Güncel

Abdullah Gül’ü nasıl bilirdiniz?

Yer Danıştay.

Tarih: 10 Mayıs 2014

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu kürsüde.

Protokolde 1 numara Cumhurbaşkanı Abdullah Gül var. Yanında Başbakan Tayyip Erdoğan oturuyor.

Abdullah Gül Erdoğan

Metin Feyzioğlu konuşurken Tayyip Erdoğan önce laf atıyor. Abdullah Gül sakinleştirmeye çalışıyor. Erdoğan daha da hiddetleniyor. Abdullah Gül, “Yapma dur” diyor. ‘Dur’u olmayan Erdoğan daha da ileri gidiyor. Ayağa kalkıyor. Ve Abdullah Gül’e hadi sen de diyor… Gül, birkaç saniye duralıyor ve kalkıyor Erdoğan’ın peşinden salondan çıkıyor.

O birkaç saniye Abdullah Gül’ün hayatında uzun metrajlı bir filmin en can alıcı sahnesidir. Kalkmasa Erdoğan’ın peşine düşmese belki de bugün peşinden gelinen birisi olacaktı. Erdoğan orada sınadı. Planlıydı. Herkes Metin Feyzioğlu’na öfkelendiğini düşündü. Oysa “iyi oyuncu” Erdoğan saraya giderken “eş kardeş” istemiyordu. “Bu davanın tek lideri benim” mesajı vermek istiyordu. Verdi de ..1 numaraydı ama peşinden çıktı gitti. Bir numara olduğunu göremedi..

İki farklı adam aynı davanın yolcusu…Biri nobran, gözü kara, ihtiraslı diğeri mülayim, uslu, sinsi. Ama dava aynı. Ya da iyi polis kötü polis oyunundaki iki adam…

Nobran ve gözü kara olan simdi sarayı koruma mücadelesi verirken, mülayim ve uslu olan kitapla öne çıkmaya çalışıyor…Bir adım ileri gitse iki adım geriye düşen bir siyasetçi Abdullah Gül. Kaç kez olur ki hayatta. Hadi bakalım bu kez öne çık sonra hep önde olursun anı. Abdullah Gül için çok oldu.. Çocuklar öldürülürken gördü… Sustu.. Paralar “0”lanamıyordu gördü. Sustu…Çok sevdiği sosyal medya karartıldı. Sustu..Kurucusu olduğu parti sarayfedaisi olmuştu. Sustu. Devletin 1 numarasıydı ama yaptığı polis eskortluğundan öte değildi. Öndeydi ama sadece yol açıyordu. Hep davaya ters düşmemek için çabaladı, ülkeye ters düştü. Şimdi bir kitapla ters köşe yapar mı? İklim müsait. 13 yıllık bir bellekte acımasız, gaddar, kibri kaldığı saraydan büyük biri var kıyaslandığı. Ama Neotürkiye’ninpanzehiri de hafıza. Dimağlarda tap taze hafızalar yüklü.
Fil hafızası oldukça Türkiye’nin “Gül”ü olur mu meçhul ama AKP geleneğinde gülüp geçilmeyecek bir özgül ağırlığı olduğunu da unutmamak gerekir. Kayseri’de başlayıp önce İstanbul sonra İngiltere ve Arabistan ve nihayetinde Çankaya’ya uzanan bir öykü. Abdullah Gül, düz liseden mezundur. Erdoğan’ın “Biiiz İmam hatipliyiz” böbürlenmesinde “liste dışıdır” ama Milli Türk Talebe Birliği ve Akıncılar Derneği tarihine bakıldığında “liste başıdır”. 70’li yılların aktif bir militanıydı. Erdoğan gibi yönü Necip Fazıl’a pusulası ise Büyük Doğu’ya dönüktü.

Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) o yılların Komünizmle Mücadele Derneği’nin ekürisiydi. Sola karşı Amerika destekli İslamcılık yapıyorlardı. Sloganları “TİP tip tipsizler, allahsız komünistler. Amerika gitsin Rusya mı gelsin?” idi. AKP kadrolarının büyük çoğunluğu burada yetişmişti. Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Numan Kurtulmuş, Bülent Arınç, Abdülkadir Aksu, Ali Coşkun, Hüseyin Çelik, Mehmet Ali Şahin, Kadir Topbaş, Taner Yıldız, İsmail Kahraman, Cemil Çiçek, Beşir Atalay, Osman Pepe, Fehmi Koru, Abdurrahman Dilipak, Sami Güçlü gibi isimlerin yolu Türk Talebe Birliği’nden geçmişti. Milli Türk Talebe Birliği(MTTB) tarihe Kanlı Pazar olarak geçen katliamda da başrol oynamıştı. O dönemde Abdullah Gül İcra Konseyi Genel Sekreteriydi. BigBoss kitabımda MTTB’nin “Kanlı Pazar”daki rolünü anlatmıştım. Daha ayrıntılı bilgi için sosyolog Mustafa Eran’in “Kanlı Pazar, 1960’lar Türkiyesi’nde İslamcılar, Milliyetçiler ve Sol” isimli kitabı ve Turhan Feyizoğlu’nun Akıncılar ve AK-Gençlik’ten AKP’ye kitabı okunabilir. Yeni Türkiye’yi (NeoTürkiye) hafızasızlık üzerine kuranlara bakmayın. Milli Türk Talebe Birliği ve Akıncılar Derneği tarihinde kan, sokak çatışması vardır.

Abdullah Gül Milli Türk Talebe Birliği’ne girmeden önce ilk polis dayağını lisede okurken Kayseri’deki bir TİP protestosunda yiyecekti. Lisede okulun tek gözlük takan öğrencisi olduğu için lakabı dört göz idi. İlkokul yıllarında Kayseri’li her çocuk gibi ticaret öğrensin diye gazoz satması istendi. “buz gibi gazoz” diye bağıramayınca ailesi okumasına karar verdi. Oysa Erdoğan çocukluğunda da tüccardı. Gazoz, su, sakız, şeker ne bulursa satıyordu. Hatta bayat simitleri taze diye yutturacak kadar tüccardı.

Abdullah Gül okumayı tercih etti. Kayseri’den sonra İstanbul’a geldi. Önce hukuk fakültesine kayıt yaptırdı. 2 ay kadar sonra da iktisat fakültesine geçiş yaptı.

1972’de Gül ilk defa gözaltına alındı. Fatih’teki Vakıflar Yurdu’nda kalıyordu. Polis baskın yapıp yurttaki tüm MTTB’lileri gözaltına aldı. 50 kişi kadardılar. Aralarında Gül de vardı. 10 gün gözaltında kaldı.O yıllarda üniversiteye fotoğrafının olduğu “bu faşist okula giremez” afişleri asıldı. C.DündarMilliyet’teki yazı dizisinde bir kez de kafasına silah dayandığını anlatır. Bu olaydan sonra 6 ay okula gidemez. Abdullah Gül son kez 12 Eylül’de de gözaltına alındı ve 15 gün Metris cezaevinde kaldı.

Abdullah Gül’ün pusulası İngiltere’ye gidene kadar Büyük Doğu’yu gösteriyordu. İngiltere’den sonra Batı’ya döndü. Bugün iklim Gül’den estiriliyorsa bu “Doğu’ya giden trende batıya koştuğu” içindir. Başdanışmanı Ahmet Sever’in yazdığı “Abdullah Gül ile 12 yıl” kitabında Erdoğan ile ayrışmada buna dikkat çekiliyor. Ahmet Sever Hürriyet’ten Çınar Oskay ile yaptığı söyleşide bunu şöyle anlatıyor;

Sizce Erdoğan ile Abdullah Gül arasındaki ayrışma ne zaman başladı?
– Başlarda anlayış birliği vardı. Abdullah Gül, Türkiye’nin kurtuluşunun Avrupa Birliği yolu olduğunu görerek hareket etti. Bunun İslam coğrafyası açısından da umut olduğunu düşünüyordu. 2002- 2007 arası süreçte bir ‘altın çağ’ yaşandı diyebiliriz. Hatta bu 2009’a kadar devam etti. Ama 2009, 2010’dan itibaren reformlardan geriye dönüş başladı.

‘Yeni Türkiye’ döneminde farklı bir yola girildi, diyorsunuz…
– Evet. ‘Yeni Türkiye’ adı altında ‘Eski Türkiye’ye dönüş başladı. Refleksler, sorunlara yaklaşım hep eski Türkiye’nin anlayışı.

Yeni Türkiye’de çok şey oluyordu. Abdullah Gül’de Cumhurbaşkanı idi. Erdoğan’lı AKP döneminin kendinden olmayana ne kadar tahammülsüz, ne kadar gaddar olduğunun turnusolu olan Gezi Direnişinde de Cumhurbaşkanı idi. “Mesaj alınmıştır” dedi. “Demokrasi sadece seçim demek değildir” diye ekledi. Erdoğan’ın tepkisi sert olmuştu.” Sonra sustu. O suskunlukta gencecik güzel çocuklar daha çok ağaç daha çok özgürlük dedikleri için öldürüldü. Ahmet Sever’in kitabında o suskunluk özeleştirisi yerine şu bölüm yer alıyor;
“Arkadaşlardan sürekli mesaj geliyordu. Çatışma görüntülerini Cumhurbaşkanı’na gösteriyordum. Vali “İkna etmişsiniz, bariyerleri kaldırıyoruz” diye teşekkür etmek için aradı. Gül “Vali Bey, Cihangir’in ara sokaklarından kötü görüntüler geliyor. Ne arıyor orada polisler? Çekin onları!” dedi. Üç dakika sonra arkadaşlardan mesaj geldi, “Polisler çekiliyor” diye.

Bu toprakların en delikanlı ve itaatsizlik çığlığı Gezi’den kanlı bir iktidar çıkaran Erdoğan için 17-21 Aralık tarihi gelmişti. Abdullah Gül yine Cumhurbaşkanıydı. Yolsuzluk ve hırsızlık “darbe” diyerek örtülüyordu. O günlerde yine suskundu Abdullah Gül. Ahmet Sever’in kitabıyla öğreniyoruz ki bakanların Yüce Divan’da yargılanması gerektiğini düşünmüş. Sadece düşündü.

Yeni Türkiye’de gazeteciler yargılanıyor tutuklanıyordu. Abdullah Gül sadece bir kişiye duyarlı oldu. Ahmet Sever anlatıyor;
“Ruşen Çakır “Beni içeri alacaklar, kaynağımdan eminim” diye beni aradı. Cumhurbaşkanı’yla görüştüm, şaşırdı. “Bakayım, seni ararım” dedi. Ertesi gün çağırdı, “Haklıymış” dedi. “Alacaklarmış, ben müdahale ettim, rahat olsun” diye ekledi. Emniyetten birkaç isimle irtibatı kesmesini önerdi. Yoksa Ahmet Şık ve Nedim Şener’den önce Ruşen hapse girecekti”
Müdahale edecek gücü ve refleksi var iken o sadece Ruşen Çakır için elini kıpırdatıyor. Temas ve mesafe mesleği bilinen gazeteciliğin AKP döneminde ne hale geldiğini gördük. Abdullah Gül ile de temas ve yakınlığın ne anlama geldiğini de görmüş olduk.

Abdullah Gül’ün geçmişinden bugüne biraz iz sürdük. Seçimlerde Erdoğan’a büyük tokat atılmasıyla sendeleyen AKP’de kendine yeniden yer bulabilir mi? Bu tartışılır. Çünkü Erdoğan’ın karşısına hiç dikilmedi. Dikilir mi? Bu da tartışılır çünkü Fazilet Partisi döneminde Milli Görüş geleneğinin tek adamı olan Necmettin Erbakan’a rağmen genel başkanlığa aday olmuşluğu vardır. Siyasi hayatında cilalı imajı kazındığında bir Erbakan bile olamamış Erdoğan’a karşı aynı şeyi yapabilir mi? Belki!…ama AKP’de kendine yer bulamazsa Erdoğan olmadı Gül’ümüz varcıların rüzgarıyla merkez sağda yeni bir parti içinde de olabilir.

Eşi Hayrünnisa Gül’ün intifada çıkışından sonra hep olduğu gibi suskun kalan Abdullah Gül şimdi danışmanının yazdığı kitap sayfalarından nabız yokluyor. Türkiye’nin nabzı ise seçimlerle birlikte daha çok özgürlük, daha çok hukuk devleti ve Erdoğan döneminin yargılandığı bir gelecek için atıyor.

Mustafa Hoş

Bu yazı ‘Abdullah Gül hakkında birkaç şey’ başlığıyla ilk olarak evrensel.net web sitesinde yayınlanmıştır.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu