Üç dönemdir iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçim sloganını hatırlayın: “Durmak yok, yola devam”. Fakat sizce de bir durma, durulma zamanı gelmedi mi artık?
Bu istek, mimarlık ve şehircilik bağlamında hayati önem taşıyor. Hatta sadece İstanbul ’a yapılanlar söz konusu olduğunda… Son iki yılda önceki yıllara nazaran daha baskın (tabiri tabii ki caiz; delicesine) olmak üzere, on yıldır ülkemizde baş döndürücü bir hızla inşa faaliyetleri sürüyor. Ekonominin lokomotifi olan inşaat sektörü, kriz sonrası ülkemize dışarıdan sıcak para girmesinin başlıca sebeplerindendi. ‘Mortgage’ sistemi daha tam oturmadığı halde 120 ay (belki de daha uzun) vade ile (önce faizi ödemek koşuluyla) konut satın alınabilmekte. Düşününüz, kredi aldığınız banka dışarıdan faizle para girdisi sağlıyor, size borç vererek müteahhidi fonluyor ve böylece ithal malzeme kullanıldığı için övünülen bir konut satın alıyorsunuz. İthal malzeme veya hammadde için dışarıdan aldığınız para dolaylı olarak dışarıya, yani geldiği yere gidiyor. Başkasının parasını alıp sonra ekonomiye katmadan geri verip üzerine faizle borçlanıyorsunuz. Çok akıllıca. Her şey ithal mi? Değil tabii. Konut üretiminde yüzde yüz yerli üretimle elde edilen tek bir kalem var. O da arsa. Aman, ne üretim, ne üretim!
Bahsedilen üretimin(!), planlı ‘arsa üretimi’ üzerine çalışan şehircilik dalıyla alakası da yok. Yani arsa sıkıntısı var ama bir yandan da inşaat durmuyor, durulmuyor. Şu anda İstanbul’da 2.5 milyona yakın konut bulunuyor. Bunun yaklaşık 350.000 adedi boş. Ayrıca 300.000 konut daha yapılıyor. 2023’e kadar 5.2 milyon konut olacağı tahmin ediliyor. Yine bu nüfus artışına göre 2013’e kadar İstanbul’un en fazla 900.000 konuta ihtiyaç duyduğu hesaplanıyor ve buna rağmen hâlâ konut üretiliyor.
AVM’ler ihtiyaçtan fazla
Gezi Parkı ve AVM kavramları size ne anlatıyor? Planlama ve mimarlık okullarında “Kentin nüfusunu 500.000’e bölünüz, o şehirde gerekli AVM sayısı ortaya çıkacaktır” diye öğretilir. İstanbul’a, lineer yapısı dikkate alınırsa, 30 haydi 50 AVM uygun olur derseniz sıkı durun, sayı şu anda 91. Gezi Parkı içindeki 7200 m2 ticari alanı olan (tüm binanın zemini ve üçte birini oluşturuyor eldeki projeye göre) ‘kışla’ AVM sayılmıyordu ya, 92. bina diyemiyoruz böylece.
İnşaat sektörünün en önde gideni ise Toplu Konut İdaresi, yani TOKİ. Devletin bu kurumu, adında geçmediği halde konuttan öte başka işlere de vesile olmakta. Kamu, arazi satan, arazilerini kat karşılığı veren bir durumda değildi, TOKİ’ye kadar. TOKİ açtığı (çoğunlukla projesiz) ihaleyi (projeyi de ihaleyi alan müteahhit firma yapıyor) Kamu İhale Kanunu’na tabi olmayacak şekilde veriyor. TOKİ’nin yaptığı binalar da yapı denetiminden muaf. TOKİ, son yıllarda bu ülkenin bina üreten ticari firması gibi çalışıyor. Her şeyi yapıyor. Konut şart değil, bir stadyum da olabilir, okul da olabilir, cami de…
Velev ki, bir kişi, (masum bir helikopter gezisinde) İstanbul’da bir yere (nereye yapılacağının zerre önemi yok) bir bina yapılmasına karar verdi (ne binası olduğunun da önemi yok), TOKİ’nin birincil iştigal konusu bir anda bu proje olacaktır. Gerekliliği, fayda-zarar oranı sorgulanmadan, halka, uzmanlara sorulmadan hemen işe girişilebilir. Velevse, velev.
İşbu satırların yazarı dünyada TOKİ benzeri bir başka kuruluş olup olmadığını akademik camiada araştırmış, sonuca ulaşamamış, fakat Nijer ve Moğolistan, ayrıca Kuzey Irak’ın TOKİ’den aynı sistemde bir yapı kurmasını istediklerini öğrenmiştir. Ne kadar övünsek azdır.
Büyük, iyi değildir!
İstanbul’da Haliç Tersaneleri ihale ediliyor, Haliç’te betondan gereksiz taşıyıcılı köprü inatla yükseliyor, Yenikapı dolduruluyor, Kartal sahilinde deniz dolduruluyor, devasa bir alan ortaya çıkıyor, Haydarpaşa Garı için doğru dürüst bir proje yokken ve şehre etkisi tartışılmamışken 105 yıllık yapıda “Biz karar verdik, en iyisi bu” diye işlev değişikliği yapılıyor, Ataşehir plansız programsız ‘Finans Şehir’ oluyor, 2015’te lastik tekerlekli araçlar için boğaza bir tüp geçit daha planlanıyor, 3. köprü yapılıyor, 3. havalimanı ihaleye çıkıyor… Saymakla bitmez. Bir de hayal olarak kalanlar var, Kanal İstanbul gibi. Umarız hayal olarak kalır…
Anlaşıldı, Başbakanımız belediyenin bağrından kopmuş gelmiş bir ‘inşaat adamı’. Şu kadar milyon metreküp beton döktük (betonarmeyi seviyoruz, köpek kulübesini betonarmeden yapan gördük), şu kadar milyar dolar yatırım yaptık, Avrupa’nın, Ortadoğu ’nun ya da Türkiye ’nin en büyük şusunu, busunu yaptık, en çok parayı biz harcadık, şurayı AVM yaptık, şu kadar konut yaptık, şu kadar duble yol, bu kadar kilometre asfalta milyar dolar harcadık…
Bi’ durun yahu! Her şeyin en büyüğü, en iyisi değildir ki. En büyük hastane zor yönetilir, hijyenik ortam sağlanması zor olur. En büyük adliye içinde avukatlar, hâkimler idare edebilir ama ya vatandaş? Bina içinde kaybolup davasına giremeyen var. En büyük cami, bomboş kalır. En fazla minare olacak diye çirkin bir manzara ortaya çıkar. En büyük kubbe, betonarme kullanmadan taştan kubbe yapan Osmanlı’ya ayıp… Daha gider bu.
Al işte, hazin bir örnek: Alelacele başlanan ve yargı kararı yüzünden durdurulan ‘Taksim Yayalaştırma Projesi’ inşaatı yüzünden köstebek yuvası haline gelen zeminde dünyanın en büyük flütünü mü yapacaksınız?
‘Duranadam’ inisiyatifi ne kadar naif, ne kadar zekice, ne kadar mizahiydi. Ve buna rağmen ne kadar güçlüydü. Neden onun dinginliğine bakıp siz de durulmuyorsunuz? Neden Dünya Bankası gibi fütursuzca borç vermeyi düstur edinmiş yerlerden alınan kredilerle her tarafta ‘bir şey’ yapmaya çalışıyorsunuz? Tartışmadan, görüşmeden, düşünmeden, ne kadar gerekli olduğunu tartmadan, bu kentin bağrına neşter sokup, açtığınız deliği sonra betonla dolduruyorsunuz. Hele hele bunları son iki yılda niye bu kadar abartıyorsunuz?
Bu Gezi, size bir şey anlatmıyor mu artık? Bu kadar olay, bu kadar itidale çağrı, “Bi’ durun” anlamına gelmiyor mu yahu?
Ahmet Turan Köksal
www.dunyalilar.org