Bilim Teknoloji

Antik çağların kaybolmuş 7 teknolojik harikası

fft81_mf2430170Geçmiş, hala gizemlerini çözmeye çalıştığımız bir bilinmezlik girdabı. Her gün kazıların altından ve araştırma dosyalarından şaşırtıcı bilgiler gelmeye devam ediyor. Bildiğimiz kadarıyla, teknolojiden uzak ve ilkel kalmış toplumların omuzlarında yükselen bir dünyada yaşıyoruz. İşte sizi şaşırtacak, antik çağların kaybolmuş 7 teknolojik harikası!

1. Babil Pili1. Babil Pili

Sene 1938…Avusturyalı Arkeolog Dr. Wilhelm Konig yaptığı kazılardan birinde 15 cm yüksekliğinde, parlak sarı renkte ve kilden yapılmış bir çömlek buldu. Çömlek bir düzenek gibiydi. İçinde bakır levhadan yapılmış, 3.81 cm. çapında ve 5 cm. yüksekliğinde bir silindir vardı. Cismin bir enerji kaynağı olması için yapıldığı hemen anlaşılıyordu. Bu yüzden 19. yüzyılda yapılmış ilkel bir pil olduğu düşünülmüştü. Ancak yapılan testler çömlek ve içindeki düzeneğin 2000 yıllık olduğunu ortaya çıkarttı! 2000 yıl önce, elektrik ve elektroniğe bağlı bir teknoloji yokken bu pili kimler ne için yapmıştı ve ne amaçla kullanmışlardı? Bu sorular hala cevabını arıyor. Pil ise Bağdat Müzesi’nde sergileniyor ve M.Ö. 248 tarihiyle ilişkilendiriliyor. Her ne kadar bu tarih de eski bir dönem olsa da, bazı araştırmacılar söz konusu çömleğin sahip olduğu teknolojinin Sümerlere kadar uzandığı noktasında birleşiyor. Bu da Babil Pili olarak nitelendirilen bu cismin ilk defa M.Ö. 2000’li yıllarda geliştirildiği yönünde bir teori ortaya koyuyor. Peki madem böyle bir teknoloji antik çağda vardı, insanlığın elektriği bir yaşam biçimi haline dönüştürmesi neden 4000 yıl sürdü? O dört bin yıl boyunca çömleklerde enerji saklanmadı da neden kebap yapıldı?

2. Dandera Işığı2. Dandera Işığı

Antik çağlarda elektirik teknolojisinin var olduğuna işaret eden bir başka unsur da Dandera Işığı’dır. Antik Mısır’da Dendera olarak adlandırılan bölgede, geç ptolemik dönemden kalma Hathor Tapınağı’nın farklı yerlerinde Eski Mısır uzmanlarının bir türlü geleneksel dinsel-mit terimiyle açıklayamadıkları garip duvar resimleri vardır. İlk bakışta bir bilim kurgu şakası olduğu izlenimi veren hiyeroglif ve resimler açık bir şekilde antik Mısır’da ampul kullanıldığını ortaya koymaktadır. İsveçli mühendis Henry Kjellson, “Forvunen Teknik/Kayıp Teknoloji” adlı kitabında bu simgeleri detaylı bir şekilde incelemiştir. Hiyeroglifte temsili olarak çizilen cismin, açık bir şekilde elektrik ışığı ile aydınlatma sağlayan bir ampul olduğunu incelemesinde yazan Kjellson’a göre Dandera ışığı modern ampullerin atası konumundadır. Aslında Dandera ışığı, Mısır piramitlerinin yapımıyla ilgili bir sırrı da açığa kavuşturmaktadır. Piramit araştırmacıları için en büyük soru şudur; piramitlerin içerisindeki tüneller dış yapı tamamlandıktan sonra şekillendirilmiş ve süslenmiştir. Son derece karanlık olan Piramitlerin iç kısmında bu işleri yapabilmek, ancak suni bir ışık kaynağıyla mümkündür. Bir meşale kullanmak intihar etmekle eşdeğerdir çünkü, ateşin çıkardığı duman ile mücadele etmek imkansızdır. Bu durum araştırmacılar tarafından test edilmiş ve meşale ile bu işin yapılamayacağı görülmüştür. Gaz lambası derseniz, ilk örneği 9. yüzyılda görülen gaz lambaları antik Mısır’da hiç kullanılmamıştır. Kullanıldığına dair bir bulgu da yoktur. Dandera ışığının sembolize edildiği lotus çiçeği ve yılan antik Mısır’da ; “verimlilik” anlamına gelmektedir. Bir çok bilim adamı Dandera ışığını bir antik Mısır büyüsü olarak tanımlamak istese de, Dandera ışığının tasviri teknolojik bir model olarak görülmektedir. Edison ve Tesla’nın kemiklerini sızlar mı bilmiyoruz ama sanki antik Mısır, elektrik ışığına ilk göz kırpan medeniyetmiş gibi duruyor…

3. Antikyhera Makinesi3. Antikyhera Makinesi

20. yüzyılın hemen başında Yunan bir grup sünger avcısı tarafından Antikyhera adlı küçük bir adanın yakınında inanılmaz bir keşif yapıldı! Antik bir geminin kalıntıları arasında modern makinelere benzeyen bir cisim duruyordu. M.Ö. 50 yılından kaldığı düşünülen cisim, Atina Müzesi’nde yerini aldığında antik bir saat olduğu tahmin ediliyordu. Günümüzde kullandığımız modern saatlerin zembereğini andıran bir düzeneğe sahip olan cisim 1958’de yeniden incelemeye alındı. Bir çok dişliye ve hatta bir de fana sahip olan cisim “makine” olarak tanımlandı. Dişlilerin çalışması sonucunda Ay’ın ve Güneş’in hareketleri hesaplayabildiği anlaşılan Antikyhera makinesi, yıldızların geçmişteki ve gelecekteki konumlarını gösteriyordu! Nasa’nın bu makinenin çalışma prensibinden yola çıkarak, bir çok araştırmasında başarılı sonuçlar aldığı bilinir. Soru şu; bu makineyi yapabilecek kadar yüksek teknolojik bilgiyi milattan önce kimler nasıl elde etti? Elde etti de mutlu oldu mu, işine yaradı mı?

4. Antik Kolombiya Uçakları4. Antik Kolombiya Uçakları

İnsanlığın ilk çağlardan beri en büyük hayali olarak bilinir uçmak. Ancak uçmak için gerekli teknolojinin nasıl olacağını hiç bir medeniyet ön görememiştir. Da Vinci’nin yaşadığı dönemde yaptığı bir çok modelin, mevcut uçuş teknolojisinin önünü açtığı bilinse de; Da Vinci’nin ilkel modellerinin hiçbiri günümüz uçak teknolojisiyle benzerlikler taşımamaktadır. Ancak milattan önce 1000 yıllarında Kolombiya’da yaşamış bir medeniyet, altından modern uçak modelleri yapmıştır! Bilinen hiç bir tür kuş, böcek ya da uçan canlı ile bağdaştırılamayan bu modeller, tüm detaylarıyla birer uçak figürüdür. Bu kadar eski bir çağda uçmak mümkün değil mi? Kolombiya’dan kalkan bir uçak muhtemelen kısa sürede Peru’ya ulaşabilir. Neden mi Peru? Nazka çizgileri olarak bilinen onlarca antik devasa çizime ev sahipliği yapan arazilerin yer aldığı Peru, Kolombiya’dan kalkan bu antik uçaklar ile yakın ilişkili olabilir. Nazka çizgilerinin M.Ö. 200 yıllarında yapıldığı düşünülüyor. 200 metre genişliğinde ve gökyüzünden bakılmadan görülmesi imkansız olan bu şekillerin, çizilebilmesi de yine yüksek bir noktadan bakmadan mümkün değildir. Nazca şekillerinin görülebileceği yüksek bir dağ da bölgenin çevresinde yoktur. Çizgilerin çizildiği dönemde, bu şekilleri görebilmek için Kolombiya’nın antik uçakları gibi araçlara sahip olmaktan başka çare yoktur. Yoksa düşünün size bir sürü taş verecek kabilenin rahibi, diyecek; “200 metre genişliğinde bir maymun sembolü yap yere.” Yukarıdan görmeden yapamayacağınız için “Dalga mı geçiyorsun yahu?” der gidersiniz. Peki ya yapabilecek imkanınız olursa?

5. Hindistan’ın Vimanaları5. Hindistan'ın Vimanaları

Hindistan tarihine ışık tutan mitolojik unsurlarla dolu olan Mahabharata adlı eserlerde adı geçer Vimanaların. Vimanalar, Hint kültüründe “uçan saray” olarak tanımlanırlar. İlk başta “uçan halı” gibi bir masal öğesini çağrıştırsa da Mahabharata’nın içinde yer alan Vimana tasvirleri akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Bir savaş aracı olarak anlatılan Vimanaların uydu anteninden tutun, iniş ve kalkış takımlarına kadar her ayrıntı, görülmeden hayal edilebilecek türden değildir. Öyle ki, mühendislik harikası olarak görülen Vimana tasvirlerinden yola çıkılarak çizilen modeller günümüzde NASA’nın kullandığı uzay kapsülleriyle tek kelimeyle birebir özellikler ortaya koymaktadır. Mahabharata metinlerinin de M.Ö. 3000’li yıllara dayanan anlatımlardan oluştuğunu düşünecek olursak. O tarihlerde var olmamış teknolojiler üstünde, bu kadar detaylı bilgiler paylaşılmış olması ilgi çekicidir.

6. Bolivya’da Antik Lazer İşçiliğifft16_mf2430157

Tivanaku , Bolivya’da M.Ö. 1500 civarında hüküm sürmüş antik bir uygarlığın başkentidir. Buraya kadar kulağa tarihsel sıradan bir bilgi gibi geliyor. Ta ki söz konusu medeniyetin inşa ettiği duvar ve yapıları görene kadar. Söz konusu döneme dair yapılan kazılarda sadece ilkel çekiçler ve kürekler bulabilen arkeologlar, adeta lazerle kesilmiş büyük taş kütlelerini açıklayamıyorlar. Su götürmez bir şekilde günümüz teknolojisinde kullanılan lazerlerle kesilmiş olan duvarların eşi benzeri yok! Günümüzde en yetenekli duvarcılar bile lazer olmaksızın taş kütleleri bu şekilde kesemiyorlar. Bir başka ilginç nokta ise tüm kesimlerin simetrik ve eş değerlerde yapılmış olması! Bu da işlemin bir makinayla yapıldığını gösteriyor.

7. Japonya’nın kayıp uygarlığıfft16_mf2430158

1986’da bir grup Japon dalgıç tarafından keşfedilen ve Yonaguni açıklarında bulunduğu için Yonaguni Anıtı adını alan bir yapı herkesi şaşırtıyor. Yekpare bir kaya kütlesini son derece usta bir işçilikle yontup şehir haline getirmiş bir uygarlığın eseri olan bu gizemli yapı, Büyük Okyanus’un derinlerinde yatıyor. M.Ö. 10.000 yıllarında yapıldığı ve tahminen yine M.Ö. 3000 civarında sular altında kaldığı düşünülen Yonaguni’nin inşa edildiği tarihi bırakın, bugün bile bu şekilde bir şehir yapmak neredeyse imkansızdır. Merdivenleri, meydanları, odaları, sokak ve caddeleriyle tek parça bir kaya kütlesinden şehir yapmak belki de bundan bir kaç yüzyıl sonra başarabileceğimiz bir mühendislik teknolojisi gerektiriyor. Tahminlere göre bu antik kalıntıların üstünde, batmadan önce göz alıcı bir şehir yükseliyordu. Yonaguni çevresinde bulunan M.Ö. 2000 yılıyla ilişkilendirilebilen kalıntılar da bu teoriyi destekler nitelikte.

Oktay Volkan Alkaya-oktay.alkaya@radikal.com.tr /

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu