Anadolu, içinde barındırdığı sırlarla birlikte, ‘keşfedilmemiş son kıta’ olarak ve asla keşfedilmeden tarihten silinmek üzere. Üstelik sadece ve sadece 20 yıllık bir rant ve kar hırsı uğruna!
ELLİ YILDIR SADECE DİN SATARAK HALKI KÖLELEŞTİRDİLER
Erbakan’ın deyimiyle, ‘batı taklitçisi’ sağ siyasetçiler 50 yıldır sadece din satarak Anadolu’yu tarumar ettiler. Din satarak ekinleri kuruttular. Din satarak yaylaları boşalttılar. Din satarak Anadolu’nun binlerce yıllık belleğini, tarihini iğdiş ettiler. Elli yıldır sadece din satarak dünyanın en bereketli coğrafyasında binlerce yıldır bağımsız yaşamayı başaran halkı kapitalizmin tüketim katedrallerinin kölesi yapmayı başardılar.
DADALOĞLU’NUN YASLANDIĞI DAĞLAR SATILINCA
Dadaloğlun’a “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” lafını söyleten bu coğrafyanın biyolojik zenginliğiydi. Coğrafyanın üzerindeki insanın karakterine yüklediği en büyük anlam bağımsızlık tutkusuydu. Kasabada, kentte, payitahtta sistem çürüyüp kokuştuğunda, iktidar yozlaştığında dağlara sığındı Anadolu halkı. Dağların bereketiyle haksızlığa, yolsuzluğa, kokuşmuşluğa direndi. İnancını, kültürünü o dağlara göre biçimlendirdi. Bu yüzden Efelerin yediği labada bitkisinin adı ‘efelek’ oldu. Bu yüzden binlerce Girit Türk’ü mübadil acılarını Ege’nin bereketli coğrafyasının verdikleriyle sağalttılar. Bu yüzden Toroslar’ın öz çocuğu olan Yörükler, Hitit kralı Dumuzi’nin adının bereket olduğuna inanmayı sürdürdüler; keçilerinin sütlerini hep aynı biçimde ‘damız’ladılar. Tarlada tohumluğa ayrılan salatalık, üreme için ayrılan boğa, teke, koç; hep ‘damızlık’ olarak anılmayı sürdürdü.
Anadolu, içinde barındırdığı sırlarla birlikte, ‘keşfedilmemiş son kıta’ olarak ve asla keşfedilmeden tarihten silinmek üzere. Üstelik sadece ve sadece 20 yıllık bir rant ve kar hırsı uğruna!
ARTIK HIZIR BİZİ TERK ETTİ
Karadeniz yaylalarındaki ot bayramları yok artık. Yukarı Köprüçay’da adeta her evi dolaşan, yoklayan ‘hızır’ gelmiyor. Kimse hızır gördüğünü söylemiyor artık. Eğirdir’de Selçuklu kervansaraylarının sütünlarına taştan genç kartallar yontan, ahşap cami kapılarına Toros çiğdemlerini nakşeden ustaların ruhu bizi terk etti.
FELEĞİN ÇARKI YANDAŞ SERMAYE İÇİN DÖNÜYOR
Isparta Sütçüler’de Darıbükü köyünün son marangozları artık evlerine ‘çarkıfelek’ motifi işlemiyor. Feleğin çarkı artık sadece yandaş sermayenin çıkarları için dönüyor. Binlerce yıldır ‘geçimlik’ tarımla ve hayvancılıkla, dokuyarak, sağarak, yontarak; ekip biçerek karakterini belirleyen en önemli unsur olan bağımsızlığını koruyan bir halk topyekun köleleştiriliyor!
Anadolu uygarlığı, içi boş ‘yeni Türkiye’ sloganları arasında çöküyor!
‘BU BİR AFET, TOPTAN YOKOLUŞ…’
Gelin Artvin’e gidelim… İktidarın bakanlarının “artık Çoruh kendi istediği gibi değil, bizim istediğimiz gibi akacak” dedikleri Çoruh Nehrinin suları altında boğulan Oruçlu köyüne… Bakan Eroğlu’nun, bir padişah edasıyla ‘kapaklar kapana, su tutula’ sözleriyle kurdelayı kestiğinden beri Deriner Barajının suları hızla havzadaki köyleri yutmaya başladı. Çoruh Havzası’nda tarihten silinecek onlarca köyden biri Oruçlu. Yıllardır uzak yakın bütün Oruçlulular kimliklerini, geçmişlerini kurtarabilmek için mücadele veriyorlar ancak dinleyen kim? Yokoluşun pençesindeki Oruçlulalar artık ellerinde kalan son anılarını biriktirmek, bir araya getirmek için çaba harcıyorlar. Bu amaçla bir web sayfası kurmuşlar, ziyaret edin ve görün Anadolu’nun ne hale geldiğini. Oruçlu köyünden Cüneyt Akın, şu sözlerle dile getirmiş yaşadıkları dramı: “Köyümüz bir tarih… Herkes ondan söz ederken içi burkuluyor. Orada yaşamasak ta, anılarımızla köyümüz bizim her şeyimiz. Çünkü orada dostluğun, sevginin, aldatılmamışlığın hatıraları yaşıyor. O küçücük vadide bizim saf ve temiz hayallerimiz yaşıyor. Bir müddet sonra o küçücük vadideki köyümüz Çoruh Nehrinin azgın suları altında boğulup gidecek. Tüm yaşanmışlıklarla beraber. Anılar, hayaller, geçmişimiz hepsini sular yutacak… Oysa, öyle saf öyle temiz öyle bilgin öyle erdemli insanlar yetiştirmişti ki bunu hayal etmek bile insanın tüylerini ürpertiyor. Bu bir afet. Bu bir toptan yok oluş…” Daha fazlası için: http://www.oruclukoyu.com/
İZMİR’İN DAĞLARINDA ÇİÇEKLER AÇMIYOR!
Isparta’nın, Çanakkale’nin, İzmir’in dağlarında ot toplayan kadınlar artık son kez bakıyor dağlarına. Eteklerinde kuş yemleri, sarmaşık, kuzukulağı yok artık. Muğlalı Yörük kadınları sırım gibi ördükleri beliklerine papatya takmıyorlar, İzmir’In dağlarında çiçekler açmıyor artık!
ERDAL EREN’DEN BUGÜNE O SON BAKIŞTAKİ HÜZÜN
12 Eylül’ün daha 18’ine gelmeden idam ettiği Erdal Eren’in çıkarıldığı mahkemede hakim karşısındaki son hali 30 yıldır Türkiye’nin hafızasından silinmedi. Sezen Aksu’nun “Son bakışlardaki o gözler kaldı aklımızda” şarkısıyla da toplumsal belleğimize kazındı. Bu gün 12 Eylül’ü yargılama iddiasında olanların yarattığı tahribatın enkazına son kez bakan Anadolu halkının o son bakışındaki hüzün de kolay unutulmayacak. Toplumsal barışı inşa etme yalanıyla toplumsal barışın köküne dinamit koyanları tarih asla affetmeyecek.
ALAKIR’IN IŞIĞI CANA BEBEK ANA KUCAĞINDAN MAHKEMEYE
Gelin Antalya’ya gidelim bir de. Alakır Vadisi’ne… Yağmanın ortasında umut da var bu topraklarda. ‘Yalansız yaşamaya’ inananların umudu.‘Anadolu’yu Vermeyeceğiz’ diye yola çıkanların içinde yer alan Elif Arığ, 40 gün boyunca Antalya’dan Ankara’ya kadar yürümüştü. Elif, Ankara’dan dönünce Alakır’ı terk etmedi. İşini, kariyerini bırakıp Almanya’da müzikoloji okuyan eşi Tayfun’la birlikte Alakır’a yerleştiler. Kendi elleriyle bir ev yaptılar. Bu evde, ‘Cana Işık’ adını verdikleri bir de bebekleri oldu.
‘BİZE HAYATI BÖYLE ANLATMAMIŞLARDI, KANDIRILDIK!’
Cana Işık bebek, Alakır gibi onlarca vadinin geleceği karartılmamasın diye yaşamını ortaya koyan yüreklerin arasında, mücadele içinde büyüyecek. Elif Arığ’la geçtiğimiz yıl hem yürüyüp hem sohbet ederken “neden yürüdüğünü” sormuştum. İyi eğitim almış, yurtdışı dahil bir çok yeri görmüş, çalışma yaşamını deneyimlemiş genç bir kadın olarak, “Biz kandırıldık. Bize hayatı böyle anlatmamışlardı” diye yanıtlamıştı Elif.
NE KADAR YALANSIZ YAŞARSAK O KADAR İYİ…
Elif gibi bir çok genç kadın, erkek kandırılmışlık duygusundan sıyrılıp kendi ‘yalansız’ yaşamını kurmanın mücadelesini veriyor. Her türlü ezberi bozarak girişilen bu yaşam mücadelesinin yavaş da olsa yol alacağını düşünüyorum. Kandırıldığını farkedenlerin ve kendi yalansız yaşamını kurmaya cesaret edenlerin sayısı arttıkça umutlar da çoğalacak.
Can Yücel’in dediği gibi “ne kadar yalansız yaşarsak, o kadar iyi…”
Yusuf Yavuz
Kaynak:http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com