Sistem karşıtı olduğumuzu söylüyoruz. Peki, bunun anlamını ve beraberinde getirdiklerini yeterince biliyor muyuz?
Sistem karşıtlığı kavramı ile ilgili anlaşılması gereken bir nokta vardır; bu da mevcut sistemin tüm kollarını eleştirmek gerekliliğidir. Tüketicilik, yalnızca kapitalist ekonomik sistemin bir koludur. Sistem dediğimiz zaman ise ekonomiden politikaya, teolojiden kültüre kadar uzanan bir hayat ve düşünce tarzı bütünü anlaşılmalıdır.
Eğer anti-kapitalizmden, tüketim karşıtlığından bahsediyor ancak kendinizi belirli bir ülkenin kendi içerisindeki sanal dinamikleri arasında bir siyasi tartışma içerisinde buluyorsanız bir yerlerde yanlışlık – daha doğrusu – eksiklik var demektir.
Bize tüketiciliği dayatmaya çalışan yalnızca şirketler değil, hangi taraf olduğunu iddia ederse etsin hükümetler, devletler, sürekli “farklılıklarımızdan” bahseden milliyetçilik, ırkçılık, din, yine şirketlerin ürünü haline gelmiş televizyon, gazete, dergi, film ve hatta müziktir.
Sistem hayatı bir araç gibi görmenizi ister. Hayatı, dünyayı ve sizin dışınızdaki insanları kullanarak çalışmanızı, sömürmenizi, para kazanmanızı, kazandığınız parayı sürekli istemediğiniz şeylere harcayarak tüketmenizi ancak bunun farkına varmamanızı, kazandığınız paranın sizleri “bir gün” düze çıkaracağını sanmanızı ve sonuç olarak dünyada bir istatistikten öteye geçmemenizi ister.
Buna karşılık ise bizim mottomuz şu olmalıdır; “Hayat, araç gibi görünen bir amaçtır. Bunu fark ettiğinde, yaşamaya başlarsın.”
Günümüzde etrafımız fiziksel ve sanal olarak tamamen reklam ve pazarlama ile çevrili iken ve artık yargı mekanizmamız, mantığımız, düşüncelerimiz, duygularımız ve hatta bilinçaltımız bu uçsuz bucaksız propagandadan etkilenmekte ise, yapabileceğimiz şey “falanca ürünü almamak”, “filanca şirketi eleştirmek” gibi eylemlerden daha farklı olmalıdır.
En başta yapılacak şey, bu propagandanın bizlere nasıl ve hangi silahlarla ulaştığını tespit etmektir. Ancak büyük oranda bünyelerimizce içselleştirilmiş, yani “normal” olarak algıladığımız propagandanın öğelerini algılayabilirsek karşısında durabilmek için bir şansımız olacaktır.
İnsan olan bitenin farkına vardıktan sonra insan zaten yavaş yavaş dönen çarklardan tiksinip kendini soyutlamaya başlayacaktır. Eylem önemlidir ancak eylemin bir düşünceye oturtulmuş olması o eylemi saman alevinden çıkarıp devamlı ve anlamlı kılacaktır.
“Buy Nothing Day” (http://www.buynothingday.co.uk) yani “Hiçbir şey Almama Günü” gibi organizasyonlar bizlere minimum tüketim ile yaşamın olabileceğini göstermesi açısından gereklidir. Ancak asıl önemli olan ihtiyaç duyup almamız gerektiğini düşündüğümüz şeyleri almadan önce tekrar tekrar “bu ürüne veya hizmete gerçekten ihtiyacım var mı?” diye sorgulamak, “başkalarını etkilemek için, etraftakilerde olduğu için, kendimi ifade etmek için mi satın alıyorum, yoksa bu yalnızca hayatımı sürdürmeye veya kolaylaştırmaya yarayacak bir şey mi?” gibi çok yönlü sorular sormaktır.
Şimdiye kadar defalarca bilinçsiz tüketim yaptık, ancak bu “böyle gelmiş böyle gider” demek için bir bahane değildir. Çevremizden önce en başta kendimizi sorgulamamız, hatalarımızın farkına varıp onlarla yüzleşmemiz ve ardından çevremize anlatmaya başlamamız gerekir. Nedenleri anlamak, sonuçlara ulaşmak için ihtiyacımız olan zorunluluklardır.
Farkındayız, bu sistem içerisinde mutlu değiliz, asla mutlu olamayacağız ve bunun değişmesi gerekiyor. Eğer değiştirmek istiyorsanız bir şeyler yapmak için hiçbir zaman geç değildir.
Umut Koray Tuncay tarafından yayınlanmış “Tüketim Toplumu “başlıklı yazıdan alınmıştır.