Gezi Parkı eylemleri nedeniyle hedef haline gelen sanatçı Mehmet Ali Alabora’nın annesi Betül Arım, ‘Neden’ diyo sorduğu mektubunda “Çocuğu hayati tehlike içinde olan bir annenin acısını, haykırışını sadece anneler bilir” dedi. İşte Arım’ın mektubu:
NEDEN? Sosyal medyayı çok kullanan biri olmadığımdan, olayları 29 Mayıs Çarşamba günü öğrendim. İşten çıkıp Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’ndeki bir geceye, ödül almak için katıldım ve oradan 22:30 gibi Gezi Parkı’na gittim. Daha çok gençlerden oluşan, şarkı söyleyen, halay çeken, muhabbet eden çok güzel insanlarla tanıştım. Ağaçları korumak için biber gazına maruz kaldıklarını duyduğumda gerçekten inanamadım ve hep şunu sordum; ‘NEDEN, NEDEN?’ Ben doğadan beslenen, yaratılmış olan her şeyle bir olduğumuza ve aramızda görünmez ipliklerin olduğuna ve her şeyle, ağaçla, çiçekle, böcekle akraba olduğumuza inanan, gün aşırı pir parka ya da ormana giden (Belgrad, Emirgan, Yıldız, Taksim, Hidiv-Selamiçeşme, Göztepe, Maçka, Beykoz, nereye yakınsam…), ağaca sarılan, sırtını dayayan, toprağa basan ve randevularını ve hatta bazı TV çekimlerini parklarda gerçekleştiren biri olarak; bir tek ağacın bile kesilmesini sanki akrabamı kesmişler gibi hisseden ve bunun için ağlayan, aynı zamanda şiddete, baskıya ve dayatmaya karşı biri olarak işten kalan vakitlerimde Gezi Parkı’na gittim. Bu arada oğlumun tehdit mesajları aldığını duyduğumda inanamadım ve yine sordum; “NEDEN, NEDEN?” İçinde sevgi barınan biri için bütün dünya bir aileydi benim için. Demek ki aile üyelerinden bazıları sevgiyle büyümemişlerdi. Olsun, ben yine de “Yaradılanı severim Yaradan’dan ötürü” dedim. Endişelendim ama korkmadım, nasıl olsa zamanla her şey anlaşılırdı. Ta ki, Yeni Şafak gazetesinde çıkan habere kadar… Okudum, algılayamadım, inanamadım, “Yok artık, bu kadar da olamaz” dedim. Ama olmuştu, yazı önümdeydi ve oğlum hedef gösteriliyordu. Bu yazıyı yazan bir kadınmış ama eminim anne değil. Anne olsaydı, bu, rüyamda görsem inanamayacağım yazısını yazamazdı. Anne olsaydı, mutlaka empati yapardı. Kızılderili atasözü der ki; “Bir insan hakkında tek bir kelime etmeden, tek bir yargıda bulunmadan, gökte 3 ay değişene kadar onun ayakkabılarıyla dolaş.” Belli ki “Çamur at izi kalsın” demişti ama, Memet Ali’yi hiç tanımadan… Onu tanıyanların hepsine sorsa (özellikle hepsine yazdım), izi kalmayacağını anlardı. Onu ben doğurdum ama Halil Cibran’ın “Çocuklar” şiirinde olduğu gibi, onu evrenin çocuğu olarak büyütmeye çalıştım. O benim sadece oğlum değil, aynı zamanda çok saygı duyduğum, çok değer verdiğim, öğrettiklerimin belki 50 katını ondan öğrendiğim bir birey. İzi kalmaz çünkü Memet Ali, inanın anne olarak söylemiyorum, hayatımda tanığım en şeffaf, en “insan” insanlardan biridir. Diğer özelliklerini ben değil, başkaları söylesin. Bana nerdeyse her gün ya bir telefon gelir ya da yolda çevirirler, onunla bir şekilde tanışmış ve çalışmış olanlar “Böyle bir çocuğu nasıl büyüttün, sırrı nedir?” diye sorarlar. Dün bir arkadaşım telefon etti, “Şu anda Başbakan oğlunu suçladı.” dedi. Ben “Yok canım yanlış duymuşsundur, olur mu hiç öyle şey? Bir ülkenin başbakanı hiç tanımadan, araştırmadan bir insanı, bir genci, bir sanatçıyı suçlar mı? O da bir annenin evladı, önce annesini düşünür, bunun vebali çok büyüktür.” dedim. Benim içim her konuda rahat, çünkü oğlumu biliyor ve tanıyorum. Ama yarın bu durumdan vazife çıkaran biri olursa, oğlumu suçlayanlar önce Yaradan’a, sonra kendine, topluma ve dünyaya bunun hesabını nasıl verecekler? Bu çok büyük bir günah değil mi? Sadece, bir fidan nasıl yetişir, herkese bunu sormak isterim. Fidan yetiştirmek için anne olmaya gerek yok, bunu anlayabilirsiniz. Ama çocuğu hayati tehlike içinde olan bir annenin acısını, haykırışını sadece anneler bilir. Yüreğim acıyor.
Betül ARIM
www.dunyalilar.org