Bir gün hepimiz göçmen olacağız ya da şimdiden öyleyiz de henüz farkında değiliz.
2006-2011 yılları arasında Suriye topraklarının yarısını etkileyen büyük kuraklık 1.5 milyondan fazla köylünün geçim kaynaklarını yok ederek şehirlere göç etmelerine neden oldu. Suriye’de 2002 yılında 8.9 milyon olan şehirli nüfus 2010 yılında yüzde 50 oranında artarak 14 milyona yaklaşmıştı. Kuraklık nedeniyle yaşanan iç göçler, gıda üretim krizi, artan işsizlik ve yoksulluk Suriye’deki iç savaşın en önemli nedenleri olarak gösteriliyor. Kuraklığın en çok etkilediği bölgeler ile çatışmaların başladığı bölgelerin aynı olması bir tesadüf değil.
İç savaş öncesinde 23 milyon nüfusu barındıran Suriye’de bugün 4.5 milyonu yurtdışında olmak üzere 7 milyondan fazla insan yaşadığı yerleri terk etmiş durumda. Çatışmalarda 250 bin insanın hayatını yitirdiği tahmin ediliyor. Savaşın yol açtığı tahribat çok büyük. Örneğin, en sert çatışmaların yaşandığı, ülkenin ekmek sepeti olarak adlandırılan ve buğday üretiminin yüzde 75’inin gerçekleştiği Haseke bölgesindeki üretim kapasitesinin yarısı yok olmuş durumda.
Çatışmalar bitse ve ülkenin tarımsal üretimi yeniden canlandırılabilse bile çatışma öncesi dönemin gıda üretim kapasitesine erişmek artık olanaklı değil. Hem kuraklık geçici değil ve hem de ülkenin siyasal bir istikrara kavuşması pek olası görünmüyor.
Yaşanan yıkım ve insani acılarda AKP hükümetinin Suriye’deki iç savaşı körükleyen ve silah desteği vermeye kadar uzanan dış politikasının büyük payı var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha birkaç gün önce göç yollarında hayatını yitiren üç yaşındaki Aylan Kurdi’nin fotoğrafının yarattığı infiali fırsat bilip “Ey Batı! Ey insanlık! Neredesiniz?” diye ünlemesi ya da sıklıkla vurguladığı gibi ülkemiz kapılarının 2 milyon Suriyeli göçmene açılmış olması onun ve AKP hükümetinin Suriye’deki yıkıma ilişkin sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Batı olduğu yerde duruyor; bir taş gibi ve en azından Fanon’un yazdıklarından beri insanlığının da ne olduğunu biliyoruz. Bir soru sorulacaksa bize dair olmalı. İktidar partisinin mensupları, kanaat önderleri, yandaşları ne kadar hedef saptırırsa saptırsın, bir parça vicdanı olan herkesin sorması gereken doğru soru şudur kanımca: ”İnsanlığımız nerede ve ne yapabiliriz?”
Öncelikle barışçıl politikaların hayata geçirilmesini sağlamak için çaba sarf etmek gerekiyor. İnsanlar hayata bütünüyle elverişsiz bir hale bürünmedikçe yaşadıkları bölgeyi terk etme eğiliminde değil. Dolayısıyla Suriye’deki savaşın son bulması önemli. Bu sağlanabilir mi bilmiyorum. Sağlanabilse bile bu durum var olan göçmen krizini ve ülkemize sığınan insanların sorunlarını ortadan kaldırmayacak.
Göç ve göçmenlik durumu kalıcı. Ve sadece Suriyeliler ya da Iraklılar için de değil.
Çok uzak bir gelecekte değil; önümüzdeki birkaç on yıl içinde iklim krizi nedeniyle kalıcı olduğunu düşündüğümüz her şey değişecek: Devletler, sınırlar, coğrafi bölgeler, toplumlar, yaşam tarzları… Güvenli bir yer ya da güvenli kılınabilecek bir hayat hayal olacak. Bu yüzyıl içinde herkes göçmen olacak.
Dolayısıyla Suriye’yi terk ederek ülkemize sığınan insanların sorunlarını çözmek için yapılacak her şey insani dayanışma göstermenin yanı sıra yakın bir gelecekte karşımıza çıkacak sorunların çözümü için kafa yormak, yöntemler oluşturmak, deneyim biriktirmek anlamına da geliyor.
Yabancı, göçmen, sığınmacı, mülteci… Birbirimize her ne ad verirsek verelim kimse kimseye yabancı değil aslında; Edgar Morin’in sözleriyle “tek bir insanlık ailesinin üyeleriyiz.” Naif ama günümüzdeki gibi herkesin kaderinin tarihte hiçbir dönemde görülmediği kadar birbirine bağlı olduğu bir zamanda anlaşılır kılınması hayati önem taşıyan bir söz.
Sınırları esnetmek gerekiyor.
Yard. Doç. Dr. Bülent Şık – Bianet