Tarih

Ne Onunla Ne de Onsuz: Paranın Kısa Tarihi

İnsan, varoluşundan bu yana ihtiyaçları doğrultusunda birçok devrimsel buluş gerçekleştirmiş ve bugünkü dünyayı şekillendirmiştir. Ancak bu gelişmelerin içinde bir tanesi, zamanla diğerlerinin önüne geçerek dünyayı keşfetmemize ve sınırlarımızı genişletmemize neden oldu.

Aynı zamanda içimizde taşıdığımız, atalarımızdan miras kalan vahşilik duygusunu da harekete geçirdi. Şu bir gerçek ki, avcı-toplayıcı bir düzenden, bugün adına “medeniyet” dediğimiz karmaşık yapıya, para sayesinde ulaştık.

Para, tüm kötülüklerin kaynağı olarak görülür; ama bir yandan da birçok sorunun çözümüdür. Para ile doğrudan mutlu olamasak bile, onun mutluluğu satın alabildiğine kolayca inanabiliriz. Nefret ettiğimiz işlerde onun için çalışır, yanlış olduğunu bildiğimiz davranışları onun için sergileriz.

Paranın beyinde yarattığı uyarım, uyuşturucu kullanan birinin beyninde gözlemlenen etkiyle benzerdir. Bu içgüdüsel etkilerini hâlâ taşımaktayız. İçimizdeki eski ses hâlâ şöyle fısıldar: “Ne kadar fazla, o kadar iyi.” Peki, para ile olan bu ilişki nereden ve nasıl başladı?

İnsanlar Neden Para Kullanmaya Başladı?

Medeniyetin gelişimi, insanlık tarihinin ilk ekonomik sistemi olan takas ile başladı. Avcı-toplayıcı düzenden kabileler halinde yaşamaya geçiş sürecinde, insanlar bir araya geldiklerinde, her karşılaşmanın savaşla sonuçlanmak zorunda olmadığını fark ettiler. Bunun yerine, karşılıklı olarak fayda sağlayabilecekleri yeni bir yöntem geliştirdiler: değiş tokuş.

Her kabile, kendi kaynakları doğrultusunda bazı ürünlerde zengin, diğerlerinde ise yoksundu. Bu farklar, ihtiyaçların karşılıklı olarak giderilmesini mümkün kılıyordu. Ellerindeki ürünleri takas ederek, hem kaynaklarını çeşitlendirdiler hem de düşmanlık yerine işbirliğini tercih ettiler. Güdüsel olarak şiddete eğilimli olsak da, ticaretin bu ilk hali, insan doğasını yeniden şekillendirdi. Çünkü bu yöntemle, savaştan daha fazlasını elde etmek mümkündü.

İnsanlık yeryüzüne yayıldıkça ihtiyaçlar çeşitlendi, buna bağlı olarak da takas sistemi giderek yetersiz hale geldi. Bu durum, ticarette kullanılmak üzere sabit bir değeri olan nesnelerin ortaya çıkmasına yol açtı. Önce taş, boncuk, post, tuz gibi ürünler kullanıldı; sonra bu yerini madeni paralara, yani sikkelere bıraktı.

Antik Yunan’da Agoralar kuruldu — dönemin alışveriş merkezleri. İnsanlar burada sadece ihtiyaçlarını karşılamak için değil, aynı zamanda fikir alışverişinde bulunmak için de bir araya geldiler. Sosyal sınıf ayrımı gözetmeden herkesin buluşabildiği bu alanlar, demokrasinin ilk filizlendiği yerler oldu.

Ticaret insan hayatını köklü biçimde değiştirdi. Yaklaşık dört bin yıl önce Mezopotamyalı tüccarlar ilk büyük ticaret ağlarını kurdu. Zamanla neredeyse her şey alınıp satılabilir hale geldi. Bu ağlar yalnızca malları değil, fikirleri, dinleri ve kültürleri de yaydı. Ancak ticaretin getirdiği bu hareketlilik, aynı zamanda sömürü ve eşitsizlik gibi yeni sorunların da kapısını araladı.

Paranın Tarihi Ve Adaletsizlik Elele Yürür

Hammurabi Kanunları’ndan İncil’e kadar pek çok kutsal metinde, pazardaki ağırlık ölçülerinin adaletiyle ilgili uyarılar bulunur. Tartının simgesel olarak adaletle özdeşleşmesi de buradan gelir: Doğru tartmak, adil olmakla eşdeğer kabul edilmiştir. Bu anlayış, ticaretin aynı zamanda dünyayı standartlara bağlayan bir ölçme ihtiyacına dönüşmesini sağladı. Böylece ölçü birimleri doğdu.

M.Ö. 550 yılında, Lidyalılar tarihin yönünü değiştirdi. Antik dünyanın önemli ticaret merkezlerinden biri olan Lidya’da, Kral Karun altın ve gümüş sikkeler bastırdı. Ticarette bu madenleri standart bir değişim aracı olarak kullanmaya başladı. Böylece para, ilk kez tanımlı ve taşınabilir bir değer olarak günlük hayata girdi. Bu fikir zamanla yaygınlaştı ve ticaretin yapısını kalıcı olarak değiştirdi.

Sikkeler kıymetli madenlerden üretildiği için doğrudan kendilerine ait bir değer taşıyordu. Ancak dünyanın kaynakları sınırlıydı ve bu sistemin uzun vadede sürdürülebilir olmadığı da açıktı.

1279 yılında, Moğolistan’da Kubilay Han dünyanın en büyük imparatorluğunu yönetiyordu. Hâkimiyetinin temel dayanağı yalnızca korku değil, aynı zamanda ekonomik kontroldü. Kubilay Han, halkına değersiz bir şeyi değerliymiş gibi kabul ettirdi: ağaç kabuklarından kağıt para bastırdı ve bu paranın, sikke yerine kullanılmasını emretti. İnsanlar başlangıçta bu paranın bir değeri olduğuna inanmamış olsa da, otorite karşısında boyun eğmek zorunda kaldılar.

Böylece tarihte ilk kez, sembolik değer taşıyan kağıt para ekonomik düzenin bir parçası haline geldi. Kağıt, altının yerini almıştı. Üstelik basılabilir oluşu, kontrolsüz zenginliğin kapısını aralıyordu. Ve böylece her şey alınıp satılabilir hale geldi — insan bile…

Paranın Tarihi Sömürgecilikle Kesişir

Dört asır boyunca Afrikalılar kendi kıtalarından alınıp, “daha medeni” sayılan yerlere köle olarak taşındı. Bir kıta yok olurken, Amerika inşa edildi. Diğer kıtalar zenginleşti. Avantajlı coğrafyalarda yaşayanlar, günlük rutin işlerini kölelere yaptırmaya başladıkça daha fazla boş zaman kazandılar. Bu boş zaman da düşünsel üretime, bilime ve kültüre zemin hazırladı.

Bugün kölelik ortadan kalkmış gibi sunulsa da aslında çok şey değişmiş değil. Sadece modernize edildi. Yeni biçimleriyle, toplumların içinde sürmeye devam ediyor.

Artık para tamamen biçim değiştirmiş durumda. Sayısal verilere dönüşen para, saniyeler içinde bir noktadan başka bir noktaya aktarılabiliyor. Kağıt paraların yerini, cebimizde taşıdığımız kartlar aldı. Çoğu zaman yerimizden kalkmadan ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyoruz. Para giderek görünmezleşiyor.

Para insanları birleştirdi, bilimi hızlandırdı, yeni felsefeleri ve dinleri yaymak için gerekli altyapıyı sağladı. Ancak unutmamak gerekir: Tarih boyunca defalarca gördüğümüz gibi, para yaratır… ve para yok eder.

Sibel Çağlar

Dünyalılar

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu