Gelecek kuşaklara mirasımız; ışıyan çöpler başımıza bela oldu…
Nüfusun hızla artması sebebiyle, artan enerji ihtiyacımızı karşılayabilmek için bulduğumuz en belalı çözümlerden biri de nükleer enerji. Bu enerji türü, 40 yıl boyunca sorunsuz ve çok enerji üreteceği düşünülerek 1960 yılından beri kısa yoldan iş yapmanın peşinde olan politikacıların iştahını kabartıyor.
Ronald Reagan`ın “Çevreciler boşuna endişeleniyorlar. Bir nükleer enerji istasyonunun bir yıllık atığını, masanızın çekmecesinde bile saklayabilirsiniz.” şeklindeki bu cahilce çıkışından tutun da, “biz üretelim de iş atık kısmına geldiğinde uzaya göndeririz” diyen bilim insanlarına kadar her türlü komik söyleme tanık olmamıza rağmen hala bir çözüm bulunamadı. Hatta Çernobil faciası sonrası çaydaki radyasyonun tehlikeli olmadığını kanıtlamak için kameralar önünde çay içen ‘Bakanımız’ bile oldu.
Sayıları hızla artan Nükleer Enerji tesislerinin ve Uranyum atıkların depolanması, çevreye, insanlara zarar vermeden saklanması sorunu hiç bir zaman gündemden düşmedi.
Şöyle ki ; Radyoaktif atıklarda “yarılanma süresi * plütonyumda 24.000 yıl, neptunyumda 2.000.000 yıl, iyotta 12.000.000 yıla varmaktadır. Nükleer atıklar hala üretilmeye devam edilmekte ve sürekli biriktirilmektedir. Radyoaktif atıkların baş sorumlusu ise nükleer enerji santralleridir. Belirli bir santralde örneğin 1.300 MW basınçlı su reaktörü senede yaklaşık 15 metreküp yanık element ve yaklaşık 350 metreküp santral atığı üretmektedir.
Düşük ve orta aktiflikte, sıcaklık üretmeyen atıklar kategorisindeki santral atıkları bile hacim olarak %90’dan daha fazla nükleer atık dağı ortaya çıkarıyorlar. Bu atıklar yeryüzünün üstündeki istasyonlarda toplanıyor ve eski bir maden ocağında saklanıyorlar. Bu atıkların düşük miktardaki birikimi dahi kansere yol açıyor.
Yüksek radyoaktif atıklar da –sıcaklık üreten çöpler- aynı şekilde yeryüzünde depolanmaktadır. Oysa bunlar anormal ısı gelişimine karşı soğutulmalı ve derin jeolojik tabakalarda depolanmalıdırlar. Aşırı ışımalarla temas öldürücü olacağı için yüksek oranda zehirli olan ve kansere sebep olan bu atıklar konteynerlerde saklanarak biyosferden uzak tutulmaya çalışılmaktadır.
Avrupa Birliği, bünyesinde bulunan bütün ülkelerden, Radyoaktif atıkları nasıl saklayacakları ile ilgili rapor istedi. Çevreciler aktif olarak sokaklarda eylemlerde. Bulunacak hiçbir çözümün bin yıllık garanti vermeyeceğini ve en ufak bir sızıntının dünyanın sonunu getireceğinin farkındalar.
Kuzey Almanya’da (Gorleben’de) bir tuz stoğu depolama kampı olarak kullanılıyor. Tuz kütlesinin (Almanya, ABD), granitin (İsviçre) ya da kilin (Fransa) en iyi depolama aracı olup olmadığı bu zamana kadar cevaplanamamış bir soru. Kesin olan şudur ki, Almanya’daki bu alan nerdeyse keşiften 40 yıl sonra bile hala bilimsel ve politik açılardan tartışmalıdır, zira bu alanın yer altı sularıyla olan bağlantısı yüzünden radyoaktif maddelerin bir kanal yoluyla yer altı sularına bulaşması riski göz ardı edilemez olduğu söyleniyor.
Kaldi ki radyoaktivite içeren maddeler yüksek, orta ve düşük olarak 3’e ayrılıyor. Hacim olarak en az yeri yüksek derecede tehlikeli radyoaktivite içeren maddeler kaplıyor. Ancak asıl sorun da yüksek seviyedeki atıklarda. Dünyada hâlâ bu atıklara çözüm bulunmuş değil. Almanya’daki araştırmacılar çözümü, bu maddeleri yerin 500-750 metre altında tuz madenine gömmekte buldu.
Atıklar sızdırmaz kaplara konuldu ve yerin altına binlerce yıllık zararı olmayacak şekilde gömüldü. Ancak Almanya’da bu çalışmaların ASSE adı verilen Aşağı Saksonya bölgesindeki tuz madenini su bastı. Şu anda tuz madenine gömülen düşük seviyedeki 126 bin varile ulaşmaya çalışılıyor. Yani tüm çalışmalara rağmen risk sıfır değil.
Atıkların güvenli bir şekilde saklanması sorununa, nükleer enerji kullanan ülkeler depo alanlarını genişletme arayışındalar ve bir çözüm bulabilmek için uğraşıyorlar.
Finlandiya yer altında çok büyük bir bakır hazinesi saklıyor. Bu dev boruların her biri için yaklaşık 7 ton bakır kullanıldı ve bunlardan beş bin adet bulunuyor. Radyo-aktif atıklar, dev silindirlerin içine konulacak ve gelecek nesilleri atık maddelerden bu yöntem ile korumayı düşünüyorlar.
İsviçre, Sakson (Königstein)`da saklanan içinde hiçbir canlı yaşamın olmadığı yapılan incelemeler sonucu onaylanan bir kireçtaşı mağarasında, Uranyum`dan beslenen ve üreyen bakterilerin oluştugu tespit edilidi. Bu bakteriler, asitli su ve uranyumun varlığından hiçte rahatsız görünmüyorlar. Enerjilerini bile bu zehirden karşılayan bakterilerin yeraltı su sızıntıları ile içme suyuna karışmış olması ihtimalinin üzerine duruluyor.
Dünyada şimdiye kadar nükleer atıkların saklanması ve doğayı koruma konusunda yapılan yüzlerce milyon dolarlık harcamalara rağmen hiçbir güvenli yolun bulunamaması, temiz enerji denilen Nükleer Enerjinin aslında sonumuzu getirebileceğini artık kamuoyunun anlaması ve bilinçlenmesi gerektiğini söylemek sanırım yanlış olmaz.
Çeviri ve derleme: İnanç Kaya
*Yarılanma süresi, bir radyoaktif izotopun miktarının yarıya inmesi için gereken zamandır. Her radyoaktif izotopun kendine özgü belirli bir yarılanma süresi vardır.
Kaynaklar :
http://www.spektrum.de/
http://viraverita.org/yazilar/dunya-capinda-cozumsuz-bir-problem-nukleer-atiklarin-imhasi
https://tr.wikipedia.org/wiki/Radyoaktif_atık
Dünyalılar (www.dunyalilar.org)