”Her Türk asker doğar” Öyle mi gerçekten? Bunun aksini söyledikleri için hayatlarından vazgeçmek zorunda kalan vicdani retçilerle görüşerek Asker Doğmayanlar’ı kitaplaştıran gazeteci Pınar Öğünç’e kulak verdik…
Savaşa karşı olmanın garipsendiği, karşı olanın hainlik mertebesine yükseltildiği bir ülkede en zor şeylerden birini yapıyor vicdani retçiler. Hayatlarını ortaya koyuyorlar bu en temel insani hak için. Gerçekten bir cesaret öyküsü ama dertleri cesur olmak değil elbette. Sadece inandıkları şey için mücadeleye ediyor ve dahası inandıklarıyla hayatları arasındaki farkı açmadan bu mücadeleye devam ediyorlar.
Pınar Öğünç, askeri mahkemelerde yargılanan, işkence gören, açlık grevi yapan, büyük bedeller ödeyen 14 vicdani retçi ile görüşerek ‘Asker Doğmayanlar’ı kitaplaştırdı. Öğünç, her biri farklı hikayeye sahip vicdani retçilerle görüşerek hem bu mücadelenin tarihini belgeliyor hem de zorunlu askerlik ile barış süreci arasında sorulacak en doğru soruları sormayı da ihmal etmiyor.
Pınar Öğünç ile kitabını ve tabii ki, ”Öldürmeyeceğim” diyerek hayatlarından vazgeçen bu çok önemli insanları ve Vicdani Ret Hareketi’ni konuştuk:
Birçok kesimin ‘asker kaçağı’ ya da ‘kolaya kaçma’ olarak gördüğü meselenin ardında aslında hayatlarından vazgeçen bu cesur insanlar var. Vicdani reddin nasıl algılandığı, meselenin neresinde duruyor?
Tam ortasında duruyor. Algı, vicdani reddin sadece zorunlu askerlikle ilgili olduğu üzerinden şekillenince, arzunun da sadece bundan kaçmak olduğu düşünülüyor çoğunluk tarafından. Siz sorarken vicdani retçiler için cesur sıfatını kullanıyorsunuz ama bu çerçeveden bakınca, bilakis ‘korkaklıkları’ yüzünden bu kararı aldıklarına inanılıyor. Ama işte bu kitapta uzun uzun anlatıyorlar, bu kararı almanın hayatlarında neler değiştirdiğini, neleri göze alarak bu talepte ısrarcı olduklarını… Dinleyen karar versin.
Türkiye hangi yöne giderse gitsin, ne kadar demokratikleştiği söylense de, hayatları hiç değişmeyen insanlar diyebilir miyiz vicdani retçiler için? Sanki bütün sorunlar çözülse bile askerliğin kutsallığından vazgeçilmeyecekmiş gibi…
Bu demokratikleşirken hesaba ne kadar militarizm sorgusu katıldığına bağlı. Ancak bu sorgu da eklendiğinde sağlıklı demokrasiden, gerçek bir sivilleşmeden söz edebiliriz. Yıllar içinde bilinirlikleri, görünürlükleri artsa da hareketin kitleselleşememesi toplum olarak bu sorguyu eksik yaptığımıza da işaret ediyor aynı zamanda. Savaşçılığın, kahramanlığın, askerliğin kutsallığı üzerine o kadar çok yatırım yapılmış ki… Tuhaf biçimde bir sürekliliği var bunun siyasi ve toplumsal hayatımızda. Eğitimden popüler kültüre, bunu besleyen damarlar, zaman içinde bazı değişimlere uğrasa da aynı duruyor aslında.
Bu ülkenin en sağlam kalelerinden biri askerlik elbette ve vicdani ret anlayamacağımız kadar cesur geliyor bize.
Çoğunluğun karşısına, tek başına bir birey olarak dikilmek gerçek bir kararlılık gerektiriyor. Bir odada herkes farklı düşünüyorken sesini çıkarmak için üç defa düşünür insan. Bir de askerlik gibi neredeyse hiç tartışılmayan toplumsal bir kurum üzerine laf etmeyi düşünün…
Nerdeyse görüştüğünüz bütün vicdani retçiler, bunun sadece askerlik yapıp-yapmamakla ilgili olmadığını sık sık dile getiriyor. Kitapta da bu hissiyat ağırlıklı bir şekilde var. Vicdani retin hâlâ anlaşılamayan bir mesele olduğunu söyleyebilir miyiz?
Maalesef öyle, bir kere sadece zorunlu askerlikle ilgili olduğunun düşünülmesi felsefi tartışma olanağını çok daraltıyor. Bu kitap için yola çıkmamızın niyeti bir lokma daha iyi anlaşılabilmesini sağlamaktır zaten.
Tayfun Gönül’ün hikayesi birçok açıdan önem taşıyor, mesela çok iyi okulllarda okumasına, imkanları olmasına rağmen vicdani retçi olmayı seçiyor. Bu bile tek başına çok şey söylüyor olmalı değil mi?
Kitap için çalışmaya başladıktan çok kısa bir süre sonra rahatsızlandığından ve sonra da hayatını kaybettiğinden Tayfun Gönül’le bu kitap için söyleşme fırsatı bulamadık ne yazık ki. Fakat 1989’da Sokak dergisinde yayınlanan ret beyanı, manifestosu, bir de yine Sokak’ta kendisiyle yapılmış bir söyleşiye yer verdik. Bu gerçekten imkân meselesi değil. Tayfun Gönül, üst orta sınıf bir aileden gelen, doktor çıkmış biri olarak evet başka bir hayat sürebilirdi. Ama başka bir dünya ihtimali, kafasını çok daha önceden kurcalamaya başlamıştı. Beyaz doktor önlüğünün iktidarını sorgulayan biri… Türkiye’nin anarşizm tarihi içinde önemli bir isimdir Tayfun Gönül.
Peki, askere giden çoğu erkeğin küfür ettiği, birçok insanın gitmemek için çürük raporları almaya çalıştığı, binlerce ölümün olduğu ‘askerlik’ neden gücünden hiçbir şey kaybetmiyor? Ya da kaybediyor mu? ‘Asker doğmadım’ demek neden bu kadar tepki çekiyor?
Çünkü var eden mekanizma tıkır tıkır çalışıyor. Türkiye’deki en büyük mahalle baskısı askerlik üzerine olabilir. Dediğiniz gibi askerden dönünce ondan bundan şikayet etmeyen erkek yok gibidir ama bunlar en fazla dost meclislerinde komik asker anıları olarak kalır. Hep birlikte gülünür, “Bizde de bir çavuş vardı…” diye yeni bir hikaye anlatılır, bir daha gülünür ama hikayelerin içindeki akıldışılık sorgulanmaz. Zaten çatışma ‘anılarını’ samimiyetle anlatan erkek yoktur ki sorgulanabilsin. Bedelli askerlik konusu bile öyle her masada açılabilecek konu değilken, daha rahat bir askerlik için torpil gayretleri, çürük raporu maceraları mevzu açılmadıkça gizli kalmaya mahkumdur. Ne tuhaf, herkes herkesi biliyor aslında ama öyle değilmiş gibi davranmaya devam ediyoruz.
‘İNANDIKLARIYLA YAŞAMLARI ARASINDAKİ TUTARLILIK’
Bu kitap sayesinde, daha önce tanışıklığım olan vicdani retçileri hakikaten tanıma fırsatı buldum, bazılarıyla yeni tanıştım. Dinledikçe beni çok etkileyenlerden biri, birçoğunun farklı biçimde dile getirdiği bir şeydi; düşündüğü, inandığıyla yaşadığı hayat arasında arasındaki tutarlılık çabası… Az insanın, hakikaten düşündüğü gibi yaşamaya cesareti var. Bunu yapabildikleri için retçi olmuşlardı, retçi oldukları için bunu yapabiliyorlardı. Şöyle diyeyim… Liseli vicdani retçi İlyada Erkuş, 15 yaşında okulundaki kantin fiyatlarını protesto için okula ‘dayanışma masaları’ kuranlardan olduğu için retçi oldu. İlk kadın retçilerden Ferda Ülker, antimilitarizm sorgulamasıyla feminizme geçtiği için bugün bir kadın sığınmaevinde çalışıyor. Genç retçilerden Merve Arkun’un retçiliğiyle, çevresindeki bir sürü kişi “Deli misin?” derken bir anarşist kafede gönüllü çalışmasının ilgisi var.
Evet, kitabı okurken farkediyoruz zaten, vicdani retçilerin hepsi insan hakları ihlali, eşitsizlik, ayrımcılık gibi birçok meselenin içinde de varlar. Bunun basit bir karardan çok daha fazlası olduğunu anlamamız için hayat hikayeleri büyük önem taşıyor değil mi?
Az önce anlattığım tutarlılık hikayesi bu kapıya çıkıyor. Savaş karşıtlığı, antimilatirzm ve vicdani ret kişisel beyanlar olduğu kadar, toplumsal birer çağrı aslında. Hayata, insana dair ahlaki bir bakış açısı öneriyor, devlete ve devletin yurttaşıyla ilişkisine dair politik bir tavır alıyor.
‘Askerlik sadece askerlikle ilgili bir mesele mi?’
Bu, cevabı bilenlerin de bilmezlikten geldiği bir soru. Kışlaların dışındaki kışlaları, sivillerin içindeki askerleri görebildiğimizde gerçekten militarizmi konuşmaya başlayabiliriz.
Hasan Cömert