Çevre

Doğa: İnsanın değil, Allah’ın mülkü

Üzerinde yaşadığımız dünyanın geleceği, doğanın korunması ve toplum genelinde çevre bilincinin uyandırılması söz konusu olduğunda, günden güne kötüye giden durumu akademik dilin kullanıldığı çalışmalarla ve istatistik verilerle ortaya koymak tek başına bir işe yaramıyor. Akademik çalışmalar, raporlar ve istatistikler toplumun elit kesimine hitap edebilir ancak.

desktop-backgrounds-hd-nature-photography

Toplumdaki yozlaşmanın, haliyle çevre konusundaki duyarsızlığın elit tabakadan başlayarak toplumun diğer katmanlarına sirayet ettiği ise bilinen bir gerçek. Politik ve ekonomik çıkar elde etmek için doğayı yağmalayan hükümetler, şirketler ve yerel yönetimler bu kesimin elinde. İnsan genel olarak anlık çıkarları doğrultusunda hareket ettiği ve kendinden sonrasını pek fazla düşünmediği için gücü elinde bulunduran söz konusu kesimin önüne konulan akademik-bilimsel çalışmalar, raporlar ve istatistikler, onu yanlışlarından döndürmeye yetmiyor.

Buna karşın ekoloji mücadelesinin somut başarılar elde edebilmesi için zorlayıcı bir güç olarak halka ihtiyaç var. Sokağın tepkisi, hükümetleri, sermaye gruplarını ve yerel yönetimleri belli başlı noktalarda durdurabilir ve onları geri adım atmak mecburiyetinde bırakabilir. Halkın tepki vermesi ise bilinçli olmasına bağlı. Bilimsel ve istatistikî veriler sokaktaki adamın ilgisini çekmediği gibi ona bilinç aşılayan bir kavramsal çerçeveye de sahip değil. Onun ilgisini çekebilmek ve çevre konusunda harekete geçmesini sağlayabilmek için toplumu şekillendiren dini-kültürel dinamiklerden yararlanarak ona anlayacağı bir dille hitap etmek gerekiyor.

Bir diğer ifadeyle büyük çoğunluğunun kendisini Müslüman olarak tanımladığı bir ülkede ekoloji mücadelesinin daha etkili hale gelerek toplumun geneline yayılabilmesi için halkın dini-kültürel hassasiyetlerinin dikkate alınması gerek. İslamiyet, halk tabanında ekoloji mücadelesinin felsefi arka planını oluşturabilecek köklü ve güçlü bir literatüre sahip. İslami literatür, üretim-tüketim ahlakı, çevre bilinci ve doğanın korunması konusunda oldukça zengin bir malzeme içeriyor.

İslamiyette doğa insanın ana kucağıdır; her yönden mükemmel bir biçimde yaratılmıştır ve dünyaya gelen her insan hayatını sürdürebilmek için gerekli olan her şeyi peşinen yanı başında bulur. Yaratıcının rahmeti bir bütün olarak doğada – daha geniş planda kainatta- tecelli eder ve bu konuda hiçbir canlıya ayrım yapılmaz. Yaratıcının ‘Rahman’ sıfatı hiçbir şart, çaba veya irade gerektirmez; ister inansın ister inanmasın, ister gayret göstersin ister göstermesin tüm canlıları, tüm varlıkları kuşatan bir rahmeti ifade eder.

Aynı şekilde Yaratıcının azabı da doğal yollarla vuku bulur. İnsanın doğa veya varlık kanunlarıyla çatışması, doğanın düzenliliğini ve amaçlılığını hiçe sayarak ona karşı gayri ahlaki hareket etmesi, doğal süreçlere olumsuz müdahalelerde bulunması ve açgözlülük yaparak doğayı yağmalama eğilimi göstermesi, Allah’ın rahmetini istismar etmek anlamına gelir. Bu durumda Yaratıcının kainatın her bir zerresine nüfuz etmiş bulunan yasaları gereği doğa harekete geçer ve insanın başına felaketler getirir. İnsan doğayı yağmaladığı ve onun dengesini bozduğu ölçüde doğada yeni yok oluşlar ve kitlesel ölümler söz konusu olmaya başlar.

İslamiyet’in temel ilkesi Tevhid/Birlik’tir. Doğa, mutlak manada Allah’ın mülküdür. İnsanı varlık alanına çıkaran irade, ona misafir olduğu bu dünyada ahlaki sınırlar çizmiş, onu parçası olduğu doğaya karşı göstereceği her türlü tutum ve davranışından sorumlu tutmuştur. Doğa, insanın iyi, güzel ve doğru olanı yaparak yaratılışının anlam ve amacını yerine getirebilmesi için ona sunulmuş bir nimettir sadece. Bu nedenle insanın doğa üzerinde Yaratıcının mülkiyetini ihlal edecek şekilde hareket etmesi veya tasarrufta bulunması söz konusu olamaz.

Çevreyi kirleten, doğal kaynakları israf eden, türlerin soyunu kurutan ve her biri doğanın bir parçası olan mahlûkatı zehirleyen insan, Allah’ın nazarında değerini kaybeder. Çünkü O’nun nazarında insanların en değerlisi takvada en ileri olandır (Kur’an/Hucurat: 13) ve bu kavram (takva), insanın Yaratıcı’ya, hemcinslerine ve diğer canlı türlerine, daha geniş planda bir bütün olarak doğaya karşı sorumluluk bilinci içerisinde hareket etmesi gerektiğini ifade eder.

Bu noktada Yaratıcının ‘Rahim’ sıfatına da değinmekte yarar var. ‘Rahman’ sıfatı, O’nun hiçbir şarta, çabaya veya iradeye bağlı olmayan, istisnasız tüm canlıları ve varlıkları kapsayan rahmetini ifade ederken (özde rahmet), ‘Rahim’ sıfatı belli bir gayret sarf etmeyi gerektiren rahmeti ifade eder (faaliyette rahmet). Bu anlamda doğa, ona karşı ahlaki davranan, koruyucu, ıslah edici davranışlar ortaya koyan insana kat kat fazlasıyla mukabelede bulunur.

Allah’ın ‘Rahman’ ve ‘Rahim’ isim-sıfatları aynı zamanda bize insana, doğaya, doğada yaşayan canlılara ve daha geniş planda kainata hangi gözle bakmamız ve nasıl hareket etmemiz gerektiğine dair belli bir perspektif verir. Rahmet, Yaratıcının hâkim sıfatıdır, varlık ve yaratılışta temel ilke rahmettir. En güzel şekilde yaratılmış bir varlık olarak insan, tıpkı yaratıcısı gibi rahmet ve merhameti kendisine ilke edinmek durumundadır. İslam Peygamberi bir hadiste şöyle söyler: “Yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki semada bulunanlar da size merhamet etsinler…” (Tirmizî, Birr, 16)

Politik ve ekonomik çıkar elde etmek adına doğayı sömürenlerin, her biri belli bir amacı yerine getiren ve dengeyi sağlayan unsurları, toprağı, suyu, havayı, bitki örtüsünü ifsat edenlerin, canlı türlerine acımasız davrananların payına düşen azaptan başka bir şey olmayacaktır. Yaratıcının eseri olarak dünya, içindeki tüm canlılarla birlikte şüphesiz ki şahane, onu fesada boğan insan ise şüphesiz bir o kadar zavallı. Çünkü bu âlemde bindiği dalı kesen bir başka canlı türü daha yok! 

Ömer Yılmaz

Dunyalilar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu