Arka Bahçemiz

Ben dindar değilim. Peki ya siz, gerçekten dindar mısınız?

Dindar değilim. Ama bazen imreniyorum dindarlara. Gerçek dindarlara ama. İnanç soytarılarına değil.

Özellikle de yapılan iyiliklerin ve kötülüklerin insana mutlaka geri döneceğine yürekten inanmalarına imreniyorum. Dünyada veya ahirette…

“Öteki dünya”nın varlığından epeyce kuşkuluyum. Varsa bile ne şekilde olacağını, bu dünyadan ithal ettiği adalet sorunlarıyla uğraşıp uğraşmayacağını bilmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.

İyilik ve kötülüklerin “insana bu dünyada geri döneceği” inancında ise hoşuma giden bir yan var: Ahlaki tercihlerini doğru yapmaya alışan insanların gerçek mutluluğa ulaşma şansı herhalde daha fazladır.

Ya da tersine. Bütün ömrünü pislik içinde geçiren birinin, pislik içinde boğulması ihtimali daha güçlü olsa gerek.

Ama böyle olmayabilir de. Dünya tarihi, adalet mücadeleleriyle dolu. Demek ki, dünya tarihi her zaman bitmez tükenmez adaletsizliklerin işgali altında.

Dolayısıyla yaptığınız iyiliklerin gücü, sizi kurtarmaya yetmeyebilir.

* * *

Gerçek dindarların, hayatlarının merkezine vicdanı ve merhameti koyması, dünyevi zevk ve kazançları geri plana atması, engin bir hoşgörü ve sabır sahibi olması beni büyülüyor.

Ama neredeyse tümüyle dindar sayılan, dinî söylemlerin ve sembollerin birer tabu ve dokunulmazlık zırhı haline geldiği memleketimizde, gerçek dindarların mumla aranacak kadar az olmasına şaşırıyorum.

Düşünün, öyle bir ülke ki, görünüşte din ve dinî değerler, kendi kulvarından çıkarılıp neredeyse bütünüyle ahlakın ve kültürün, hatta ideolojinin ve siyasetin yerine konulmuş durumda.

Birçok devlet ve politika adamı, ağzını dinî kelimelerle açıyor ve onlarla kapatıyor. Dinin – çoğu ahlaki yön gösterici nitelikteki – emirleri hemen her konuda tartışılmaz birer kılavuz olarak görülüyor.

Ama kendini dindar olarak gören ve gösterenlerin önemli bir kısmının hayat felsefesinde “yatırım-kazanç” yaklaşımı aşırı derecede öne çıkıyor.

“Öteki dünya için yatırım”, büyük ölçüde dinin ana talep ve şartlarının yerine getirilmesinde kendini gösteriyor. Çoğunlukla da biçimsel olanlarının. Bunlar sanki birer sermaye misali, teker teker hesaba yatırılıyor.

Ancak “ahiret”e bunca titiz hazırlıklar yapan dindarların çoğu, bugün hemen yanı başında gerçekleşen haksızlıklarla mücadele etme ihtiyacını ve sorumluluğu hissetmiyor. Dahası, kaygısızlık, hatta yalan dolu rolleri oynamakta sakınca görmüyor. Adaletsizliğe izin veriyor, bazen de suç ortağı olabiliyor.

* * *

Diğer yandan sözde dindarların hayatlarının neredeyse dokunulmaz ve dinsel kuralların bile devre dışı bırakıldığı bir “dünyevi yatırım” boyutu var.

Ticaret ve para-mülk sahibi olma kaygısı olağanüstü kuvvetli. Yakalanan her fırsatı ekonomik gelire dönüştürme becerisi adeta kutsanıyor.

Para ve mal tutkusu, iktidarda olan veya iktidara yakın çevreler açısından, “dün fırsatımız yoktu; gün bugündür” hırsı ve telaşıyla yeri göğü birbirine katıyor.

“Ekonomi yönetimi” olarak algılanan ve savunulan düzlemde, AVM modasından inşaat ve ihale çılgınlığına kadar bir sürü unsur, toplumun bedenini ve ruhunu teslim alan birer virüs gibi hızla yayılıyor. Bir anlamda “bal tutan parmağını yalıyor”.

* * *

Bir taraftan dinsel söylem ve sembollerin, öteki taraftan havada milyarlarca doların uçuştuğu devasa yolsuzluk dosyalarının kuşatması altında, zar zor nefes almaya çalışıyoruz.

Ortada birçok insan var; ama insanlık ve insanilik bulmak güç. Birçok yüce kavram var; ama vicdan ve merhamet yok.

“Kendinden olmayan”a hoşgörü yok. Tersine, “bizden olmayan düşmanımızdır” anlayışı giderek egemenleşiyor.

Eğer bizi eleştiriyorsa “yaradılanı yaradandan ötürü” bile asla sevmiyoruz. Sevmek ne kelime, nefret ediyoruz. Onu yok etme aşkıyla yanıp tutuşuyoruz.

Bunca sertlik ve savaşkanlık içinde, hangi dinin kucaklayıcı atmosferine ulaşılabilir?

Gezi’de ölenlerin yakınlarına ve yaralananlara doğru bir, hatta yarım adım atmak – ve bunu hiç olmazsa dinin barışçı vecibeleri adına yapmak – neden bu kadar zor görülüyor?

Uludere’de devlet eliyle katledilen 34 Kürdün ailelerine şefkat elini uzatmak niçin böylesine çetrefilli bir adım sayılıyor?

Hayata saygı duyamıyoruz madem, ölüme sunabilsek o duyguyu!..

Siyasi mitinglerde beyaz kefen sarınıp “lidere ölümüne biat” selamı vermek için değil ama…

Geride kalanların yaşamı ve barışı için…

Ben dindar değilim. Ama bazen imreniyorum dindarlara. Gerçek dindarlara ama. İnanç soytarılarına değil.

Ancak soytarılar o kadar kalabalık ki, gerçek olanları bulmak pek kolay olmuyor.

Hakan Aksay

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu