Yaşadığımız kentin sokaklarında uygun adım yürüyen asker taburlarına, askeri araçların geçişine, 12 Eylül Askeri Darbesi’ndeki gibi okul kapılarında, hastanelerde, banka önlerinde elleri tüfekli nöbetçilere hazırlıklı olmalıyız. Peki demokratik bir ülkede yaşadığımızı iddia edebilecek miyiz?
George Orwell’in kült romanı 1984’te anlattığı gibi, en tehlikeli muhbirlerimiz çocuklarımız mı olacak? Muhtarımız, komşularımız, arkadaşlarımız, eşimiz karşısında hep bir suçluluk psikolojisi içinde yaşayabileceğimiz nasıl bir örselenme olacak? Suçlu duruma düşmemek için, iktidara övgüler düzüp, kimse davranmadan ilk önce biz mi ihbar edeceğiz en yakınımızdaki sakıncalıyı? Aziz Nesin’in tanımı ile bu mutlak bir “Korkudan Korkmak” durumu hayatımızın yönünü mü belirleyecek? Güvenliği tehdit edeceği gerekçesi ile alınan yasal grev hakları; kadın cinayetleri, çocuk gelinler, çevre gibi duyarlı konularda yapılacak protestolar; muhalif konser organizasyonları, tiyatrolar; iktidar aleyhine yapılacak toplantılar sakıncalı olacağı gerekçesi ile engellenebilecek mi?
1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, normal yönetim ve sıkıyönetimin yanında, olağanüstü hal yönetimini de getirdi. Anayasa’ya göre seferberlik, iç savaş gibi durumlarda sıkıyönetim, silahlı şiddet ve kamu düzeni gibi olaylarda ise olağanüstü hal uygulanması kararlaştırıldı. 27 Ekim 1983 tarihinde çıkarılan “Olağanüstü Hal” kanunu ile Olağanüstü hal durumundaki uygulamalar, sınır ötesi operasyon ve kurumlar arası ilişkiler düzenlendi. Bu kanunla askerin terörle mücadele etmesi yasal zemin kazandı. Olağanüstü hal uygulanan iller zamanla değişim göstermekle birlikte 30 Kasım 2002 tarihinde kaldırıldı.
OHAL’in uygulaması tamamen somut yasalara dayanmaktadır; oysa, Özel Güvenlik Alanı tanımı, devletin tehlike algısının değişimi üzerine kuruludur. Özel Güvenlik Alanı” kavramı, “Özel Güvenlik Mahkemeleri” gibi AK Parti döneminde dillendirildi ve İç Güvenlik Yasası’nın pratikte bölge farkı gözetilmeksizin nasıl uygulanabileceğini gösterdi. Türkiye’nin her bölgesi, iktidar güçleri tarafından istenildiğinde Özel Güvenlik Alanı ilan edilebileceği; Cerrattepe protestolarına yaklaşım tarzında kendini açık seçik gösterdi.
Aralık 2014 tarihinde ”Paralel yapıyla mücadele” adı altında hazırlanan yargı paketi TBMM’de kabul edildi. CMK’nın “şüpheli veya sanıkla ilgili arama” maddesinde yapılan değişiklikle, “yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir” ifadesindeki “somut delillere dayalı kuvvetli” ibaresi, “makul” olarak düzenlendi. İç Güvenlik Kanununa göre ilin Valisi, kolluk amir ve memurlarına suç faillerinin bulunması için emir verebilmektedir. Vali, askeri kuruluşlar dışında, mahalli idareler dahil bütün kamu kurum ve kuruluşlarının itfaiye, ambulans, çekici, iş makinesi ve tedbirlerin zorunlu kıldığı diğer araç ve gereçlerinden yararlanabilmekte, personeline görev verebilmektedir. Vali gerektiğinde, emir ve talimatlarını kolluk aracılığıyla uygulayabilmektedir. Bunların yerine getirilmemesi veya geciktirilmesi nedeniyle oluşan zararlar, sorumlu kamu görevlilerinden tazmin edilmektedir. Valinin aldığı kararlara aykırı davrananlar, 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacaktır. Polis amirinin yazılı emri ile her türlü gözaltı ve arama yapılabilmektedir.
5 Ağustos 2015 tarihinde, Türkiye’nin 81 iline, Başbakanlık tarafından terör olaylarının arttığı gerekçesiyle özgürlükleri sınırlayacak yeni bir genelge gönderildi. Sosyal medya hesaplarımız, takip ettiğimiz internet siteleri, yazılı basın ve okuduğumuz kitaplar ile büyük gözaltımız hedeflendi! Genelgede valiliklerden ve merkezi yönetime bağlı jandarma, emniyet, başsavcılık, MİT’ten; terör olaylarına yapılacak müdahalelerin etkinliğini, kurumlar arası işbirliğini arttırmak ve terör örgütlerinin illegal yapıları ile teröre müzahir legal görünümlü yapılara ilişkin; sivil toplum kuruluşları, muhalif örgütlenmeler, vatandaşlar hakkında bilgi toplanması amaçlı fişleme yapılması istendi. Bu genelge ile devlet otoritesinin pekiştirilmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaç duyulan her yerde kullanılabilmesinin de yolu açıldı. Başbakan Davutoğlu’nun genelgesinde terör olaylarının şiddetine bağlı olarak, gerekirse askerin sokağa indirileceği medyada yer buldu.
Başbakan Davutoğlu İç Güvenlik Kanunu ile ilgili yaptığı açıklamada; “Bu çerçevede; ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon ve işbirliği süratli ve kesintisiz bir şekilde sağlanacak, her vesile ile devletin otoritesi pekiştirilecek, bütün kolluk kuvvetleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri birlikleri ihtiyaç duyulan her yerde görevlendirilecek, ülke sınırlarımızın güvenliği sağlanacak, hiçbir terör örgütünün vatandaşlarımız üzerinde tehdit ve baskı kurmasına asla izin verilmeyecek, terör örgütlerinin finansmanının önlenmesi için gerekli tüm tedbirler alınacak, yollar güvenli bir şekilde ulaşıma açık tutulacak, herkesin kurallara uyulması sağlanacak ve önceden belirlenmiş yerler ve güzergahlar dışında toplantı ve gösterilere kesinlikle izin verilmeyecektir. Terörle mücadele, halkın desteği ile kamu düzeninden taviz verilmeksizin terör örgütlerinin silah bırakmasına kadar kararlı bir şekilde sürdürülecektir. Terör olaylarına müdahale sırasında, istihbarata dayalı olarak durum ve ihtimaller önceden değerlendirilerek planlı ve proaktif davranılacak, can ve mal kaybı yaşanmaması için gerekli tüm tedbirler alınacaktır. Şehirler, tüm yerleşim yerleri, mücavir ve kırsal alanlar terör unsurlarından arındırılacaktır” diyordu fakat, patlayan bombaların hiçbiri önlenemedi.
Devlet otoritesinin pekiştirilmesi için TSK’nın sahaya inme vaktinin geldiğini hazırlanmakta olan bir tasarıdan öğreniyoruz. Cumhuriyet gazetesinin Şubat’ın son haftasında yaptığı haberde; 2010 yılına kadar EMASYA (Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma) protokolü geçerliydi. Bu tarihten sonra Ak Parti, yaptığı reformlar doğrultusunda bu protokolü iptal etti. Bu uygulamaya göre askeri birlikler kolluk kuvvetleri gibi, istihbarat çalışması yapabiliyor, toplumsal olaylarda önleyici tedbirler alabiliyordu.
2013 tarihinde değiştirilen TSK İç Hizmet Kanunu’na göre birliklerin görev alanı ”Yurtdışından gelecek saldırılara karşı vatanın korunması, yurtdışında verilecek görevleri yerine getirme” şeklinde sınırlandırıldı. PKK saldırılarının sıklaşması üzerine TSK, çatışmalara girmekte tereddüt etmekteydi. Hukuki olarak herhangi bir suç durumuna karşı Genelkurmay Başkanlığı, birliklere bir genelge göndererek, saldırılara karşılık verilebileceğini belirtti. İl Valilikleri TSK Birliklerini’de güvenlik amacı ile göreve çağırabilecektir.
Yaşadığımız kentin sokaklarında uygun adım yürüyen asker taburlarına, askeri araçların geçişine, 12 Eylül Askeri Darbesi’ndeki gibi okul kapılarında, hastanelerde, banka önlerinde elleri tüfekli nöbetçilere hazırlıklı olmalıyız. Peki demokratik bir ülkede yaşadığımızı iddia edebilecek miyiz? Kafkavari bir distopyanın karanlığında yaşamaya alıştırılıyoruz; mendilin içine koyup elimizde tuttuğumuz aklımız ile adalet arayışımız, özgürlük arayışımız, çığlıklarımız Babil Kulesi’ne erişemeyen cılız bir umutsuzluk türküsü değil de nedir? “Ya sev ya terk et” çelişkilerinde, teslim olmamayı seçip, dünyanın yeni mültecileri mi olacağız yoksa?
Bayram Sarı