Çevre

Dünya Böyle Değildi!

Doğaya bakışımızda sanayi devrimi ve hızlı kentleşmeden sonra radikal bir dönüşüm oldu, “biz” ve “doğa” ayrımı belirdi. Sürekli ekonomik büyüme hedefi birçok şey gibi doğayı da kendine “yakıt” yaptı. Halbuki binlerce yıldır, tabiat ve canlılar bu gezegende ekolojik bir denge içinde yaşam sürmüştür. Ancak içlerinde en zeki varlık olan insan, zekasını kullanarak dünyayı istediği şekle sokmuş ve dengede bulunan düzeni bozmuştur.

On dokuzuncu yüzyıldan sonra yaşadığımız değişimler doğayı, imkanlarından yararlanmamız, engellerini ise hakkından gelmemiz gereken bir “şey” e dönüştürdü. Ucu bize dokunmadıkça bir canlının soyunun tükenmesine tepki vermiyoruz. Oysa evrenden silinen her bir canlı küçük bir kıyamet demektir.  Adeta tüketimden ilham alan modern yaşam biçimi, doğa üzerinde büyük baskı oluşturuyor.

 Ekolojik bunalımın büyümesi, tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmemizi gerektiriyor. Artık doğa ekonomik açıdan faydalı olan ve olmayan yönlerine göre değerlendiriliyor. Böyle bir anlam kayması bizi çok ciddi sonuçlarla karşı karşıya bırakabilir. Bir bitkinin ya da hayvanın soyunun tükenmesine, gelişme için katlanılabilecek bir kayıp olarak bakmak mümkün mü? Bu soruya birileri bizim adımıza yanıt verdi ve “mümkün” dedi. Düşünün, bir canlı evrenden siliniyor. Her şey var ama o yok!. Bir tür kıyamet değil mi bu? Unutulmamalıdır ki; tüketilen bir tabii kaynağın, bir habitatın, bir ekosistemin ve bozulan ekolojik dengenin tekrar yerine getirilmesi çok zor veya imkansızdır. Düşünün; ortada oynanan bir film var. Hepimizin baş rol oynadığı bu filmde acaba siz hangi roldesiniz?

 Yıkıcı insan mı? Yoksa yapıcı mı?

Yaptığımız doğal tahribatın bazı sonuçlarına kısaca göz atalım isterseniz:

 “Sular üzerinde yapılan düzenlemelerle, yani baraj ve gölet gibi inşaatlardan bazı türler etkilenmektedir. Bunlardan en çok etkilenen türler, üreme zamanı denizlerden tatlı sulara; tatlı sulardan denizlere göç etmek zorunda olan balıklardır.

 “Ne acıdır ki; doğanın en tahripkar canlısı olarak nitelendirilen insanoğlu çoğunlukla gereksiniminden fazla avlanarak doğa üzerinde onarılmaz yaralar açmaktadır.

 “Bataklıklar geçmişten beri birçok canlının yuvası ve habitatıdır. Bataklıkların kurutulmasıyla birçok canlı yaşama alanını kaybetmiş, buna bağlı  bu canlılar da soylarının tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.

“Türkiye’de birçok göl ve akarsulara yapılan aşılamalarla da birçok tür ya da alt tür yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Bir kültür ırkı olan bu balıkların taşıdıkları bazı virütik ve bakteriyel hastalıklar diğer tabii türlerin kolaylıkla ölümüne sebep olmaktadır.

 “Teknolojik gelişme gösteren her ülkede çevre kirliliği oluşmaktadır. Bu da ekolojik faunaya zarar vermektedir. Örneğin, asit yağmurlarından çevredeki birçok bitki örtüsü kısmen veya tamamen zarar görmektedir. Bitki örtüsünün bu şekilde yok oluşu hayvanlar üzerinde de olumsuz etkiler yapmaktadır.

 “Kent içindeki sokak lambalarının ve özellikle civa buharlı lambaların, nocturnal (gece aktif olan) böceklerin ve özellikle iri vücutlu kelebeklerin yok olmasında etkili olduğu birçok araştırmayla açıkça ortaya konmuştur. Kentleşmeye paralel olarak taşıtlar artmış, çıkardıkları egzoz gazları canlılara zarar vermiştir. Araştırmalara göre bir arabadan çıkan egzoz gazı bir insanın 3 günlük oksijenini tüketmektedir.

“Orta Anadolu’da Tuz Gölü Havzası’nda çoğu buradaki tuzcul bozkırlarda yetişen ve dünyanın başka bir bölgesinde bulunmayan nadir bitkiler yaşamaktadır. Sadece Konya Hodulbaba Dağı’nda kalmış olan Anadolu yaban koyunu (Ovis orientalis anatolica) bunlaradan biridir. Güneydoğu’da ise Anadolu’nun başka hiçbir yerinde göremediğimiz pek çok Afrika ve Ortadoğu kökenli canlı yaşamaktadır. Yok olma noktasına gelmiş olan ceylan (Gazella subgutturosa), çizgili sırtlan (Hyaena hyaena), dev bir kertenkele türü olan çöl varanı(Varanus griseus) ve yediğimiz buğdayın ataları olan yabani buğday ırkları bu bölgenin Türkiye mozaiğine koyduğu taşlardan sadece birkaç tanesidir.

Diğer yandan, Iğdır Ovası bazı çöl türlerinin Türkiye’de yayılış gösterdiği tek alan olma özelliğine sahiptir. Gelengi (Spermophilus xanthoprymnus) Seyfe Gölü çevresinde ve Türkiye’nin diğer bozkırlarında rastlanan bir memeli hayvan türüdür. Ancak son yıllarda sayısı azalıyor.

 “Bugün yaklaşık olarak 5500 hayvan türü yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. IUCN( Dünya Koruma Birliği)’nin yayınladığı  2003 Kırmızı Listesine göre, her dört memeli türünden biri ve her sekiz kuş türünden biri yok olma tehdidi altındadır. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan 1130 memeli türünün %16 sının içinde bulunduğu tehlike en yüksek seviyede. Bu 184 memeli türün  aşırı derecede tehdit altında olduğu, sayılarının ve doğal ortamlarının hızlı bir şekilde azaldığı ve 10 yıl içerisinde yok olabilecekleri anlamına geliyor.

Öyle sanıyoruz ki; sorunlardan bu kadar bahsetmek yeterli olacaktır. Önemli olan çözümler, daha da önemlisi bunların uygulanabilirliği. Bu da bir eğitim sorunudur. Çevre bilincinin verilmesi, çevreye duyarlı teknolojinin ülkemizde yerleştirilmesi, çevreye duyarlı nesillerin yetiştirilmesi her şeyden önce onları değiştirecek düzeyde bilgi ve bilince sahip öğretmenlerin yetişmesine bağlıdır.

Bunun için öğretmenlere hatta öğretmenleri yetiştirecek üniversite eğitim elemanlarına büyük görevler düşmektedir. Bu sayede yetişecek yeni nesillerin çabaları ile alınacak tedbirler sorunların yükünün azaltılmasına yardımcı olacaktır. Evet, görünen sona gittikçe yaklaşıyoruz. Ama dur demek bizim elimizde! Şimdi kaybetmeye dur deme zamanı.

 Peki neler yapabiliriz?

 İşte bazı öneriler:

“Genel olarak her yıl yurt dışına birçok hayvan ve bitki kaçırılmaktadır. Bu kaçırmaları önlemek için ciddi tedbirler alınmalıdır.

 “Aslında teknoloji yok ettiğini oluşturabilecek boyutta güçlü. Kabul ediyoruz gelişmekte olan ülkelerde sanayileşme kaçınılmazdır. Ancak bu sanayileşme sürecinde türlerin yok olmasını önleyecek tedbirler alınabilir ve çevreye en az zarar veren sistemler kullanılabilir.

 “Uzun bir kıyı şeridine sahip ülkemizde deniz canlıları yaşamını rahatlıkla sürdürememektedir. Kıyılarımızda yerleşme ve endüstrileşme çok fazla olmasının yanında bunların atıkları çoğunlukla herhangi bir arıtmaya tabi tutulmadan, doğrudan denizlere boşaltılmaktadır. 1380 sayılı kanunla bu atıkların denizlere boşaltılması yasaklanmışsa da kanun hala gereği gibi uygulanmamaktadır. Bunun yanında avcılıkla ilgili birçok yasak bulunmasına rağmen bunların da henüz gereği gibi uygulandığını söylemek mümkün değildir.  Bütün bunlar için diğer Avrupa ülkelerinde denizcilikle ilgili olarak uygulanan lisans ve lisansüstü eğitimler, diğer alan ve kademelere de yaygınlaştırılarak ülkemizde de uygulanmalıdır.

 “Turistlerin yurt dışına amfibi ve sürüngen çıkarmaları kesinlikle önlenmelidir.

 “Milli ve bölgesel Tabiat Tarihi Müzeleri kurulmalıdır. Buralarda geçmişle karşılaştırmalı sonuçlar sunulmalıdır.

 “Barajlar, sulama şebekeleri, hava alanları gibi büyük projelerde, çevre etkileri çok iyi etüt edilmeli, bazı türlerin nesillerinin korunması için, bunların yaşama alanlarının muhafazası düşünülmelidir.

Kaynak  : Ekoloji Magazin

www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu