Global boyutta buzulların erimesi, giderek artan sel baskınları, dengesiz ve verimsiz yağış rejimleri, iklim değişiklikleri küresel ısınmanın tartışılmaz, somut göstergeleri olarak görünüyor.
Akdeniz ikliminde giderek tropikal etkilerin gözleniyor olması ekvator altı ve üstü çöl ikliminin 30’uncu enlem üzerine kaymasından kaynaklanıyor. Yani tropikal çöl iklimi ekvatordan güney ve kuzeye doğru kayma gösteriyor. Bu da önümüzdeki on yıllar içerisinde kuraklığın giderek artması ile birlikte 36. enlemde bulunan ülkemizin, öncelikle Akdeniz ve Güneydoğu Bölgesinin(Çukurova ve Harran) çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Küresel ısınmanın ülkemizdeki önemli kanıtlarımdan biri de ülkenin en büyük buzulu olan Hakkari Cilo dağları, Reşko buzulunun 1930 yılına göre alt uzantısının 2500 m’den, günümüzde 3400 m’ye çekilmesidir. Yine iki yıl önce Munzur dağlarına gittiğimde; bölgedeki su kaynaklarının giderek kuruduğunu, eski yıllara göre hayvanları için su kaynakları bulmada zorluk çektiklerini, hayvancılık ve peynircilik yapan bölge halkından bizzat duymuştum. Ülkenin tahıl deposu olan Orta Anadolu’da, yer altı su kaynaklarının tükenmekte olduğunu da göz önüne aldığımızda önümüzdeki on yıllarda Anadolu coğrafyasında çok ciddi su sıkıntısı yaşaması kaçınılmaz görünüyor.
Savaş ve kuraklık insanlık tarihinin birbirini besleyen ayrılmaz iki kabusu oldu hep. İlkel kabile dönemlerinden bu yana tarih boyunca kuraklık kaynaklı bir çok savaş ve yağma yaşanmış. Savaş, istila ve yağmaların kaynağında gıda, tarım ürünlerinde yaşanan sıkıntı, açlık yatıyor dersek abartmış olmayız.
Bu durum günümüz dünyasında da geçerli. Su kaynaklı ülkeler arası sorunlar giderek artıyor. Önümüzdeki dönemlerde Nil Nehri’nin kullanım hakkı konusunda Mısır ile Sudan, Ürdün Nehri nedeni ile Ürdün ve İsrail, Fırat ve Dicle nehirleri için Türkiye-Suriye-Irak arasında savaş olasılığının kaçınılmaz olduğu söyleniyor. Bu ve benzer durumdaki ülkeler arasında zaman zaman savaş tehditlerine varan gerilimler yaşanıyor. Mısır ve Sudan arasında Sudan’ın Nil üzerinde yaptığı barajlar nedeni ile ciddi gerilim içinde olduklarını da okuyoruz.
Yine Orta Doğu’yu besleyen, ülkemizden doğan iki büyük su kaynağı olan Fırat ve Dicle nehirlerinin gelecekte bölge için çok ciddi gerilimin kaynağı olması kaçınılmaz. Bu gün petrol savaşları gibi görünen orta Doğudaki kaosun gelecekteki birinci çatışma alanı su kaynakları oluşturacaktır. Bunun ip uçları bu gün yaşanmıyor değil. Türkiye nehirlerdeki su akışını kıstığı dönemlerde Suriye ve Irak’tan homurtuların yükseldiğini, gerilimlerin yaşandığını önceki yıllardan biliyoruz.
Suriye’de yaşanan iç savaşın önemli tetikleyicilerinin başında 2006-2010 arası yaşanan tarihin en büyük kuraklığının yattığı bir gerçekliktir. Kuraklık dönemi boyunca kırsal kesimlerde yaşayan 2-3 milyon civarında insanın iç göçle Şam ve Halep gibi büyük şehirlerin kenar mahallelerine yığıldığı, yoksulluk ve sefaletin bu insanların rejime karşı isyan etmelerinde önemli bir etken olduğu biliniyor.
Önümüzdeki on yıllarda su kaynakları verimli kullanılmaz ve ülkeler arası çözüm politikaları geliştirilmez ise Doğu Akdeniz’de yaşayan Türkiye, Suriye, Ürdün, İsrail, Irak arasında ciddi gerilimlerin yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Türkiye sanıldığı gibi su kaynakları konusunda zengin bir ülke değil. Ülke su kaynaklarının % 75’i tarımsal sulamada kullanılıyor. Etkin, verimli bir tarımsal sulama ve temiz su politikası geliştirmek gelecek kuşaklar için büyük önem taşıyor. Gelecekte bırakalım çevre ülkeleri, iller arasında bile su kaynaklı çatışmalar yaşanabilir. İstanbul’a Batı Marmara’dan getirilen su kaynaklarının (Melen çayı), ticari su şirketlerinin Sapanca gölünü besleyen kaynakları kullanması ve gölün kuruma riski ile karşı karşıya kalması gibi sorunlar kullanım hakkı konusunda bölge halkı ile ciddi çatışmalara neden olabilir. Şimdiden bölge il belediyeleri bu konudaki huzursuzluklarını ifade ediyorlar zaten.
Su yaşamın özü ve anlamıdır. Susuzluk yaşam ile bağdaşmaz. Su kaynaklarımızı, tarımsal politikalarımızı iyi yönetemezsek, iklim değişikleri konusunda etkin, geleceğe dönük politikalar geliştiremezsek tüm dünyada olduğu gibi kuraklık ve çölleşme sonucu ciddi demografik değişikliklere, iç ve dış savaşlara maruz kalabiliriz.
100 yıl sonra şimdilik geleceğe dair Mad Max gibi fantastik kara filmlerde gördüğümüz çölleşmiş, terk edilmiş kentler ile karşılaşabileceğimizi varsaymak pek de kehanet olmayacaktır.
Abuzer Meral