Güncel

“Darbe” Tartışmaları Üzerine: Mısır’da Ne Oldu?

Mısır halkı bu zaferi dişiyle tırnağıyla elde etti; aynı anda hem devrimlerini gasp eden ve ülkeyi ‘İhvan’ gömleğine sokmaya çalışan Müslüman Kardeşler sultasını devirdi, hem de ABD’yi ters köşeye yatırdı.

3 Temmuz gecesi Tahrir başta olmak üzere Mısır’ın her yerinde sabaha kadar havaifişekli kutlamalar vardı… İğne atsan yere düşmez kalabalığın coşkusu, pek çoğu seçimde Mursi’ye oy vermiş olan insanların (başı açık/kapalı/çarşaflı kadınların, gençlerin, yaşlıların, çocukların) yüzündeki mutluluk görülmeye değerdi. Mısır halkı, ikinci bir devrim sevinci yaşıyordu; ilkinde Mübarek’ten, şimdi ise ülkeyi bir mafya ailesi gibi yönetmeye çalışan Müslüman Kardeşler’den (MK) kurtulmuş olmanın sevinci.

Meğer aynı saatlerde Türkiye’de ve batıda anaakım medyayı karalar bağlamış, gazete editörleri Mısır halkının makus talihine tercüman olacak manşet aramakla meşgulmüş! Tahrir’e postallarla girip tanklarla çıkan dünkü yandaş gazetelerin başlıklarını görünce, medyanın darbe karşıtlığı ve ‘demokrasi’ aşkı gözlerimi yaşartmadı değil, ama Mısır halkı için üzülmemeleri gerektiğini birilerinin söylemesi lazım.

Ortada hakikaten garip bir durum var: İki gündür buradaki (çoğu demokrat, solcu veya Marksist görüşlü) Mısırlı arkadaşlar, ülke dışından gelen sorulara cevaben yaşanan şeyin darbe değil devrimin yeni bir aşaması olduğunu anlatmaya çalışıyor; mağdur değil mağrur olduklarını haykırıyor. Sözgelimi, kardeşi askerlerce öldürülmüş olan, Tahrir’in en tanınmış yüzlerinden Mary Daniel, yaşanan şeyin askeri darbe değil halk devrimi olduğundan en ufak bir kuşku duymuyor.

Ne var ki ortalık, demokrasinin ölümüne ağlayanlardan, Mısırlılara devrim nasıl yapılır dersi verenlerden, ‘ayıptır, çok sevinmeyin’ diyenlerden geçilmiyor. En büyük dış müttefikini kaybeden ve neo-Osmanlı hayalleri yerle yeksan olan AKP’nin medyasını bir kenara bırakalım, ama görünen o ki Mısır’a dışarıdan bakanların çoğunun kafası fena halde karışmış durumda.

Ekranlarda TV binasının önüne dizilmiş tankların görüntüsünü, askeri üniformasıyla bildiri okuyan bir generali ve ‘anayasa askıya alındı’ gibi bir cümleyi yanyana koyunca, buna ‘darbe’ dememek zor gerçekten. Denklemi böyle koyunca, elbette sokaklarda kutlama yapan milyonlar ‘darbeci’ oluveriyor, Mursi de koltuğundan silah zoruyla indirilmiş bir ‘demokrasi kahramanı’!

Öncelikle şunu görmek lazım: Dikta rejimine karşı canları pahasına mücadele etmiş, 2,5 sene önce onun başını koparmayı başarmış bir halkın yeni bir diktaya (askeri darbeye) sarılabileceğine düşünmek, eğer oryantalist bir üstten bakışın emaresi değilse, düpedüz halkın iradesine güvenmemek anlamına geliyor. Ordunun elbette kendi hesapları, devrimci hareketin açığa çıkardığı müthiş enerjiyi konrol etme, devrimin ateşini düşürme gibi bir niyeti vardır, olacaktır da. Orduya güvenmek için hiçbir neden yok. Zaten şu ana kadar ülkeyi yöneten de, bir ABD-Ordu-MK koalisyonundan başkası değildi; bunca bedel ödenmiş bir devrimi onlara emanet etmek aymazlık olur. Fakat, bu kadar kısa sürede bu kadar şeyi başarmış bir halka güven duymamak, devrimini ordunun eline teslim edeceğini düşünmek de ayrı bir aymazlık.

Bu yaşanan süreç bir kez daha gösterdi ki, siyaseti liberal bir sığlık içinde asker-sivil ikilemine sıkıştırmak yerine ezen sınıf-ezilen sınıflar merceğinden okumak elzem. Foti Benlisoy’un konuyla ilgili yazısında not düştüğü gibi, “Türkiye’de Mısır üzerine tartışmayı soyut bir darbe-sivil siyaset dikotomisine tıkıştıranlar (kusura bakmasınlar) abesle iştigal ediyor, bu ülkedeki ‘tarihsel’ sıfatını hakeden muazzam altüst oluşu Türkiye’deki kısır siyasi lugata mahkum ediyorlar.”

Ordu ne kadar işin içinde?

Bu son devrimin en büyük talihsizliği, kararların ekrandan bir asker tarafından okunmasıydı. İlan edilen kararların tamamı, sokaktaki kitleleri temsil eden Tamarrud hareketinin ve muhalefet cephesinin talebiydi, ne bir eksik ne bir fazla. Geçiş dönemi için çizilen yol haritası da, kitlelerin talep ettiğiyle aynı.

Meydanların isteği doğrultusunda Mursi’ye iktidardan el çektiren ordu oldu, evet. Bunu da ‘bir gece ansızın’ değil, çözüm için 48 saat süre tanıdıktan sonra yaptı. (Aksi halde, yapacağı ‘darbe’nin gün ve saatini önceden haber veren ilk ordu olarak tarihe geçmesi lazım!) Mursi’yi devre dışı bırakmak dışında şu ana kadar askerlerin üstlendiği rol, güvenlikten öteye geçmedi. Ülkede hayatın tamamen felç olduğu, milyonların meydanları tuttuğu, MK milislerinin silahlarıyla sokağa çıkıp göstericileri öldürmeye başladığı (Mursi daha iktidardayken, parti liderleri “Eşlerinize ve çocuklarınıza veda edin, sağ dönemeyebilirsiniz” diyerek cihad çağrısı yaptı), polisin de hiç bir olaya müdahele etmeyeceğini ilan ettiği bir durumda, asayişi sağlamak için ordunun seçeceği ikinci yol şu olabilirdi: Zor kullanarak meydanları boşaltmak ve milyonlarca ‘çapulcu’yu evine yollamak. Herhalde, o zaman ‘demokratik düzen’ tesis edilmiş olacaktı! Erdoğan’ın Gezi Parkı’nda sağladığı düzen misali…

Mübarek’e rahmet okutan (son dönemde sokakta kimle konuşsak, Mübarek döneminde durumumuz daha iyiydi diyordu) böyle bir lideri, ordunun da araya girmesiyle tarihin çöplüğüne yollamak ‘askeri darbe’ ise, 11 Şubat 2011’de dikatörü deviren eylemlere de darbe demek zorundayız. Üstelik o zaman iktidarı askerler (SCAF) devralmıştı.

Tekrar edelim: Bundan sonra ne olur bilinmez, daha doğrusu bunu kitlenin gücü tayin edecek; ama Mısır’da şu ana kadar ne ‘ordu yönetime el koymuş’, ne de ‘yeni bir başkan atamış’ durumda. Kurulacak geçici hükümette askerlere herhangi bir rol verilmesi öngörülmüyor. Başkanlık görevine seçimlere kadar Anayasa Mahkemesi başkanının  (Adli Mansour) atanması, yine eylemcilerin talepleri arasındaydı. Bir şey daha var; sonradan gelen bilgilere göre, muhalefet sözcüleri askerlerin dayattığı orta yolu reddetmiş. 3 Temmuz’da yapılan toplantıda, ordunun önerdiği çözüm, Mursi’yi Onursal Başkan sıfatıyla sembolik olarak başta tutmak ve yetkilerini kurulacak geçici hükümete devretmek. Muhalefet temsilcileri bu seçeneği reddetti; çünkü meydanlarda ‘Git, git, git!’ diye bağıran eylemcilerin bu çözümle ikna olması mümkün değildi.

Özetle, Mısır halkı bu zaferi dişiyle tırnağıyla elde etti; kadınların ve gençlerin ön safta olduğu destansı bir direniş sergileyerek aynı anda hem devrimlerini gasp eden ve bir yıldır Mısır’ı ‘ikhwan’ gömleğine sokmaya çalışan MK sultasını devirdi, hem de ABD’yi ters köşeye yatırdı. Bu kazanımları ‘darbe’yle açıklamak veya orduya mal etmek insafsızlıktan öte, akla ziyan.

Bir ülkede kitleler, istemedikleri bir lidere ve onun temsil ettiği siyasal İslam’a karşı tarihi bir direniş sergilerken, milyonlarca insan -genç, yaşlı, kadın, çocuk, Müslüman, Hıristiyan, inaçlı, inançsız- meydanlara dökülmüş hep bir ağızdan ‘irhal’ (terk et!) diye bağırırken bu manzara içinde sadece orduyu görmek düpedüz miyopluktur. Bu son başarısıyla Mısır halkı, 2,5 yıl önce yaptığı gibi, göstermelik bir demokrasi oyununu elinin tersiyle itti ve bana sorarsanız, dünyaya mümtaz bir doğrudan demokrasi dersi verdi.

Necati Sönmez

www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu