1968 Gençlik Hareketi’nin romantik ruhu; olumsuzluktan, insanlık dışı, dayanılmaz, ezici ve insan merkezli olmayan ekonomik, toplumsal ve siyasi sisteme karşı bir isyan etme durumuydu; doğasına uygun olarak da yabancılaşmanın, nesnelleşmenin, toplumsal ve cinsel ezilmişliğin ortadan kalktığı bir gelecek için devrimci/ ütopik bir var olma mücadelesine dönüştü.
Batı dünyasından farklı olarak Türkiye’nin 68 hareketi, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı yürütülecek bir mücadelede “Tam bağımsızlık ve gerçek demokrasiyi” öncelikli hedef alan, toplumsal muhalefet hareketinin özellikle üniversite gençliğindeki yansıması olarak tanımlandı. Türkiye Solunun, var olan siyasal yaşamdaki ideolojik hegemonyasını kurma çabası boyunca, bağımsızlığın güçlü bir biçimde vurgulandığı bir anti- Amerikan söylem kapsamında, “Yeni Kurtuluş Savaşı”ndan söz edilebilir. Batılı entelektüellerinin sözünü ettiği, tutku, ütopya ve düşünsel üçgen, Türkiye için emperyalizmden kurtulma mücadelesinde şekillendi.
12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinin 68’lilerin üzerinde yarattığı yıkımdan sonra 68 ruhu ve bilinci hızla ötelenme sürecine girdi. Bir dönemin direniş ruhunu, kavgasını, rüyasını, sevgiyi ve ölümü paylaşanların yaşamı paylaşma ve dayanışma arayışına girmesi kaçınılmazdı. 68’liler 1989 yılında bu bilinçle harekete geçerek yeniden örgütlenme çalışmalarına girdiler. 1991 yılında 68 kuşağından olan veya kendini 68’li sayanları “68’liler Birliği Vakfı” adı altında bir araya getirmek için bir girişim komitesi oluşturdular. Bu girişim, “Deniz Gezmiş Enstitüsü” girişimi ile birlikte çalışmaya başladı. Amacı, 68’liliğin içerdiği düşünce ve ideallerden habersiz olan, 12 Eylül darbesinin apolitize ettiği yeni kuşakları “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” kavramı ve bu kavramın hayata geçmesinden sonra sağlanacağı düşünülen sınıfsız, sömürüsüz yeni bir dünyanın var olabileceği düşü ile tanıştırmaktı.
Toplumsal yararlar için kurulduğu varsayılan vakıflar, Bakanlar Kurulu’nun kendilerini “kamuya yararlı vakıf” ilan etmesi ile yüksek oranda vergi vermekten kurtularak, toplanan gelir ve bağışları kendi varoluş amaçları için kullanabilmektedirler. İktidarın Bakanlar Kurulu, bir vakfı kamuya yaralı görürse eğer, o vakfın yöneticileri müteahhitliğe soyunarak, kendilerine bağışlanan arazilere, kullanım alanları değişkenlik gösteren (nedense genelde hep AVM olur) binalar dikebilirler; Anakent Belediyeleri’nden istedikleri araziyi ve binayı bağış adı altında alabilirler; kendi görevleri olmadığı halde öğrenci yurtları açabilirler ve burada tecavüze, istismara uğrayan çocukların sorumluluğunu asla üstlenmezler! Kamuya yararlı bu vakıflar, sermaye gücü ile hep dirsek temasındadır. Devletten iş almak isteyen sermaye grupları, sözü edilen vakıflara herhangi bir bağışta bulunmazlarsa ticari yaşamları sona doğru gidiyor demektir.
Devletin gözünde kamuya hiçbir yararı olmayan 68’liler Birliği Vakfı, İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün açtığı dava sonucu kapatıldı. Hukuki sürecin başlatılma nedeni de “Türk Medeni Kanunu uyarınca vakfın amacını gerçekleştirmesi için mal varlığına sahip olması gerektiği, 2008’de düzenlenen denetim raporuna göre, vakfın mal varlığının kalmadığının tespit edildiği, bu durumda tasfiye işlemi yapılması gerektiği” yönündeydi. Buna karşılık, 68’liler yaptıkları savunmada; “Kuruluşta Vakıflar Genel Müdürlüğünün yeterli gördüğü sermayenin, kurucuların sahip olduğu para ve mal dışı varlıklardan oluştuğu, temel sermayesinin insan gücü olduğu, vakfın kapatılmasını gerektirecek bir durum bulunmadığı, toplanacak aidatlarla eksilen mal varlığının artırılabileceği, kapatma isteminin yasal olmadığı” ileri sürülmesine rağmen, Yargıtay kapatılması yönünde karar aldı ve sonuç olarak hukuk, geçmişinde hiçbir düzen partisinin arka bahçesi olmayan, tecavüz/ istismar suçlamalarına karışmayan, siyasi gücünü kullanarak ülkenin hiçbir karış toprağını yağmalamayan 68’lilerin sicil kaydının, 2016 Nisan ayı başında devletin defterlerinden silinmesi kararını verdi.
68’liler Vakfı’nın kapatılması, onun başkaldırı ruhunun yerine gelmeyeceği anlamını taşımamaktadır. “Özgürlüğün Sokakta” olduğunu içselleştirmiş, renkli, özgürlükçü, eşitlikçi, emekten yana, anti-militarist, çevreci olan ve toplumu kendisine inandırabilecek bir gençlik kendisini “Gezi Parkı” olaylarında gösterdi. Bugün ülkenin muktedirleri, herhangi bir şekilde politize olmuş tüm baskıcı unsurlarının farkında olduğu, biat etmeyi reddeden bir gençlik yapısını şiddet ve korku ile sindirmeye çalışmaktadır. Elbette tarih kendini tekrar etmeyecek. Her yeni isyan, kuşağının tutkularını, ütopyalarını ve öznelliğini kendi benzersiz bileşimi olarak ortaya çıkarır. Neoliberal küreselleşmenin dayattığı “Ilımlı İslam” ya da “Arap Baharı” tarzı faşizan sistem dönüşümlerine karşı, “dünya bir meta değildir” ilkesinden esinlenen, “Gezi Parkı” gibi somut örnek varken 68 ruhu hiç yok edilebilir mi?
Bayram Sarı