken konuşuyorlar:

-Yahu, göndermeyelim… Bunlar laf anlayacak gibi değil…

-Nasıl tutalım birader, gidiyor işte…

– Vallahi rehine olarak alırlar.

-Rehine alsalar yine iyi, paramparça ederler…

-Siz bu Sait Küplü Beyi iyi tanımıyorsunuz, dedi, o kadar tesirli konuşur ki karşısındakini ipnotize eder. Onun için ona hiçbişey yapamazlar.

– Evet, gayetle tesirli konuşur, ben de bilirim ama, karşısındakiler laf anlar takımından değil ki…

-Anlatır o! Çünkü adamına göre konuşur. İsterse karşısındakini uyutur bile. Ben görmedim ama, duydum. Avukatlığı zamanında bikez, öyle bi uyutucu şekilde konuşmuş ki, hâkimleri, savcıyı, candarmayı uyutup, müvekkili olan sanığı elinden tutup mahkeme salonundan çıkarmış. Böyle kudretli konuşur!

– Anlatamıyoruz ki… Evet konuşur. Ama valiyi filan nasıl kovaladıklarını gördünüz işte… Adam “yavrularım…”dan başka ne demişti? Vallahi bir cinayet olacak…

-Hitabet kudreti başka şey birader… Bir keresinde de ne yaptı biliyor musunuz? Bir haber geldi. Üniversiteliler ayaklanmış… Hangi sebeptendi unuttum. Hükümetten bişey istiyorlarmış… Polis baş edemez olmuş. Hemen bu Sait Küplü Beyi gönderdiler. Sait Küplü Bey üniversitelileri toplayıp beyim, tam ikibuçuk saat konuştu. Orada olup da görecektiniz. Polisin bile baş edemediği gençler kuzu oldular, kuzu… Sonunda bir alkış, bir alkış… Hepsi dağıldı. Ben de gençlerin aralarına katıldım vazife icabı ki, neler konuştuklarını anlayayım diye. Gençler neden sonra ayılmışlardı, birbirlerine, “Yahu, bu adam bize neler anlattı?” diye merakla soruyorlar, ama hiçbiri kendilerine neler anlatılmış olduğunu bilmiyordu. Beyim, siz şu hitabet kudretine bakın, adam ikibuçuk saat konuşuyor da, neler dediğini hiçkimse anlamıyor!

– Bu da bir Allah vergisi…

Arabalarla, candarma kordonuna geldik. Sait Küplü Bey kordondan içeri dalınca, baktılar ki iş iyice ciddi, yalvarmaya başladılar,

– Aman beyfendi, ne olur gitmeyin…

Doğrusunu söyleyeyim abicim, ben en arkadan gidiyorum. Çünkü rüyasını da gördüğümden çok korkuyorum.
Sait Bey önde, arkasında kimse yok, onun arkasında kimse yok, daha arkada kimse yok, en arkadaki kimse yokun on adım kadar arkasından candarmalar gidiyor. Daha arkada da başkaları… Ben en arkada, yan yan gidiyorum ki, kaçmak gerekince kolay olsun, birden geriye dönünce kapaklanmayayım…

Sait Küplü Bey gidiyor, grevciler de ağır ağır ona doğru geliyor. Abicim tıpkı korku filmlerinde olduğu gibi… Grevcilerin gözleri dönmüş, zavallı Sait Küplü Beye ha saldırdı, ha saldıracaklar… Derken abicim, ben bir ses duydum:

-Papipos!..

İlkin anlayamadım da, sonradan tekrarlanınca anladım:

-Papipos… Papipos…

Yahu, bu sesler kimden çıkıyor diye bakınıp dururken bir de baktım, “Papipos…” diyen Sait Küplü Bey değil mi?
Abicim, dedim ya, başka biri anlatsa, vallahi inanmam, ama gözümle gördüm, kulağımla duydum.

Sait Küplü Bey,

-Papipos… Papipos… diye diye grevcilerin üzerlerine yürümekte.
Grevcilerse, her ne demeye geliyorsa, Papipos lafını duyunca, oldukları yerde kalakaldılar. Sait Küplü Bey sanki bir dua okur gibi, sürekli Papipos diye diye bunların ta önlerine geldi, yüksekçe bir tümseğin üstüne çıktı. Kimsede ses yok, soluklar kesilmiş, herkes şaşırmış, ne olacak diye merakla bekliyor.

Sait Küplü Bey grevcilere,

-İşçi kardeşlerim! Papipos milli davamızın önemini bilmektesiniz! Buna inanıyorum… diye söze başladı.

Grevciler suspus duruyorlar.

-Sevgili işçi kardeşlerim! Papipos milli davamızla son derecede meşgul bulunduğumuz bir sırada, burda işçilerin grev yaptıklarını duyunca, inanmadım. “Hayır olamaz. Biz burda Papipos milli davamızla uğraşırken, bizim işçilerimiz grev yapamazlar, yapmamışlardır,” dedim. İşte, ne kadar haklı olduğumu burda görüyorum.

Sait Küplü Beyi dinleyen işçilerin, başları önlerine eğilmişti.

– Sevgili işçi kardeşlerim! Gündeliklerinizin yüzde on artırılmasını istiyormuşsunuz. Azdır… Yüzde on azdır, olmaz, olamaz. Yüzde yirmi zam da, yüzde elli, yüzde yüz zam da azdır. Fakat burda bir nokta var ki, o da şudur arkadaşlarım: Papipos milli davamızın en buhranlı bir devresine girdiğimiz bu günlerde… Her zamandan daha çok birlik ve beraberlik içinde olmalıyız.

Grevcilerin ellerinden kazmalar, kürekler yere düşmüştü.

-Sevgili işçi kardeşlerim! Duyduğuma göre, her gün, bir öğün sıcak bir kap yemek istiyormuşsunuz.

Ne demek? Bir kap olur mu hiç? İki kap da, üç kap da, beş kap da hakkınızdır. Niçin bir öğün? Üç öğün yemek yiyeceksiniz. Bilmem doğru mu, bana gelen habere göre, sıcak yemek istiyormuşsunuz? Niçin sıcak yemek? Siz hiç zeytinyağlı yemeyecek misiniz? Zeytinyağlılar soğuk yenir. Hem sıcak, hem soğuk, hem ılık yemekler hakkınızdır. Ama ben, Papipos milli davamızın hepimizden azami fedakârlık istediği bir zamanda, yemek içmek gibi bitakım isteklerde bulunacağınıza inanmıyorum. Çünkü… Çünkü… Çünkü, Papipos milli davamızın halli, ancak sizlerin fedakârlığınızla olacaktır işçi arkadaşlarım…
Grevcilerin omuzları çökmüş, belleri bükülmüştü.

-Asil işçilerimiz! İşçi kardeşlerim! Sizler de insan gibi yaşamak istiyormuşsunuz. Bu haklı isteğinize kim karşı koyabilir? Sizin durumunuzu yakından biliyoruz. Vicdanlarımız sızlamaktadır. Bir hal yolu bulmaya çalıştığımız Papipos milli davamızı ele almış bulunduğumuz bu sırada herzamandan çok sizlerin desteğinize muhtacız.

Sait Küplü Bey konuşmasında, sık sık söze, “İşçi kardeşlerim!” diye başlarken, bir seferinde yine,

-İşçi kardeşlerim! diye bağırınca, grevcilerden biri de ona,

-Efendim! diye seslendi.

Bundan başka hiçbir teknik ve taktik arıza olmadı. “Efendim” diyen bozguncuyu da işçiler hemen kargatulumba edip döverek sallasırt götürdüler.

Sait Küplü Bey sözlerini, işçilerin coşkun alkışları arasında bitirdi.
Sonunda işçiler,

-Yaşasın Papipos! diye bağırarak, Sait Küplü Beyi sırtlarına aldılar.
İşte o zaman beni bir korku aldı. Çünkü, işçilerin sırtlarına alma numarasıyla Sait Küplü Beyi kaçıracaklarını, rehine tutacaklarını sanmıştım. Ama öyle olmadı.

Omuzlar üstündeki Sait Küplü Bey,

– İşçi kardeşlerim, dedi. Papipos milli davamızın bu en buhranlı günlerinde rahat çalışabilmemiz için, hepinizin işbaşı yapıp, eskisinden daha çok, daha verimli çalışacağınızı biliyorum…

İşçiler, yerlere bırakılmış kazmalarını, küreklerini alıp, büyük bir sessizlik içinde işlerine doğru çekilip gittiler. Ama candarmalarla polisler oradaydı.
Otomobillere binildi. Otele döndük. Vali, Sait Küplü Beyin öğle yemeğine kalması için çok rica ettiyse de, Sait Küplü Bey, başka bi yerde de işçilerin greve kalktıklarını, oraya gidip grevi yatıştıracağını söyleyerek, ricaları üzüle üzüle reddetti, yemeğe kalamadı. Arkadaşlarıyla arabasına binip uzaklaştı.
Aziz Nesin

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu