Güncel

Kaset bombaları düşerken tek yol demokrasi

Türkiye’de olup bitenleri uzaktan izleyince kendinizi artık söylenecek sözün bittiği bir noktada buluyorsunuz. “Paralel devlet” diye tartışan Türkiye’nin üzerine, nefes alacak bir hava boşluğu bile bırakmayan, tüm ayakları sağlam tasarlanmış heyula gibi bir çadır iniyor. Yolsuzluk soruşturmalarının yavaşça tavsatıldığına, artık gündem dışı kalmaya başladığına hayıflanmamıza bile fırsat kalmıyor.

Her sabah kalktığımızda, internet, sonra HSKY, şimdi de MİT Yasası’nın akıl almaz bir hızda, ne siyaseten ne toplumsal olarak üzerinde tartışılmadan, birbiri ardına Meclis’ten geçirildiğini, yıldırım hızıyla köşkte imzalandığını öğreniyoruz.

Her şey tamam. Bundan sonrası otoritenin insafına kalırken, tüm sistemin diktatörlüğe geçit verecek bir şekilde yeniden tasarlandığını, dünya basınıyla birlikte kare kare, hızlı çekimde izliyoruz.

Bu arada yargı Adalet Bakanı üzerinden Başbakan’a bağlanırken  interneti denetleyecek kurum TİB de MİT’e bağlanıyor, MİT ise Başbakan’a bağlı. Niye bu acele?

VESAYET REJİMİNE İNANMAMIZI MI BEKLİYORSUNUZ?

Evet, amaç çok yüce: Paralel devleti yok etmek, ülke üzerindeki “vesayetçi rejimi” kaldırmak. Böylece seçmen iradesinin haklarının çiğnenmemesi sağlamak. Bizim de hiç sorgulamadan buna inanmamızı istiyorlar. Halkın yüzde 70’inin doğruluğuna inandığı yolsuzluklar mı, unut gitsin.

Evet, tam ajanslara Cemaat’in 7 bin kişiyi dinlediği düşerken, arkasından başka bir enformasyon hamlesi geliyor, Başbakan’ın oğluyla yaptığı telefon  konuşması olduğu iddia edilen tüyler ürpertici bir kaset internette dolaşıyor. Vesayetçi sistem, paralel darbe yaftalarının neyi gizlemeye çalıştığı açık. Kaset çemberi daraldığı, Başbakan’a doğru yaklaştığı belliydi. Ve şimdi bomba patladı.

İşte bu yüzden hükümet ve medyası, AKP’yi eleştiren herkesi bu sözde “vesayetçi paralel devletin” oyuncağı, yandaşı olarak damgalanmaktan, şeytanlaştırmaktan imtina etmiyor.

BASININ YÜZKARALARI HEDEF KAYDIRMACA YAPIYOR

Washington’da 84 etkili ismin Obama’ya verdiği mektubunun Amerika’da yayınlanan POSTA212 tarafından ortaya çıkarılması bile bu çevrelere göre paralelci olarak damgalanmamız için yeterli oluyor. Havuz medyasının amiral gemisi Sabah’ın başyazarı Mehmet Barlas da, bu raporu yayınladık diye bizi de Cemaatçi yapıyor.

Nasıl Gezi’de kavganın gerçek sahibi yeni demokrasi taleplerini temsil eden gençler komplocu güçlerin piyonları olarak ilan edilmişse, şimdi de yolsuzlukların ortaya çıkarılmasını isteyen herkes paralel devletçi, komplocu oluyor. Hele  bu yayınları Amerika’dan yapıyorsanız, tamam işte paralel devletin arkasındaki Amerikan ajanısınız. Basının yüz karası, hükümet broşürüne dönüşen bu gazetenin koltuğunu korumaya çalışan başyazarı, nasıl Gezi’yi tüm gücüyle karaladıysa, şimdi de tüm demokrasi güçlerini hedefine alıyor.

Tarafımız belli bizim. Demokrasinin sadece seçmen çoğunluğuna dayanarak tüm demokratik mekanizmaları yıkma sistemi olmadığına inanan, denetle dengele ayarlarının çalıştığı, ifade özgürlüğünün kısıtlanmadığı bir sistem bizim tarafımız.

Bu yüzden de cemaatin siyasi aktör olmaktan çıkmasını, devlet içi faaliyetleriyle yüzleşmesi gerektiğini dillendiriyoruz. Delillerin ortaya konularak tüm hukuk dışı uygulamaların ortaya konulmasını talep ediyoruz. Ama sapla saman karıştırılarak binlerce insanın bir cadı avına kurban gitmesine de gözümüzü kapamıyoruz. Ayrıca, cemaatçi polisin hukuk dışı yöntemlerle pek çok suçsuz insanın canının yaktığı bu ülkede, Ergenekon diye bir örgütün varlığını, askeri darbe girişimlerini, planlarını da hiç unutmuyoruz, binlerce faili meçhulün babası Veli Küçük’ten neden kimsenin sözünü etmediğini, AKP’ye Genelkurmayın verdiği elektronik muhtırayı da…

Ama iktidarın kendisi yüz milyarlarca dolarlık inşaat, enerji, medya, tüm kamu ihalelerinden oluşan bir yolsuzluk düzeni kurmuşsa, kanıtlar reddedilemeyecek kadar güçlüyse, her kaset sistemin içyüzünü deşifre ediyorsa, buna gözümüzü kapatıp saf tutmanın gazeteciliği Türkiye’de ne kadar acınası, sefil bir iş haline getirdiğini de görüyoruz. Biz AB standartlarında tam demokratik ve şeffaf, hem parlamento, yargı ve Sayıştay’a, hem de medya ve kamuoyuna hesap verir bir hukuk devletinin 21. yüzyılda artık Türkiye’ye lüks olmadığına inanıyoruz. Türkiye’nin, her şeyi kontrol hastası çağdışı bir rejime dönüşmesine itiraz ediyoruz.  Bu rejim içinde Barlas’ın Sabah’ı gibi gazetelerin nasıl bir kara propaganda aracı olduğunu, her demokratik eleştiriyi nasıl çarpıttığını, özgürlük isteyen herkesi nasıl “düşman” ilan ettiğini tarih not düşecek.

AKP demokrasiyi ve hukuk devletini askıya alarak, muhalefeti susturarak, otoriterliğin sınırlarını aşıp diktatörlük sınırlarını zorlayan önlemler alarak koptu gidiyor. Tek amaç var, Başbakan’ı kurtarmak. İki taraf arasında süren enformasyon savaşının parçası, kurbanı olmadan, demokrasiyi savunmaya devam etmekten başka çaremiz yok. Zaten gazeteciliğin tanımı objektif olmak değil midir? Gezi hareketinin demokrasi çığlığını, özgürlükçü ruhunu unutmayarak, bu kirli, ahlaksız savaşın labirentlerinde kaybolmamak tek rehberimiz. İktidarı tek elde toplayan zihniyetin maşası Mehmet Barlas gibiler, yolsuzluk paralarıyla gazeteleri finanse edilenler, tarihin çöplüğünde utançla anılacak. Kasetler birbiri ardına patlarken, gündem değişir, Erdoğan sallanırken, tek rehber demokrasi.

Ahmet Buğdaycı

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu