Ağaçlar ölmez, yaşam bölünmez!
“Burada bir ceset var/ Dışında mezar yok/ Burada bir mezar var/ İçinde ceset yok/ Kendine gömülüdür bu ceset…”
Anadolu’nun kadim uygarlıklarının hemen hepsinde yaşam ve ölüme dair inanış ve kültürler ölümsüzlüğe işaret eder. Doğatanrıcı inançlara sahip olan bu kültürlerde yaşamın süreklilik taşıdığına inanılır. En önemlisi de bugün ekonomik ederleri üzerinden konu edilen ağaçların, bu kadim kültürlerde baştacı edilerek tanrısal özellikler atfediliyor oluşudur.
Güneybatı Anadolu’yu yurt edinen Likyalılarda olduğu gibi pek çok kültürde ölümsüzlüğe inanılır. Kökleri Tlos’a dayanan ve bir bakıma kendisi de Likyalı olan arkeolog Ünsal Özçakır, bir ömür boyu adım adım gezdiği Likya coğrafyasının en etkileyici yapılarının mezar anıtları olduğunu söyler: “Likyalılarda atalar kültü var. Yılın belli gününde mezarlar açılır ve yiyecekler sunulup, kurbanlar kesilir. Bu mezarların en güzel örneklerinden biri Termilai (Üçağız) yolundadır. Müthiş bir mezar anıtıdır. Aynı mezara ailenin üyeleri sırasıyla gömülür. Mezara gömülü olanların sayıları giderek artar…”
Likyalıların neden ölümsüzlüğe inandıklarının yanıtını, bugün pek çok antik kentte somut olarak görmek mümkündür. Arikanda’da, Lmyra’ya, Tlos’tan Hoyran’a, Myra’dan Patara’ya pek çok Likya kentinde atalar kültünün uzantısı olarak doğa ananın sonsuzluğunu gösteren işaretler doludur. Geçmişten bugüne değin uzanan kimi inanışların izlerini bu toprakları yurt edinen Yörük-Türkmenler’de görmek mümkündür. Bir bakıma yaşamın sürekliliği farklı biçimlerde kendini göstermeyi sürdürür. Elbette görmesini bilene…
ÖLÜLER KENTİNİN ÖLÜMSÜZLERİ
Anadolu’nun en büyüleyici antik kentlerinden biri olan Demre ve Kaş’ın tam ortasında yer alan Hoyran’daki 2 bin yılı aşan lahitlerin içinden çıkarak kayayı ikiye bölen ve başını göğe uzatan çitlembik ağacı; kim bilir hangi Likyalı prensesin ruhunu taşıyor. Ya “ölüler kenti” anlamına gelen Nekropol’ün sağına soluna dağılmış lahitlerin kalbinden sürgün veren koyu yeşil ışıklı yapraklarıyla fışkıran defne ağaçlarına ne demeli? Kim bilir ölümsüzlüğe inanan hangi sanatçı ruhun düşüdür mis kokulu dalları.
Hele Lmyra’da Kafi Baba’nın bir zamanlar yüzlerce gönlü doyuran aşevinin bekçisi ulu zeytin, yüksek kayaların altındaki yerde; Arikanda’nın görkemli tiyatrosunda yüz yıldır sahneyi gözleyen koca çam… Ahh Patara hurmalığına ne demeli? Andriake’nin yabani sakızlar, Sura’nın yamaçlarını tanrı Apollon’dan beri binlerce yıldır bekleyip duran kahin meşeler…
Anadolu ağacın tanrılaştığı coğrafyanın adıydı. Bugün Melih Gökçek gibi, kentleri Uzakdoğu’dan ithal edip çuval dolusu para ödedikleri plastik palmiyelerle süsleyen yöneticilerin elinde tarihinin en şaşılası günlerini yaşıyor.
15 yaşına gelmiş diye ağacı evlendirmeye kalkan bir Başbakanımız bile oldu! Şaka gibi ama ne yazık ki şaka değil!
MELİH GÖKÇEK’E GÖRE EKONOMİK OLMAYAN AĞAÇLAR
ODTÜ’deki ağaç katliamının ardından Melih Gökçek çıkıp konuştu, yok edilen ağaçları büyük bir pişkinlikle isim isim saydı ve pek çoğunun “ekonomik ömrü bulunmayan kıymetsiz ağaçlar” olduğunu söyleyiverdi: “629 ibreli ağaç, 292 çam, 133 diş budak, 916 ahlat, 293 adet badem, 58 adet kavak, 696 adet diğer yapraklılar olmak üzere toplam 2388 ağacın oradan nakledilmesi veya kaldırılması gündemdeydi, bunlar kaldırıldı… Mevcut olan 4 kilometrelik yolumuza 3 bin tane yeni yetişkin ağaç dikiyoruz. 500 bin adet de çalı grubu dikiyoruz. Zaten ağaçların kaldırdığımız yerde bol miktarda da çalı vardı. Bunu belirtmek istiyorum.”
Melih Gökçek ve türevi olan yönetici modeli, aslında gerçek bağlamından koparılarak köksüzleştirilen Anadolu insanının, son 50 yılda kentlerde yeniden üretilen yıkıcı yanına hitap eden bir antikahramanlarıdır. Yaşamın bütününü “çalı” ve kereste olarak tasnif eden, betonlaştırılmayan ormanı işlevsiz, yıkıma uğratılmayan vadileri değersiz gören; balığı ızgarada, kuşu tabakta değerli bulan zihniyetin ürettiği antikahramanlar…
Likenlerden eğrelti otlarına, sekoyalardan sedirlere; yüzmilyonlarca yıldır süregelen mucizevi bir direnişin şaşmaz üyeleri olan ağaçların büyüleyici yaşam hikayelerini en güzel anlatanlardan biri de Türkiye’nin yetiştirdiği büyük botanikçilerimizden Hikmet Birand’dır. Başucumdan hiç ayırmadığım “Alıç Ağacı ile Sohbetler” (TÜBİTAK Yay.) kitabında, yeryüzünün ağaçlarla nasıl da güleryüzlü olduğunu anlatır.
BİR KAYIN AĞACI GÜNDE KAÇ LİTRE SU TÜKETİR?
Bugün “su boşa akıyor” diyerek yaşamın temeline dinamit koyanlara da yıllar öncesinden söyleyecek sözü vardır Birand’ın: “Bir adam boyundaki ayçiçeği bitkisi günde bir kilo su harcar. Büyük yayvan yapraklı bir ağaç, mesela 200 bin kadar yaprağı olan bir kayın ağacı günde 300-400 litre su tüketir. Ortalama bir alıç ağacı ise günde 15-20 litre su tüketir.”
ALLAH’IN SUYUNU PARAYA ÇEVİRENLER KAKTÜSLERİ ANLAR MI?
Bir ağacın günde 400 kilo suya ihtiyaç duyması ne çarpıcı değil mi? Birand, Anavatanı Meksika çölleri olan kaktüslerin evrimleşerek yılda ancak bir iki kez yağan yağmurdan depoladıkları suyu idareli kullanmak için yapraklarını iğne biçimine getirdiklerini de anlatır. Ama kim anlar bütün bunları? Temel eğitimden doğa bilimlerini uzaklaştıran, yıkıma uğratamadığı yaşam alanları karşısında kompleks duyan mühendisler yetiştiren, “Allah’ın suyunu paraya çeviriyoruz”diyen yöneticiler mi?
Kürredeki zerre olduğu unutturulan bir kitlenin yaşamdaki gerçek amacından uzaklaşması giderek daha kabul edilebilir hale gelse de, varlıklarıyla o kürreyi ilk kapsayan canlılardan olan ağaçların sonsuza uzanan yolculuğu hep sürecek.
AĞAÇLAR ÖLMEZ, YERYÜZÜ BÖLÜNMEZ!
Bir kaç yıl önce İstanbul’un yağma edilerek benzersiz kültür mirasının Batılı başkentlere taşınmasını ele alan kapsamlı bir sergi için İstanbullu şair ve tarihçi Agathias’tan ilham alan sanatçı dostum Handan Börüteçene, bir kahve sohbetimizde MS. 6 yy’da yaşayan Agathias’ın çarpıcı dizelerini okuduğunda Hoyran’da kaya mezarlarını parçalayıp göğe selam duran çitlembik ağacını anımsadım: “Burada bir ceset var/ Dışında mezar yok/ Burada bir mezar var/ İçinde ceset yok/ Kendine gömülüdür bu ceset…”
Ey yıkıcılıklarıyla yeryüzünün yüzüne kara çalanlar! Siz farkına varın ya da varmayın, görün ya da görmeyin; siz, biz hepimiz ölsek de ağaçlar ölmeyecek!
Ağaçlar ölmez, yeryüzü bölünmez!
Yusuf YAVUZ
http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com