Düşünmek arayış içinde olan insanların işi. Hangi arayış? Kendini bilme-tanıma çabası, varlığa, insana, hayata, tarihe, topluma dair esaslı sorular sormak, ne olup bittiğini anlamaya çalışmak, dünden ders alarak bugünü anlamlandırma ve şekillendirme, yarını inşa etme gayreti…
Eylemin kaynağı düşünce, bu yüzden tarih doğru ya da yanlış temelde düşüncenin ürünü, yani tarihin yapıcısı olarak düşünce eylemden önce geliyor. İnsan doğru düşünebildiği ölçüde ıslah edici tutum ve davranışlar ortaya koyarken, yanlış düşündüğü ölçüde de yıkıma yol açıyor, düşünebildiği ölçüde derin, anlamlı, tutarlı, yapıcı, düşünemediği ölçüde yüzeysel, anlamsız, tutarsız, yıkıcı, düşünebildiği ölçüde yükseliyor, düşünemediği ölçüde alçalıyor; düşünce sağlıklıysa eylem ıslah edici, düşünce bozuksa eylem yıkıcı.
Dil ve yazı düşüncenin yansıması veya düşüncesizliğin. Kelime, mânâya delalet eden tekil lafız, Arapça ‘Ke-le-me/tesir etti, yaraladı’ kökünden. İsim, fiil, harf, edat, hepsi kelimenin kapsamına giriyor. Kelimeler olumlu ya da olumsuz tesir edici ve yaralayıcı. Kime tesir ettiği veya kimi yaraladığı içerdiği mânâya bağlı. Bu yüzden “Dil yarası el yarasından ağırdır” denilmiş.
Cümle – o da Arapça -, bir şeyin bütününü, tamamını ifade ediyor. Kelimeler yan yana gelip cümleyi oluşturuyorlar. Kelâm (kelimeyle aynı kökten), söz söylemek, konuşmak demek. Kelim, konuşan, söz söyleyen kişi; bazen tek bir kelimeyle yapıyor bu işi, bazen de kelimeleri yan yana dizerek cümle kuruyor, duygu ve düşüncelerini ifade ediyor.
Söz ya da yazı yoluyla konuşuyor insan, doğru düşünebildiği ölçüde doğru konuşup doğru yazıyor. Kelimeler ve cümleler, acının, üzüntünün, sevincin, mutluluğun, umudun, umutsuzluğun, aşkın, nefretin, rahatlığın, sıkıntının, heyecanın, durgunluğun, inancın, inkârın, erdemin, alçaklığın vs. ifadesi. Her kelime ve cümlede insanın iç dünyası var; çırpınış, zayıflık, çaresizlik, şüphe, korku, çelişki, kararsızlık, inkâr, cesaret, güç, emin olma, tutarlılık, kararlılık, inanç, yaratma veya yok etme arzusu…
Konuyu dağıtmayalım. Düşünce zamanla belli bir zümrenin tekeline geçmiş, düşünce adamı diye bir kavram çıkmış ortaya; filozof, düşünür/mütefekkir, aydın/münevver, entelektüel vesaire. Düşünce adamı, derin düşünen, düşünce üreten, toplumun düşüncelerini yönlendiren kişi. Kılavuzu karga olanın burnu pislikten çıkmazmış, bizimkisi o hesap. Düşünce adamı yok bizde, yanlış, taraflı, yüzeysel düşünen düşüncesiz adamlar var.
Osmanlı’da İlmiye sınıfı vardı, Padişah’ın kuluydu, yetkileri Padişah tarafından belirlenmişti. Ne iş yapardı İlmiye? Padişah emreder, Şeyhülislam fetva verir, Şeriat’ı Padişah’ın emirleri doğrultusunda yorumlayıp açıklar. Osmanlı’nın son döneminde İlmiye etkisiz hale getirilip tasfiye edilirken, aydınlar çıktı ortaya, aydınlanmış adamlar.
Cumhuriyet yeni bir statüko oluşturdu, aydın sınıfı bu yeni statükonun hizmetine sundu düşünceyi. Muhalif Solcu-Sosyalist aydınların statükoya itirazları yoktu, şekline itirazları vardı. Bu yüzden Türk Solu hep devletçi olageldi. Sağ zaten statükocuydu, birbirinden farklı görünmelerine karşın Sol’un muhalefetiyle Sağ’ın muhalefeti arasında fark yoktu.
Evet, bugüne gelelim. Yığınla gazete, dergi, yayınevi, internet sitesi var, makaleler yayınlanıyor, kitaplar basılıyor. Peki, düşünce ne âlemde? İktidar kavgası, politik ve ekonomik çıkar sağlama arzusu, kaba, pratiksiz eleştiri, hakikatin maslahata kurban edilişi, kör dövüşü…
Politika düşünceyi öldürmüş durumda, düşüncenin adı var, ruhsuz bir ceset düşünce. İnsanlığın birikimine katkıda bulunacak, toplumu yeni bir dünyanın mümkün olduğuna ikna edecek, insanlığın ortak birikiminden istifade ederek varlığa, insana, hayata, tarihe, topluma dair derin, bütüncül, tutarlı, yeni bir bakış açısı, yeni bir felsefe ortaya koyma gayreti yok. Filozof yok ki felsefe olsun. Olsa da linç ederiz zaten!
Bir de söylenebilecek her şeyin söylendiğini düşünenler var. Bir tür kaçış bu. Yeni ufuklara yelken açmak yerine gemiyi ilelebet limana demirlemek yahut mevcudun gölgesine sığınmak. Söylenebilecek her şey söylendi! Niçin konuşuyoruz ki o zaman? Denildiği gibi bu gök kubbe altında söylenmemiş söz yok ise, bu ise hakikat, konuşmanın da anlamı yok, eğer gerçekten öyleyse tarihin sonu da gelmiş olmalı.
Düşünür, aydın, entelektüel, adı her ne ise, bu ülkede düşünceyi istismar etmekle meşgul. Nedir yapılmakta olan? Cemil Meriç’in ifadesiyle “Başkalarını tedirgin etmek için sözde hakikatlerimizi haykırmak, terbiyesizlik.” Entelijansiyanın kullandığı her kelime, kurduğu her cümle tükenmişliğin ifadesi adeta. Felsefî çöküş, düşünsel iflas, entelektüel ölüm…
Yanlış anlaşılmamak için kendimle ilgili de bir-iki şey söylemem gerek. Ben düşünce adamı mıyım? Hayır! Benim düşündüklerimin ne önemi var? Benim işim kendimle. Kendimi birtakım konularda ikna etmeye çalışıyorum sadece, hepsi bu.
Kim bilir, belki de – bilmiyorum, kendimi sorgulamadım – başkalarını tedirgin etmek için kendi hakikatimi haykırıyorum. İnsan, çelişkiler bütünü!
Ömer Yılmaz