Güncel

Hırsızlık Rejimi Halk İradesi midir?

Her yeni kaset üzerimize pornografik yolsuzluk görüntülerini döktükçe, kleptokrasiyle (iktidardakilerin açgözlülükle çalmaya çırpmaya yöneldiği rejim) yönetildiğimiz Türkiye’nin asıl gerçeği oluyor.  Tapeler uluslararası medyaya yayıldıkça tüm dünya son 10 yılın yıldızı Türkiye’nin bir kez daha demokratik bir ülke olmayı başaramadığına tanıklık ediyor.

Her gece bilgisayar başında kendi ülkemizin yönetilme biçimini ve yöneticilerinin ne yaptığını izlerken bu arada devlet işleri flulaşıyor, “asıl iş” arsa kovalama, imar planları ile oynayarak yeni rant alanları açma, gerekli olduğunda gerekli yasaları Meclis’e çıkarttırmaya dönüyor.

Sanki bir adam Türkiye’yi seçimlerle devralmış, bir yandan ülkeyi, bir yandan da kendi şirketini yönetiyor. Medya kuruluşları ve inşaat şirketleri sahiplerinin, uluslararası bağlantıları ayarlayan İranlı işadamlarının, belediye, çevre, sanayi bakanlıklarının, tüm kamu kuruluşlarının, valilerin, şirketin tepesine bağlı olduğu bir sistem tıkır tıkır yürüyor.

GERÇEK SAVAŞ: ŞİRKETLE TÜRKİYE ARASINDAKİ KAVGA

Türkiye’deki gerçek savaş, işlediği yasadışı pek çok suçun ortaya çıkmasını engellemeye çalışan bu şirketle tüm toplum arasında geçiyor. Bu kavgayı Cemaat hükümet kavgası olarak açıklamak artık mümkün değildir, gerçeklerden kopmuş, gündem dışı kalmıştır.

Özgür medya azınlığa mahkum edildiğinden, böyle muazzam bir yolsuzluk çarşaf çarşaf gündemi kaplamıyor belki. Ama laikiyle, muhafazakarıyla, dindarıyla, Kürdüyle, Alevisiyle Türkiye halklarının omuzunu düşüren, başını yere eğdiren, herkesi hiçe sayan, söyleyecek söz bırakmayan bir hayasızlık tiz çığlıklarla gökkubbeyi sarıyor. Kendisini eleştiren her sesi, her kafayı, suçunu deşifre eden eski ortağıyla ortak olmakla damgalayan, en tepeden tehditler yağdıran bir ağırlık çöküyor ülkenin üstüne.

GERİ DÖNÜLMEZ BİR “ŞEY“

AKP seçimleri açık ara kazansa dahi, kimsenin artık hiç olmamış, yaşanmamış gibi yapamayacağı, geri dönülmez bir şey bu. Ama bu şey, kasetlerdeki konuşmalarda en sık tekrar edilen söz olan, para anlamına gelen “şey” değil. Bu, artık konuşmanın, toplum olmanın, birarada geleceğe bakabilmenin, ahlakın, umudun karanlığa boğulduğu bir ŞEY.

Bir hapishanede gardiyanları tarafından her gün çaresizce tecavüze uğrayan bir kadın gibi hisseden Türkiye’nin şeyi…

Artık dini referanslarla yapılan hiç bir konuşmanın  insanlarda güven uyandırmayacağı, arkasında mutlaka bir yolsuzluk, kaynağı belirsiz bir servet kazanma, yalan, dolan, bir çıkar, bir hesap aranacağı bir şey.

İslamcı kitlelerin devleti ele geçirmenin dünyevi zaaflarına mı, yoksa  en nihayetinde vicdan ve iman sahibi, kötülüklerden, açgözlülükten, hırsızlıktan uzak bir ruhun peşindeki dindarlığa mı yüzlerini çevirmeyi  tercih edecekleri bir şey bu.

YA CEMAATLE HÜKÜMET KAVGAYA TUTUŞMASAYDI?

Peki Cemaat, “zamanlama”? Oysa zamanlamaya aslında tüm Türkiye sadece teşekkür etmeli, minnettar kalmalı. Ya bu zamanlama olmasaydı, ya iki ortak kavga etmeseydi, belki de hiçhir zaman bunları bilemeyecektik değil mi? Biri rantları diğeri devleti paylaşarak gül gibi geçinip gidebilirlerdi. Erdoğan dershaneleri kapatmasaydı, onları devletten silmeye kalkışmaya çalışmasaydı, aynı Cemaat hükümetin yolsuzlukları için düğmeye basabilecek miydi acaba?

Türkiye’nin başına gelebilecek en iyi şeyin iki taraf arasındaki kavga olduğunu belki sonraları daha iyi anlayacağız.

Öte yandan İnternet, MİT VE HSKY yasaları gibi mevcut eksik demokrasiyi  de rafa kaldıran bir darbe yaşanırken, birtakım aydınlar yolsuzlukların sergilenmesini seçmen iradesine darbe olarak tanımlıyorlar. Gerçek taraf tutamayacak kadar çıplak, çirkin bir şekilde sırıtırken bu basbabağı adli vakaya “halk iradesi, vesayet” denilerek entelektüel giysiler giydirme çabası hala  hazin bir şekilde sürüyor.

Halkın iradesi, sadece seçmek değil, demokratik, adil bir sistemin yürütülmesine vekalet vermek değil midir? Halk iradesi, halkın kendi parasının, kendi hasadının çalınması üzerine kurulu bir kavram mıdır yoksa? İçinde ülkeyi soyan bir şirketin gizli olduğu devlet yapısının ortaya çıkması halkın iradesine uygun değil midir? Halk iradesinin bunu bilmesinde ne mahzur var?

Ayrıca Türkiye’deki kavgada, toplam seçmenlerin yüzde 42’sini alarak iktidara gelen AKP seçmenlerin dışındaki yüzde 58’lik çoğunluğun “yönetilme biçimi” konusunda bir iradesi yok mudur.

Doğru yalanın ifşası, seçmenler üzerinde beklenen etkiyi yaratmıyor, çürümüşlüğün karşısına demokratik bir Türkiye tasavvuruyla dikilebilecek bir siyasi irade ufukta gözükmüyor. Cemaatle kol kola giren CHP’nin başı çektiği bu siyasi çaresizlik diğer bir gerçeklik ise de, yalan, soygun düzeninin otoriter bir görünümle devam etmesi Batı’yla içiçe geçmiş bir global düzende artık mümkün değil.

Ama asıl önemlisi, belki de ilk defa dindarıyla seküleriyle ülkedeki çoğunluk, kendisini devletten, çalandan, çırpandan, dinlemeden koruyacak, güvenli ve özgür hissettirecek bir demokrasiye ekmek kadar su kadar ihtiyaç duyduğunu derinden hissediyor.

Ahmet Buğdaycı

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu