Savaşların en hasını, zulmün en keskinini yaşayanlardandı Brecht. Şiirinin sonunu şöyle yazmıştı: “O zaman dost ve düşman sessizleşti/ Yalnız analar ağladı/ Her iki yanda…”
En keskin yerindeyken bir savaş, yani korku yerini artık yalnızca öldürme hissine terk etmişken, siperler bir bıçak atımı mesafede ve göz gözü görüp seçebiliyorken, insanlar birbirlerinin kanına susamış ve süngüler düşmanın böğrüne saplanmak üzere takılmışken bile bir ahlakı vardır savaşın. Savaşların en hasını, zulmün en keskinini yaşayanlardan Brecht’in yazdığı gibidir bu. Tıpkı onun sözünü ettiği o büyük sessizliğin olduğu andır. Dostun düşmanın sustuğu, herkesin saygıyla başını önüne eğip kulak kabarttığı o an: “…/ Bin dudak eski bir duayı söyledi/ Bin el inançla birleşti/ Gecenin geç saatlerinde/ Sayıyordu telgraf telleri/ Savaş alanında kalan ölüleri/ O zaman dost ve düşman sessizleşti…” İşte savaşın ve savaşanların ahlakıdır bu büyük sessizlik ve düşmanın ölüsüne bile duyulan bu derin saygı.
Çünkü ölüler artık bu dünyanın değil Tanrı’nın yasasına tabidirler. Ve onların ardından kim ağlayacaksa, kim onları sarıp son kez bağrına basacaksa onlara teslim edilmelidirler.
Oysa daha on gün önce Kobane’de IŞİD çetelerine karşı savaşırken hayatını kaybeden Aziz Güler’in bedeni hâlâ öldüğü yerdedir. Türkiye’nin yetkilileri IŞİD çeteleri tarafından öldürülen bu gencin bedenini ailesine vermemekte ve binlerce yıl önce yaşanan bir Yunan tragedyasını bugün yine yaşatmaktadır.
Antigone’nun erkek kardeşi Polineikes’in cansız bedeni Kral tarafından savaş alanında kalmaya mahkûm kılınmıştı. Ülkesine ihanet ettiği gerekçesiyle, savaş alanında kalmasına karar verilen Polineikes’in bedeni, kralın yasasına karşı gelerek kız kardeşi Antigone tarafından alınmış ve son yolculuğuna “Hades’in ölüler diyarına” uğurlanmıştır. Ölüler ülkesine gönderilmeyen bir bedenin, sevdikleri tarafından son yolculuğuna uğurlanmayan birisinin, sevenleri tarafından son defa bağırlara basılmayan birisinin trajik durumunu biz 2500 yıl önce yaşandı bitti sanıyorduk. Oysa bu trajedi 21. yüzyılda Türkiye’de bazı yetkililerin sayesinde yeniden gözler önündedir. Kral Kreon’un emirleri hâlâ geçerlidir.
Aziz Güler’i ailesine vermeyenler kimler? Bunlar faşistler tarafından evinin önünde katledilen Avukat Zeki Tekiner’in cenaze töreninde tabutuna bile kurşun yağdıranlar olmasın? Bunlar periyodik olarak Ruhi Su’nun mezar taşlarını kırıp içlerindeki nefreti ölülerimizden çıkarmak için fırsat kollayanlar olmasın? Bunlar çocuklarımızı “Vurma öldüm” dedikleri halde öldürünceye kadar dövenler olmasın? Bunlar Sivas’ta yaktıklarını mezarlarında da rahat bırakmamak için, burunlarında kan kokusu, ağızlarında kan tadı oradan oraya koşup gördükleri mezarı parçalayanlar olmasın? Bunlar bizim aşımıza, ekmeğimize göz koyanlar, bunlar engerekler ve çıyanlar olmasın?
Ölüleri verin sahiplerine.
Yahudi toplama kamplarının bıraktığı en korkunç mirasın sahipleri sizsiniz. Nazilerin yarattığı yıkımdan, milyonlarca insanın en ‘modern’ şekilde öldürülmelerinden daha korkunç bir mirasa sahipsiniz siz. Siz ölülerin adlarını değil rakamlarını bilenler ve bir savaşın dehşetini yalnızca o rakamlarla değerlendirenlersiniz. Siz bir tek ölümün bile bir insanlığın ölümü olduğunu anlamayacak kadar körleşenlersiniz… Şimdi kendi insanlığınızı hatırlayınız ve o genç bedeni ailesine veriniz.
Savaşların en hasını, zulmün en keskinini yaşayanlardandı Brecht. Şiirinin sonunu şöyle yazmıştı: “O zaman dost ve düşman sessizleşti/ Yalnız analar ağladı/ Her iki yanda…”
Büyük arzularınız, bitip tükenmek bilmeyen hırslarınız ve petrolünüz ve insandan daha değerli kıldığınız tunçtan silahlarınız ve kendinize kul eylediğiniz Tanrılarınızla anaları ağlattınız ve ağlatıyorsunuz hâlâ. Ancak bu kez biz diyoruz ki verin o çocuğun ölüsünü sahiplerine. Bırakın bu kez ağlasın analar. Büyük sessizlikle karşılansın evvela ve sonra bırakın Aziz’in anası bir kez daha bassın bağrına onu. Bin dudak bir duayı söylesin ardından. Bırakın analar ağlasın. Oğluna sarılıp doya doya ağlasın.
Ali Murat İrat