ABD’nin iki eski Ankara büyükelçisinin bir düşünce kuruluşu için hazırladığı rapor, ABD yönetimine Türkiye ile ilgili politikalarını yeniden şekillendirmesi için çağrıda bulunuyor. Raporla ilk defa Tükiye’nin Suriye’de terörist El-Kaidecilere yaptığı yardımın ve Müslüman Kardeşler’e verdiği desteğin ABD’nin çıkarları ile açıkça çeliştiği belirtiliyor. Ama asıl önemlisi AKP iktidarının ve Erdoğan’ın açıkça ifade ve sivil özgürlüklere karşı hoşgörüsüz, otoriter, İslami sekter eğilimi ortaya koyuluyor. ABD, AKP iktidarını artık “vazgeçilmez” olarak görmüyor.
Ama AKP’ye seçenek olacak bir muhalefet alternatifi de henüz ufukta gözükmüyor. Diğer yandan Kürtlerle barış süreci giderek çıkmaza giriyor. Alevilerin hoşnutsuzluğu yükseliyor. Yabancı yatırımcıların iştahına bağlı ekonomiyi de zor günler bekliyor.
Türkiye’yi içine girdiği bu çıkmazdan ancak yeni bir muhalefet çıkarabilir. Oysa muhalefet, ulusalcı, milliyetçi dalganın Erdoğan tepkisiyle sınırlanmış; bu da Gezi ile yükselen dalgayı boğuyor.
Denklem aslında basit: Türkiye yeni bir muhalefet yaratamadığı sürece AKP iktidarı sahip olduğu mutlak güçle daha da otoriterleşecek, ABD ve Batı’dan uzaklaşacak, içe kapanacak. Yeni bir muhalefet ise ancak yeni bir zihin yapısıyla, Kemalist güçlerin ordu eliyle kirli, kanlı bir savaşa mahkum ettiği, Kürtçe’ye en ağır yasakları getirdiği Kürt sorununda barış sürecini başlatan, Kürtçeye kısmi açılımlar getiren Erdoğan’ı özgürlükler açısından aşabilmesiyle mümkün.
Kürt deyince tüyleri diken diken olan, dindarlardan nefret dolu bir dille bahseden muhalif bir dilin alacağı oy oranı gelecek seçimlerde de değişmeyecek. Yeni bir dilin temel dayanağı ise “eşit yurttaşlık”ta düğümleniyor. O zaman sorun, AKP’yi CHP’yi aşıyor, tüm Türkiye’nin yüzleşmek ve aşmak zorunda olduğu kara bir deliğe dönüşüyor. AKP’lisi CHP’lisi, MHP’lisi, Kürtleri, Alevileri kendileriyle eşit vatandaşlar saymıyor. İmparatorluğun hakim milleti Türkler, diğer etnik, dini toplulukları kendileriyle eşit görmemede birleşiyor. Sessiz, üzerinde konuşulmayan bir müttefiklik bu.
Bu tavrı biraz eşelediğimizde, “kendi egemenliğini, kanla, canla, bileğinin gücü ile kazanmışlık” çıkıyor. Bu gücü kazanan Türkler bu topraklarda yaşayan diğer etnik, dinsel topluluklara eşit bakmadı, bakmıyor. Kürtlere doğal haklarını tanımak, hemen “bölünme” korkusunu ateşliyor. Ama Türkler psikolojik olarak da “diğerleriyle” yanyana eşit bir statüde yaşamak istemiyor, bunu bir “aşağılama” olarak alıyor. Kürt sorununu doğuran, iki taraftan binlerce can alan zeminin, Kürtlerin eşit yurttaşlık talebini güç kullanarak bastırmak olduğunu kabullenmek Türklere zor geliyor. “Neleri eksik ki, Kürtlerden Cumhurbaşkanı bile oldu” diyerek itiraz ediyorlar. Kendi çocuğuna istediği ismi koyamayan, dilini özgürce konuşamayan bir Kürdün ancak asimile olmayı kabullenerek Türk toplumunda kendine yer bulabilmesini makul karşılıyorlar. Üstelik böyle diyenler kendilerine “sol” etiketi takmaktan hiç gocunmuyorlar. “Solcular” Kürtlere dillerini konuşma hakkının verilmesinin “emperyalist güçlerin” işine yarayacak bölünmeye yol açacağını düşünüyor. Değişimin, dönüşümün, yeni küresel dünyayı anlama talebinin aslında sol anlamına geldiğine kafa yoracak zahmeti göstermek kimsenin işine gelmiyor çünkü.
Diğer yandan Alevilerin durumu bir yönüyle daha da vahim. Kürtler belki daha yoksul, daha çok canları yandı, ama hiç olmazsa siyasi bir davaları, partileri, gururları var. Sünni bazlı mezhep politikasını açıkça yoğunlaştıran AKP iktidarında Aleviler giderek ikinci sınıf vatandaşlığa doğru itiliyor. Hatay’da uğradıkları zulümle, üst düzey hiç bir devlet memurluğu pozisyonuna getirilmemeleriyle, Alevilerin temel hak ve özgürlükleri Sünni çoğunluğun onayına ve insafına bırakılıyor. Eşit vatandaş olmanın getirdiği haklar gıdım gıdım bir “lütuf” gibi sunuluyor. Aleviler, sokakta, okulda, kamuda, hayatın her alanında ayrımcılığa maruz kalıyor. İbadet yerleri dahi devlet nezdinde kabul görmüyor.
Bir tarafta dilleri, özgürlükleri yasaklanan Müslüman Kürtler, diğer taraftan toplumun her kademesinde horlanan, aşağılanan, devletin inançlarını tarife yeltendiği Aleviler. Peki ya sayıları 50 binlere düşmüş Ermeniler, 2-3 binlere erimiş Rumlar, Yahudiler, Süryaniler… Onların eşitlik gibi bir talebi de yok zaten. Başlarına neler geleceğini çok iyi biliyorlar zira. Onlar Müslüman değil ki.
ABD, AKP iktidarına yönelik eleştirisinin dozunu artırsa da, mevcut durumu değiştirecek bir dinamiğin temeli yeni bir dil kurmakla mümkün. Bu dilin temeli de eşit yurttaşlık haklarını tüm kimliklere, inançlara koşulsuz tanımaktan ve bu durumu hazmetmekten geçiyor. Türkiye’nin ya da Türklerin en zor meselesi de eşitlikte ve adalette düğümlenip kalıyor. Kendiyle yüzleşmeyen, eşitliği sindiremeyen her türlü muhalefet ise Türkiye’nin yaşadığı krizi derinleştirmekten başka bir şeye yaramıyor.
Başbakan Erdoğan, demokratikleşme paketinde, Kürtçeye özel okullarda kısmi özgürlük getirilmesini yeterli bulmayanlara “O kadar da değil” derken, eşitsizliğin toplumsal yapının ne kadar derinlerine işlediğini ifşa ediyordu aslında.
Ancak “O kadar da değil’i aşıp “O kadar” diyecek bir muhalefet Türkiye’nin önünü açacak.