İnsan ya çektiği ya da çektirdiği acıyı çok iyi tanır ve korkar ondan. Ermenilerin yüz yıl önce çektiği acılara verilen tepkilerin başka bir anlamı yok bugün. Bu coğrafyada yaşayanların çoğu dehşetli acılar çektiler/çekiyorlar ve yüzyıl önce olanların ne anlama geldiğini de bu nedenle gayet iyi biliyorlar. Yine bu coğrafyada yaşayanların bir kısmı da dehşetli acılar çektirdiler ve hâlâ çektirmeye devam ediyorlar. O nedenle yüzyıl önce yaşananların ne anlama geldiğini onlar da çok net biliyorlar.
Her türlü zulme ve katliama iki saniyede bahaneler üretenler ise tam da zulmün ve katliamın ne denli ağır olduğunu bildiklerinden kaçıyor ve bugün daha büyük bir nefretle bağırıyorlar. Bazılarının “Ermeni soykırımı yoktur” derkenki halleri, gözleri, dilleri ve bedenlerindeki gerginlik bile, bugün ellerine fırsat geçse, aynı zulmü yapacaklarının en açık göstergesi olarak ortada duruyor. Devletlerin belgeler ve tanıklarla acılar üzerinden yaptıkları sidik yarışları da onların sulandırılmasından başka bir şeye yaramıyor. Bazı acılar ve gözyaşları tanıklığa ve belgeye ihtiyaç duymaz. Tarihi katliam ve soykırımlarla geçmiş ve hatta geçmekte olan bir coğrafyada yüz yıl önce olanlara isim bulmaya çalışmak ne kadar da komik duruyor. Bugün bizzat “Ermeni soykırımı olmamıştır” diyenler tarafından gönderilen silahlarla Irak ve Suriye’de Ezidi ve Asuri halkına yapılan soykırım nasıl da acı acı sırıtıyor insanlığın suratına. Dün Ruanda’da bugün Nijerya’da yapılan soykırımı göremeyenlerin bu körlükle yüzyıl öncesini görmelerinin mümkün olmadığı ne de açık. Oysa acılar onlara isim koymak için değil onlarla yüzleşmek için varlar. Tam da Breton’un dediği gibi “Acı insanı kendisinden koparması ve sınırlarıyla yüz yüze getirmesi anlamında kutsal bir yaradır ve ad koymanın mümkün olmadığı bir acımasızlıkla yakar”.
19 Nisan 1944’te Naziler tarafından ailesiyle beraber Auschwitz toplama kampına gönderilmiş olan Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel yaşanan dramın ve acıların tarif edilemezliğiyle ilgili şunları söylemişti: “Tanıklar tanım gereği hayatta kalanlardır ve bu nedenle, hepsi de belli ölçüde bir ayrıcalığa sahip olmuştur… Somut olarak hayatta kalması mümkün olmadığından, kimse sıradan tutsağın yazgısını anlatmamıştır… Bunu bizzat yaşamamış olanlar asla anlamayacak; yaşayanlar ise asla anlatmayacak; ne doğruyu ne de tamamını… Geçmiş ölülerindir…”
Bugün elimizdeki tek gerçeklik ölüler ve onların çektikleridir. Ölüleri ve acıları yaraştırmak kadar ahlaksız bir tutum olmadı dünyada. Soykırımları yapan, biri diğerinden daha temiz olmayan, ölülerini bile birbirine kırdıran, acıları rakamlaştıran devletlerin yaptığı soykırım tanımlarının da canı cehenneme bu yüzden.
Devletlerin bir kişiyi öldürmesi bile soykırım için yeterlidir. Ermeni diye suçsuz bir kişi öldürmek, bir çocuğu ailesinden ayırmak, bir kişiyi toprağından etmek bile bana göre soykırımdır. Bütün bunlara göz yummak, yapılmasını seyretmek de soykırıma ortak olmaktır. Soykırım uygulayanlara bugün bile seyirci gibi bakan Birleşmiş Milletler ve devletlerin soykırım tanımlarını tanımıyorum bu yüzden. Benim için soykırım bir devletin ya da bir grubun bir diğer topluluktan herhangi suçsuz bir kişiyi sırf o topluluğa dahil olduğu için öldürmesiyle başlar.
Gerçek acılar ne dilin yetişebildiği ne de sınırlarının kavrayabildiği şeyler değildir. Gerçek bir acı zamanı ve mekânı parçalar ve dolayısıyla hiçbir dil ya da dilsel eğretileme onu anlatmaya ve tam olarak aktarmaya asla muktedir olamaz. Ben de bu acı önünde yalnızca saygıyla eğilmeyi başarabileceğim hepsi bu. Devletler ve onların eliyle katledilen diğer halklar ve kişilerin acılarının önünde olduğu gibi…
İnsan çektiği ya da çektirdiği acıyı yakından tanır ve ya ona yaklaşır ya da ondan hızla uzaklaşır. Bugün yaşananların başkaca anlamı yoktur. O nedenle çeken ya da çektirenin safında, neredeyseniz orada durup bir halkın acısına bakıp “bu bir soykırım değildir” ya da “bu bir soykırımdır” diyebilirsiniz rahatlıkla. Size inananlar mutlaka çıkacaktır.
Ali Murat İrat