Güncel

“Biz ne zaman bu hâle geldik?”

Diyanet’in fetvalarına ilişkin  tartışmalar süredursun, asıl Almanya’da yılbaşı gecesinde yaşananlara takıldım ben. Türkiye’de olanlar malûm, ahlâken içi boş ve şekilci bir muhafazakârlaşma ve kamusal yaşamı İslamî usullere göre düzenleyip yeni nesilleri ona göre yetiştirme gibi toplum mühendisliği çalışmaları, hükümet, diyanet, medya ve sivil toplum kuruluşları aracılığıya, en önemlisi de halkımızın ve entelektüellerin teveccühü ve yoğun desteğiyle devam ediyor.

ortadoğu

Sanırım Türkiye’yi konuşmaktan bıktığım için Almanya’da yaşananlar daha çok ilgimi çekti. Biz bunlara alışığız, biz biliriz ki kadın gece vakti dışarıya çıkmamalıdır, ne eğlenmesi? Hayatta kalmak için nerede nasıl davranmamız gerektiğini, nerede düşüncelerimizi açıklamamız, nerede kendimize saklamamız gerektiğini, nerede şaka yapabileceğimizi, nerede susmamız gerektiğini, hiçbir hassasiyetimizin olmadığının varsayılmasına, dolayısıyla herkesin hakkımızda atıp tutmasına rağmen bizim zinhar ağzımızı açmamamız gerektiğini filan gayet iyi biliriz. Çoktan alışmışızdır bunlara. Bukalemun gibi kamufle yaşama yetisi geliştirdik. Bu da bi’altın bilezik sonuçta. İyi tarafından bakmak lâzım.

Türkiye eh işte, neyse de, hele Ortadoğu coğrafyasında, yani Ortadoğu derken kolaylık olsun diye diyorum, yoksa buna Fas’ı, Libya’yı da ekleyin, buralarda pek çok garabeti olağan karşılamaya alıştık. Sonuçta açık açık “medenî kanunun kutsal bir dayanağı yok, neden evlenme yaşı, reşit olma yaşı 18 olsun? İslam hukukunda böyle bir şey yok” diye sizin “ÇOCUK GELİNLEEEER frown ifade simgesi” dediğiniz müesseseyi meşrulaştırma çabaları bile var. Biz Avrupalının tuhaf karşıladığı her şeye çoktan alışmışız. Gelgelelim Almanya şoklarda. Nasıl yani? Dışarıda kadınlar güven içerisinde gezemeyecek, eğlenemeyecekler mi diye soruyorlar. Ortadoğulu ve Kuzey Afrikalı oldukları tespit edilen erkek çeteleri tarafından sözlü ve fiziksel olarak toplu hâlde taciz edilmiş olmalarına hayıflanıyorlar. İnanılır gibi değil, sokaklar herkesindir, ben eve hapsolmak zorunda değilim, ben dışarıda da kendimi güvende hissetmeliyim diye yakınıyorlar.

Almanları, Avrupalıları anlıyorum tabi; zira onlar çocukken Ortadoğu dendiğinde gözlerinin önüne Binbir Gece Masalları, Alaaddin’in Sihirli Lambası, dansözler, ipek şallar, harikulâde halılar, özenle dokunmuş kilimler, şaşalı bir saray hayatı, huzura ermiş, tevekkül hâlinde nargilesini tüttüren, sakin insanlar, darbukasıyla neyiyle mistik müzikler, hurmalar, lokumlar ve gizemli, merak uyandıran bir kültür geliyordu. Ortadoğu sihirliydi. Zannediyorlar ki Ortadoğu yalnızca bu güzelliklerden müteşekkil, gizemli ve gizemci bir kültüre sahip. Eh, eskisini pek bilemem ama göklerde asılı idealleri, ütopyaları bir kenara bırakıp günümüzün gerçekliğine bakarsak, tablonun hiç de öyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Avrupalı rahattı şu ana dek. Nasıl olsa Dünya’ya egemendi, pasaportuyla her yere gezmeye gidebilir, halı, kilim, nazar boncuğu satın alabilir, Ortadoğunun ilginç yönlerine tanık olduktan sonra güvenle ülkesine dönebilirdi. Ama artık Dünya’nın efendisi değiller (Bu konuya da bir ara değinelim.) Üstelik onlara ilginç gelen, gizemli gelen ve bir zaman uzak ve güvende olan bu kültürün mensuplarıyla artık iç içe, yan yana yaşamaya alışmanın travmalarını yaşıyorlar. Bir süre “çok-kültürlülük” diyerek vaziyeti idare etmeye çalıştılarsa da tutmadı. O da neydi? Baktı ki, farklı olduğu için hoşgördükleri tarafından “gâvur”, “kâfir”, bilemedin en hafifinden “yanlış yolda” olmakla itham ediliyor, bizatihi hoşgördükleri kitle tarafından hor görülüyorlardı. Eee, sen sonuçta X ve Y farklı kültürlerdir, bunlar bir arada yaşamalı, birbirine saygı duymalıdır dersen, X buna uyar da Y kendisini kutsal dayanaklarından, ait olduğu kimliğinden, inancından ya da etnisiteden ötürü üstün görürse orada çok-kültürlülük olsa olsa masal olur. Adam ben hakikatim, ben mutlak doğruyum diyor, seni niye hoşgörsün ey Avrupalı?

Sol’un tarihi ağlamanın tarihi. Hataların, yenilginin, erdemlere sıkı tutunacağım derken pragmatik olamamanın tarihi. Erdemli olacağım derken mağlubiyeti kutsamanın tarihi. Avrupa solu hâlâ “olaylar münferit, suçlu olan biziz” diye kendini ezikleyedursun, ileride, işler çığrından çıktığında safça soracaklar yine:

“Biz ne zaman bu hâle geldik?”

Tamer Ertangil (www.ertangil.com)

www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu