Son ses kaydında Bilal Erdoğan’ı babası ile konuşurken bir kez daha dinleme fırsatımız oldu. Dinleyene, anlayana ve muhakeme edene öyle çok şey anlatıyor ki bu görüşmeler.
Bizim neden demokratik olamayışımızı anlatıyor en başta, neden patriyarşik yapılardan kopamayışımızı, neden demokratik bir düzenin gerektirdiği özgür bireylere, gerçek vatandaşlara dönüşemediğimizi… Bu konuşmaları dinleyerek Türkiye toplumu hakkında ortalama bir kanaate sahip olabilirsiniz. Otoriter baba karşısında hazırola geçen ve sesini çıkaramayan, kendi benliklerine sahip olamayan çocuklar. Babanın hükmü altında büyüyüp, gelişkin bir karaktere sahip olamadan, babaya baş kaldırmadan ve dahası ergenlikten hiç çıkamadan yetişkin olup, daha sonra kendi tahakküm gücünü başkaları üzerinde kullanan çocuklar. Güçlü karşısında ezilen, güçsüz karşısında ezen konuma geçen insanlar…
Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, “Totem ve Tabu” adlı eserinde Odipüs kompleksinin altını çizerek, birleşip babalarını öldüren oğulların çektiği vicdan azabının toplumların ve dinin, kurulu düzenin temelini attığını öne sürer. Otoriter baba figürünün tabulaştırılması insanlık tarihinin bu ilk cinayetinden sonra başlamıştır Freud’a göre. Babalık mekanizması her şeyin anahtarıdır. Bir çocuğun kişiliği, karakteri ve arzuları babanın varlığının gölgesi altında şekillenir.
“Tamam babacım, peki babacım, olur baba…” sözleriyle babasına itaat eden Bilal Erdoğan, babası karşısında güçlü bir karakter olamayışını gözler önüne serdiği gibi, aynı zamanda Türk toplumundaki kutuplaşmaya dair de ipuçları veriyor. Babalarından bağımsız, babalarına baş kaldırmayı başarmış çocuklar ile babalarının gölgesi altında yetişen çocuklar arasındaki mücadeleyi de gözler önüne seriyor. Bir psikanalist gelip bizim toplumumuzu inceleyecek olsa belki de babalardan başlardı. Baba figürünü yücelten toplumumuzda otoriter eğilimlerin yerini bir türlü eşitlikçi yapılara bırakamayışını ve yerleşik askeri düzeni buna dayanarak sorgulardı.
Babaya ve onun simgelediği otoriteye baş kaldırılmadığı sürece, itaat ve biat kültürü terk edilmediği sürece özgürleşmeyi başaramayacağız. Gezi gençliği işte bu yüzden umut verdi biraz da, siyasi, çevreci taleplerin arkasında birey olmayı başarmış insanlar vardı, babalarından korkmayan, yeri gelince babalarına baş kaldıran ve ‘atayı’ simgeleyen her tür toplumsal figür karşısında da ezilmeyen çocuklar. Baba-devlet, baba-asker, baba-başbakanın simgelediği otoriteye karşı ergenlikten çıkıp yetişkinliğini ispat eden bir kuşağın ilk özgür çocuklarıydı onlar.
Elif Başak