Bir katliamın ardından pis pis sırıtarak yürüyenlerin değil ağlayabilenlerin yanıdır yanımız. O nedenle artık gülmek de, ağlamak da devrimci bir eylemdir…
Fransa devleti kendisiyle yüzleşti. Charlie Hebdo el birliğiyle yapılan ve tarihin damıta damıta hazırladığı bir katliamdı. Ve bu katliamda katkısı olan bütün katiller o büyük yürüyüşte cinayet mahaline dönüverdiler son bir kez daha.
Ülkesinde her gün birilerinin faili malum cinayetlere kurban gittiği ve ölümün doğudan batıya doğru seyrettiği bir başbakan da oradaydı, Filistin’de yaşam belirtilerine bile tahammülü olmayan Netanyahu da. Kaddafi’ye karşı ayaklanmada NATO ve BM kararını beklemeden Libya’ya bomba yağdıran Fransa’nın Cumhurbaşkanı da oradaydı, diğeri de, öteki de, beriki de. Hepsi birbirlerinin yüzüne baktıklarında kendilerini gördüler. Kendi ellerini sıktılar, kendi yüzlerini öptüler. Ön sıralara geçebilmek için kendilerini ittirip ötelediler. Ülkelerine döndüklerinde ise düşünce özgürlüğü, cinayet, katliam, mizah, sömürü gibi birçok kavramdan cümleler üretip birlikte pis pis sırıtarak yürüdükleri “yoldaşlarını” satıverdiler. Katliamın suçlusunu hep ötekilerde aradılar. Çünkü baktıkları yüzlerde kendilerini görmekten çok korktular. Çünkü sıktıkları ellerden bulaşan kanı tanıdılar. Çünkü cinayet mahalinde unuttukları suç aletleri hâlâ yerli yerinde, bıraktıkları izler sıcaktı.
Ve biz bu katliamdan sonra bir kez daha iman ettik ki Tanrı vardır. Ve hatta artık Tanrı’nın varlığının değil, yokluğunun ispatı imkânsızdır. Bir insan, hiç tanımadığı bir başka insanı, elleri arkadan bağlı olduğu halde şah damarından keskin bir bıçakla kesmeye başlıyorsa ve bunu Tanrı adına yapıyorsa Tanrı vardır. İsrafil sur’u üfledikten sonra olacakların içinde bile bu kadar vahşet, bunca acı ve gözyaşı yoksa Tanrı olmak zorundadır. Tanrı olmasa da artık olmak zorundadır. Kendi varlığının nedeni olarak değil, bizzat bu katliamların cevabını vermek için olmak zorundadır.
Bizim için ise, dökülen bunca kanın, yapılan soykırımların, ezilen insanların ve boğazlanan çocukların ortasında kalmak değildir mesele. Mesele bütün bu zulmün ortasındayken, bu zulüm yok gibi davranmaktır. Hâlâ yemek yiyebilmek ve hâlâ içebilmektir zemzem sularını. Hâlâ gülebilmektir. Hâlâ kendi katillerimizle yüzleşmeden uyuyabilmek ve uyanabilmektir sabahlara. Mesele insanlığımızın her gün biraz daha elimizden alınıyor olmasındadır.
Oysa bir katliamın ardından pis pis sırıtarak yürüyenlerin değil ağlayabilenlerin yanıdır yanımız. O nedenle artık gülmek de, ağlamak da devrimci bir eylemdir.
Bu katliamla Fransa devleti kendisiyle yüzleşti. Ve Fransızlar da Fransa devletiyle yüzleşti. Oysa o boktan Nobel ödülünü hiçleyip reddeden Sartre 1961 Eylülünde yazmıştı olan biteni ve olacak olanı. Sartre… O yüzünün çirkinliği bile dünyanın en güzel manzarası gibi izlenmeye değer adam:
“Bizde insan suç ortağı demektir, çünkü sömürge talanından biz hepimiz yararlandık. Bu pek soluk, semirmiş kıta sonunda Fanon’un haklı olarak ‘narsisizm’ dediği şeye gömüldü… Biz cömertiz öyle mi? Ya Setif’e ne demeli? Bir milyondan fazla Cezayirli’nin yaşamına mal olan sekiz yıllık o korkunç savaş peki? Elektrikle işkence?… Terör Afrika’dan ayrılıp buraya yerleşti; çünkü yerliye yenilme utancını bizim kanımızla ödetmek isteyen kudurmuşlar var…”
Ve sözü devraldı Fanon:
“Ezenlerin yetkilileri istediği kadar araştırma soruşturma komisyonları kursun, sömürge insanının gözünde bu komisyonların varlığı da yokluğu da birdir. Gerçekten de, yakında Cezayir’de işlenen suçlar başlayalı yedi yıl olacak ve bir Cezayirlinin öldürülmesinden dolayı Fransız adaletinin karşısına çıkarılmış tek bir Fransız bile yok.”
Sartre kendi devletiyle bundan 50 yıl önce yüzleşmişti. Kendi Tanrısı’yla hesabını kesmiş, kendi katillerini koynundan atıvermişti. “Katliamların soykırım noktasına, köleliğin hayvanlaştırma düzeyine” indirgeneceğini o zaman yazmıştı. O zaman Cezayir’de ne yapıldıysa bugün Suriye ve Irak’ta o yapılmaktadır. Çünkü devletlerle katiller birbirlerinin aynıdır. Onların yerleri, zamanları ve mekânları yoktur. Her yerde birbirlerini gözlerinden tanır, birbirlerini büyük bir aşkla çağırır. Ve bir yerlerde insanlık suçu işleniyorsa hâlâ bu onların ortak suçudur. O nedenle Charlie Hebdo yürüyüşündeki ilk üç sıra ve onların elleri, dilleri, sözleri, gülüşleri, gözleri, ayakları ve yüzleri insanlık nezdinde meşru değildir.
Ali Murat İrat