Bülen Arınç’ın “Kadın herkesin içerisinde kahkaha atmayacak” sözleri Türkiye’yi çoktan aştı, Amerikan ile Avrupa anaakım ve sosyal medyalarını yıkıp geçiyor. Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı’nın bu veciz anlatımı İngilizce olarak başlıklara çıkınca (“Women shouldn’t laugh in the public”), dünya insanı da sayemizde gülümsedi. Ama“herkesle” Arınç, eşin dışındaki her erkeği kastediyor, yani sadece public (kamu) da değil, aile içinde dahi durum böyle.
Farklı dini inançlara sahip farklı ülkelerdeki muhafazakarlar, tarih boyunca kadını her zaman baştan çıkarıcı bir kötülük kaynağı olarak gördüler. O yüzden kadın bedeni hep püriten bir anlayışla değerlendirildi.
Arınç bu sözleriyle yüzyıllar öncesinde kalan söz konusu zihniyetin zamana karşı erozyona uğramasından duyduğu korkuyu da ifade ediyor. Ama asıl sorun, Arınç’ın ifadelerinin muhafazakar, yoksul, kırsal kitlelerdeki yaygın inanışı ve pratiği yansıtmasından başka bir şey değil. Kitlelerin bu sözleri hiç yadırgamaması da durumu yeterince açıklıyor zaten.
Anadolu’nun genelinde kızın, kadının bırakın sokağı, kendi evinde, aile büyüklerinin olduğu ortamlarda gülmesi, hele kahkaha atması hoş karşılanmaz. Doğu ve Güneydoğu’da durum daha da kötüleşir; yakın zamana kadar kadınların bırakın gülmeyi, kendi bebelerini, çocuklarını “herkesin içinde” sevmelerinde bile kaşlar çatılırdı.
Kadının neşesini, sevgisini ifade etmesi, “doğal bir potansiyel tehdit” olarak yorumlanır bu zihinde. Çünkü Arınç’ın dediği gibi “(kadın) bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak”; o zaman gülmeyecek, “iffetli olup, boynunu öne eğecek, ama baktığınızda yüzü hafifçe kızaracak, gözünü sizden kaçıracak.”
KIZLAR NEDEN KİKİRDER?
Demek ki bu anlayışa göre kadının kahkaha atması karşı cins üzerinde bir cazibe yaratıyor, baştan çıkarıcı olabiliyor. Kızların kikirdemesi neden Arınç zihniyetine baştan çıkarılma korkusu salıyor peki.
Aslında Arınç kendi algı düzleminden tehdidi “doğru” algılıyor. Bir kere kadınların erkeklerden çok daha fazla güldüğünü hepimiz farkederiz, biliriz. Kadının doğal enerjisinin akışının ifadesidir gülmek, kahkaha atmak. Küçük şeylerden mutlu hissedebilmek, sevdikleriyle beraber olmak, Arınç’ın dediği gibi “telefonda boş boş konuşmak” herşey kadını güldürebilir.
Diğer yandan gülme, kahkaha atmak nedir ki andan keyif almanın dışında.
Oysa ataerkil zihniyet kadının hayattan keyif almasını, mutlu hissetmesini istemiyor, zira bu “dişi” duyguların hissedilmesi ve dışarı yansıtılması topluluk düzenini bozabilir.
Üstelik kadına yönelik bu algı yeni bir şey değil ki. AKP öncesinde de hep vardı, ama ülkeyi laikler yönettiği için “mutaassıp Anadolular”ın sesi çıkmıyordu. Dışlandıkça içe kapandılar, laikliği de bir anlamda kadınlarına, kızlarına, hatta iffetlerine bir tehdit olarak okudular. Onlar sosyal ve ekonomik nimetlerden izole edildikçe büyüyen iç gerilim AKP’yi iktidara taşıdı. Hatta AKP’nın gerçekten iktidar olması da türbanı özgürleştirmesiyle, yine kadın bedeni üzerinden yürüyen bir siyasetle mümkün oldu.
Bugünkü laik/muhafazakar kutuplaşmasının ana ekseninde de yine kadına bakış yatıyor. Batı’da muhafazakarlık ekonomik ve sosyal değişimlere dirençler üzerinden yürürken, Arınç’ın temsil ettiği muhafazakarlığın asıl konusu, bam teli kadın.
MUTLULUK MU NAMUS MU: NE İÇİN YAŞIYORUZ?
Kadının kahkahasında daha da genele gidersek İslam ile Hristiyan dünyasını ayıran temel bir ayrıma rastlarız. Hristiyanlık kurumsal olarak dünyevi keyiflere, günah çıkartma gibi ritüellerle, göz yuman bir çizgide ilerlerken, İslam kurumsal yapısı kadının ve de genel olarak mutlu olmanın öncelik olmadığı bir yöne sapmış. Anadolu’da şöyle bir söz vardır: “Ne için yaşıyoruz ki: İffetimiz, namusumuz için.” Bu söz, belki de asıl meselenin, asıl bölünmenin ne için yaşadığımız sorusunda saklı olduğuna götürüyor bizi.
Batı sahilleri, erkekli kadınlı –alkolün de desteğiyle- sürekli neşelenmeye mutlu hissetmeye çalışırken, iç kesimlerde kadınların neşeli, mutlu gözükmesi baştan çıkarıcı bulunuyor. Kahkahası kesilen kadın ise yavaş yavaş hafifliğin, mutluluğun, neşenin yerini kaygılı, her an iffetli davranması gerektiğini bilen, bir anlamda yaşam enerjisini baskılayan bir ruh haletine bırakır. Yaşam sevinci, tam tersine yaşamdan keyif almamayı norm kılan sosyal algıya teslim olur.
Erkek zaten gülmüyor; “kız gibi gülme” denir çok gülerse. Kadının kahkahası da kaybolunca, hoyrat, güce dayalı, farklılığa, çeşitliliğe toleranssız bir toplum ortaya çıkıyor. Bu tabloda farklı olan tek şey, “akçeli işlerdeki yolsuzlukları” konu dışı bırakarak iyi müslüman olmaya devam eden Arınç’ın temsil ettiği, mutlu olmaktan çok herkese karşı iffetli gözükme çabası güden ataerkil aile zihniyetin bu kez iktidarda olması.
Bizde gülme tu kaka edilirken, şimdilerde kahkaha atmak, sağlığa sayısız faydalarının yanında, Batı’da ruhsal sorunlara karşı populer bir terapi haline geliyor. Günde en az birkaç kez kahkaha atmak ünlü doktorların anti aging ve sağlıklı yaşam reçetelerine giriyor. Arınç’ın sözleri ise hayatın karşıtların kozmik birliğinden ibaret olduğunun çok gerisinde, sağlıksız, mutsuz, gülmenin bile bastırıldığı düşmanca bir yaşamı, toplumu işaret ediyor.