İsim- şehir oyunlarımızda “D” harfine geldiğimizde yazmadık mı beyaz sayfalarımıza en yüce varlık “Devlet” en sevdiğimiz hayvan “Deve Kuşu” diye?
17 Şubat 2016 Çarşamba akşamı, saat 18.31’de, Ankara’da, İnönü Bulvarı üzerindeki trafik ışıklarında, Türk Silahlı Kuvvetleri personelini taşıyan servis araçlarına yönelik bombalı bir saldırı yapılır; gözyaşlarının barut kokularına karıştığı ilk anları takip eden tek önlem ise yayın yasaklarıdır. Ardından vahşeti soğutmaya yönelik devleti yücelten hamaset söylemleri…
Biliriz ki yüreğimiz soğumamakta bu sözlerle. Biliriz Suruç’u, Ankara’yı, Sultanahmet’i ve yine Başkent’i. Kalleş saldırılarına kahramanlık türküleri yakanları!
“Devletimiz kararlı tutumundan bir adım geri atmayacaktır. Saldırıyı yapanlar çok kötü karşılık görecek. Bundan kimsenin şüphesi olmasın” diyen resmi söyleme halen inanıyor musunuz? Aksine şüphe tetikte tutmalı bizleri, güvende değiliz. Vurulmaktayız. Ölmekteyiz…
“Bu saldırıda hayatını kaybeden Türk Silahlı Kuvvetleri personelimize ve vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum. Aynı saldırıda yaralanan Türk Silahlı Kuvvetleri personelimize ve vatandaşlarımıza acil şifalar temenni ediyorum. Türkiye’nin, terörle mücadelesinde verdiği kayıplara yenilerinin eklenmesi, milletçe yüreğimizi yaralamakta, sabrımızı zorlamaktadır. Ahlaki ve insani hiçbir sınırı olmayan bu saldırıları gerçekleştiren piyonlarla ve onların arkasındaki güçlerle mücadelemizi, her gün daha kararlı bir şekilde sürdüreceğiz” dese de devlet…
Ölmeye devam edeceğiz coğrafyanın her noktasında….
Bodrum katlarında yakılarak, oyuncaklarımız ve kitaplarımızla bombalanarak, barış adına katledilerek…
Cerattepe’de, Gezi Parkında, Cizre’de…
Ege’nin soğuk sularında umutlarımız boğularak ölmeye yazgılı olacağız hep.
Devletin askeri kurumlarının ve lojmanları izlenirken, gözetlenirken, haince planlarlar yapılırken istihbarat birimleri hangi masalların verdiği rehavetin etkisi ile uyumaktaydı? Yurttaş olarak ölüm gölgemiz olduysa bu sorunun yanıtını merak etmek hak değil midir?
Ankara bombasını bu sefer kim patlattı peki?
IŞİD, PKK, PYD, CIA, MOSSAD…
Kim mi patlattı?
Ya da Ruslar, uçaklarının düşürülmesine misilleme yapmak için mi Askeri Havaalanı yakınlarında yaptı bu eylemi?
Yoksa olası Suriye savaşı başlatabilmek için, kendi toprağına roket atmayı düşünebilen derin devletin karanlık zihniyeti mi?
Mezhep çatışmalarının tarafları mı?
Bir yandan ötekileştirme, ayrıştırma öte yandan cihana kafa tutan Yeni Osmanlı Akıncıları…
Televizyon haberlerinde matematiksel hesaplar, ölümlerin hangi sayı ile çarpılırsa çarpılsın sıfır olacağı devlet dersleri…
Balık hafızalarımız ile unutacağımız dehşet…
Ve potansiyel terörist yerine konulan muhalif insanlar.
Yemek masamızdan, koltuğumuzdan, sıcak odamızdan bakıyoruz ekrana…
Patlayan bombanın yarattığı dehşetin krokisine…
Ölümlere alıştırılmanın bir metodu olmadı mı bu krokiler, bu sayılar?
Cinayetlere, savaşlara, felaketlere hazırladılar yıllarca ve kanıksadık artık tüm yok oluşları…
Düzeni değiştiremeyeceğimizi, vicdanın kişisel çıkarlarımız olduğunu ve en büyük erdemin körleşme olduğunu öğretmediler mi?
İsim- şehir oyunlarımızda “D” harfine geldiğimizde yazmadık mı beyaz sayfalarımıza en yüce varlık “Devlet” en sevdiğimiz hayvan “Deve Kuşu” diye?
Ekranlara bakarak “ah-vah” ederek susabilen bunca körleşen insan için vatan ne ifade etmekte, merak etmiyor muyuz?
Düşman yaratmaktan yorulmayan iktidar daha çok ölüm diyor, daha çok can; çünkü, ancak yürütebilecek Cerattepe’deki gibi rantsal kıyımlarını ve koruyabilecek kazanımlarını…
Ölen doğadır…
Çocuklar ve umutlarıdır…
Kısa vadeli karlar için uzun vadeli ölümleri daha ne kadar görmezden geleceksin “Ey İnsan!”
Ve asla unutma Brecht’in dizelerini:
Yaşıyorsan eğer, “hiçbir zaman” deme.
Yıkılır, yıkılmaz görünen.
Kalmaz hiçbir şey nasılsa öyle.
Kim “hiçbir zaman” demeyi göze alabilir?
Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu: Kendimiz.
Ve kimdir onu yıkmak zorunda olan: Biz.
Yenilen, kalk ayağa!
Bugün yenilen, yarının yenenidir…
Bayram Sarı