Küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadele eden Dr. Ömer Marda uyardı:
DÜNYA ISINIYOR ZAMAN DARALIYOR
Böyle gelmiş böyle gider deyip köklü tedbirler almazsak son şansımızı kaybederiz, diyen Madra: Demokratik yollarla devletleri zorlamalı, geleceğimizi kurtarmalıyız.
Ömer Madra ile üç yıl önce yine günlük güneşlik bir havada buluşup küresel ısınmayı konuşmuştuk. Aylardan Aralık’tı. Bu sarsıcı gerçekle bir an önce yüzleşmek ve hemen tedbir almak gerek demişti Madra. “Kıyamete 10 kaldı” diye atmıştık başlığı o yüzden. Durumun vahametine uyanan medya Madra’yı epey yormuş, peş peşe pek çok gazete kendisiyle röportaj yapmıştı. O zaten yıllardır canla başla uğraşıyordu bunun için. Yayın yönetmenliğini yaptığı Açık Radyo’da bu konuyu her daim canlı tutuyor, yazıyor, konuşuyor, yürüyor, sonuç alabilmek, geleceğimizi kurtarabilmek için -bireysel duyarlılıkların yanı sıra- mutlaka ama mutlaka devletleri, hükümetleri buna zorlamak gerektiğini hatırlatıyordu. Bunu yapmaya devam ediyor, “yeşil badana yetmez” diyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Küresel Isınma ve İklim Değişiklikleri dersi veren Madra ile gelinen noktayı, Açık Radyo ekibi olarak takip ettikleri Kopenhag zirvesini, sonuçlarını ve bundan sonrasını konuştuk.
Ocak ayının ilk haftasındayız ve İstanbul’da hava 15-20 derecelerde seyrediyor.
Yaz başı için serin sayılabilecek bir hava, değil mi? Aslında, bu espri bile soğuk kaçıyor… Avrupa’nın bazı ülkelerinde kayıtların tutulmaya başlamasından bu yana görülmüş en soğuk havalar, Çin’de 60 yıldır görülmemiş dondurucu soğuklar, Güney yarıkürede Avustralya’da kayıtlı tarihinin en sıcak 10 yılı yaşanıyor, Afrika’nın bir yanında öldürücü bir kuraklık ortalığı kasıp kavururken, Kenya’da onbinlerce insanı etkileyen seller birden başgösteriyor, Brezilya’da âni çamur deryası bir koyu, üzerindeki otelle birlikte neredeyse yutuyor…
Bütün bunlar bize neyi gösteriyor?
Bu “acayip havalar” o klişe deyimle “sokaktaki vatandaş”olarak hepimizin rahatlıkla görebileceği çok rahatsız edici bir gerçeği gösteriyor aslında: Doğa dengesinin, doğadaki su döngüsünün hızla değiştiğini ve iklimin başdöndürücü bir hızla kontrolden çıkmakta olduğunu. Bilim dünyası epey bir süredir bu “trend”leri net bir şekilde göstermekteydi zaten. Gözle görülür temel gerçekler bunlar. Görmeyen bir politikacılar, bir de medya kaldı galiba!
Sizinle 3 yıl önce bir röportaj yapmıştık star’da yayınlanan. Geri dönüşü olmayan bir uçurumun kenarındayız demiştiniz. Başlığımız “Kıyamete 10 kaldı” idi. Şimdi durum ne, 10 eksi 3 mü?
Üç yıl önceki söyleşimizde, dünyanın önde gelen iklim bilimcisi Dr. James Hansen’ın sözleriyle, “böyle gelmiş böyle gider” senaryosuna uygun davranmaya devam edersek, yani âcilen çok köklü tedbirler almazsak, yaklaşık 10 yıl içinde iklimin kontrolden çıkacağını, geri dönülmez bir noktaya girileceğini belirttiği yazılarına atıf yapıyordum. Hansen, bundan en az 22 yıl önce küresel ısınma gerçeği konusunda bütün dünyayı çok net bir dille uyaran bilim adamı. O zamandan beri bilimsel öngörülerinin tamamı hiç şaşmadan doğru çıkan biri.
TAKVİM TAHMİNLERDEN DE ÖNCE
Öngörüler doğru çıkıyor, tedbir alınmıyor, uçurumun ucundayız hala. Yani durum çok acil!
Şimdiki durumun âciliyetini göstermek için, yeniden Hansen’e dönelim. Daha geçen ay bir kitabı yayımlandı. “Torunlarımın Fırtınaları” adını taşıyor. Alt başlığı da şu: “Yaklaşan İklim Felaketi ve İnsanlığı Kurtarmak için Son Şansımıza Dair”. Yeterince açık, öyle değil mi? Kitabın ilk sayfasını açıyoruz ve ilk cümleleri okuyoruz: “Yeryüzü Gezegeni, canlılar âlemi, medeniyetin gelişip serpildiği dünya, bildiğimiz iklim kalıplarına ve istikrarlı kıyı çizgilerine sahip olan dünya, çok yakın bir gelecekte büyük tehlike altında. Durumun âciliyeti, şu son birkaç yıl içinde berraklaştı. Şimdi elimizde bu krizin açık kanıtları var artık…”
Bu kanıtlardan çıkan sonuç ne?
Bunu, hemen bir sonraki cümlede şöyle önümüze koyuyor Hansen: “Ürkütücü sonuç şu ki, Yeryüzündeki tüm fosil yakıtların (kömür, petrol, doğalgaz) kullanılmasına devam edilmesi, gezegen üzerinde yaşayan diğer milyonlarca canlı türünü tehdit etmekle kalmıyor, insanlığın kendisinin varolmaya devam etmesi de tehdit altında.” Normalde, NASA’nın uzay araştırmaları bölümünün başında olan ve üniversitede yerbilimleri enstitüsünde öğretim üyeliğini sürdüren bir bilim insanından bu kadar çarpıcı, duygu yüklü bir dil beklemeyiz normalde, değil mi? Ama, bence, durumun âciliyeti o noktada ki, böyle yazmak zorunda hissediyor kendini!
Kalan süre hakkında ne söylüyor Hansen?
O da, bir sonraki cümlede var: “Takvim, daha önceki tahminlerimizden de daha kısa…” Peki, bölgesel olarak iklim değişikliği, hava durumlarındaki günlük değişmelere oranla daha küçük olduğu halde neden böyle bir uçurumun kenarında bulunuyoruz, diye sorulabilir tabii. İşte âcil durum da iklimde “devrilme noktaları”na, eşiklere çok yaklaşmış olmamızdan kaynaklanıyor. Bu eşiklerin ötesinde öyle iklim dinamikleri meydana geliyor ki, bunlar insanoğlunun kontrolünün dışına çıkan çok hızlı değişikliklere yol açabiliyor.
Devrilme noktaları nedir, bu eşikler niye oluyor?
“Çoğaltan etkisi” yaratan geri beslemelerden oluyor. Bizim de Açık Radyo’da zaman zaman başımıza gelen bir durum bu. Bir mikrofon, hoparlöre ya da kulaklığa fazla yakın konduğunda, hoparlör mikrofonun kaydettiği en küçük sesi bile çoğaltıp yükseltiyor, sonra mikrofon bu yükseltilmiş sesi kaydediyor, sonra o yeni sesi bu sefer hoparlör kaydediyor, ve böylece çok kısa bir zaman içinde dayanılmaz bir gürültü çıkıyor ortaya…
İklime ilişkin geri beslemeler neler peki? Lütfen örnekleyin bunları.
Kuzey Kutbu’nda Kuzey Buz Denizi’nin buzlarında geri dönülmez biçimde erime ve çözülme, kutuplarda buz örtülerinin ortadan kalkması, ve Himalayalar, Alpler, And Dağları gibi yüksek dağlarda buzulların eriyip gitmesi, Sibirya tundralarında ve Kanada’da permafrost denen sürekli donmuş toprak tabakasının erimesiyle birlikte toprağın altında bulunan donmuş metan gazının açığa çıkması… Okyanusların ısınması sonucu deniz tabanındaki metan kristallerinin yüzeye ve açığa çıkması…
‘YEŞİL BADANA’YA HAYIR!
Bunca geri dönüşsüz sürecin başlamasına, somut değişikliklere rağmen hala Rus ruleti oynuyor gibiyiz.
Daha pek çok örnek veriyor bilim insanları. Özetle, bu bizim son şansımız. Kullanamazsak, bundan sonra kurtuluş yok.
Önce kime inanacağımıza karar vermemiz gerekiyor galiba; bilim insanlarına mı, siyasetçilere mi?
Bu da can alıcı sorulardan biri. Bilimin işaret ettiği bu iklim krizine aynı ölçüde katkıda bulunan bir sosyal sorundan da bahsedebiliriz. Siyasetçilerin, daha doğrusu hükümetler “yeşil badana” yapıyorlar. Yani, siyasetçilere, çevre bakanlarına, başbakanlara, cumhurbaşkanlarına falan bakıyorsunuz, söyledikleri ile icraatları arasında inanılmaz bir uçurum var. En çevreci geçinenler de dahil. Söyledikleriyle yaptıkları, vaadleriyle aldıkları tedbirler arasında muazzam bir kopukluk göze çarpıyor. Hani insanın “yalan söylüyorlar” demeye dili varmıyor, ama ortada büyük bir çarpıklık olduğu da su götürmez. Bunu, en belirgin şekilde Kopenhag’da gözlemledik mesela.
Açık Radyo’dan bir ekip olarak gitmiş, yayınlar yapmıştınız…
Birçok gönüllü programcımızla birlikte, geçen ay yapılan uluslararası iklim konferansını baştan sonra izledik. Hem BM konferans salonlarında, hem de iklim adaleti talep eden aktivistlerin arasında bulunduk ve toplamda saatlerce yayın yaptık. Sözünü ettiğim “ikiyüzlü, riyakâr” tavrı, orada boy gösteren “lider”lerin epey bir kısmında gözlemlemek mümkündü. Yani, geliyorlar, toplantı salonlarında, basın toplantılarında filan insanlık olarak ne kadar büyük bir tehdit altında olduğumuzu, bu gidişin gidiş olmadığını, kaybedecek bir saniyemiz bile olmadığını, çevremizi korumak için cansiperane bir mücadele vermemiz gerektiğini vb. anlatıyorlar. Öyle ki, avuçlarınız patlayıncaya kadar alkışlamak geliyor içinizden. “Yaşasın yahu!” diyorsunuz, “ne müthiş bir kavrayış bu… Bravo yani!”…
Ya sonra?
Tıpkı Kopenhag’da şahit olduğumuz gibi, kocaman bir fiyasko çıkıyor ortaya! İklimi gerçekten stabilize edecek, çevreyi ve doğayı koruyacak tek bir tedbir almıyorlar, ne tedbiri, parmaklarını bile kıpırdatmıyorlar…
Parmaklarını kıpırdatmıyorlar da kimi aldatıyorlar?
Herkesi ve belki kendilerini de…
TABİAT ANA BİRLEŞTİRECEK
Kopenhag zirvesi umut bağlanan bir zirveydi. 193 ülkenin devlet başkanları bir araya geldi ama dağ fare doğurdu, değil mi?
Kopenhag zirvesi, zırva birşey oldu çıktı sonunda maalesef. Adil, Kapsamlı ve Bağlayıcı bir antlaşma için yürüyor ve eylem yapıyordu onbinlerce insan, ama ortaya bomboş, anlamsız bir metin çıktı. Anlaşma bile değil, bir “uyum” (accord) dediler. Bir anlaşma değildi, hiçbir şey değildi. Büyük hayal kırıklığı. Ama öte yandan, James Hansen o kanıda değil. O, sulandırılmış bir sözümona anlaşma metni yerine, hiç resmî metin çıkmasın daha iyi diyordu. Çünkü, biraz önce konuştuğumuz gibi, bu safsatalarla, oyalamalarla kaybedecek vaktimiz yok. Nitekim, Kopenhag’da öyle de oldu.
Çıkan metin ne diyordu?
Örneğin, bu metinde en yoksul ülkelere, görecekleri zarar için 100 milyar dolar yardım yapılması öngörülüyor zengin ülkeler tarafından. 2020’ye kadar galiba… Gelgelelim, küçücük iki önşart var. Birincisi, herkes kabul ederse ancak o zaman biz de payımıza düşeni veririz diyor Başkan Obama. Bu koşullarda bütün zengin ülkelerin anlaşma yapmayacağı âşikâr. Yani, sahte bir vaad bu aslında.
Diğer ‘küçücük şart’ neydi?
Daha da kötü. Zengin, endüstrileşmiş ülkeler, atmosferi kirletmeleri ile orantılı ödeyecekler bu parayı ya. Şimdi, bu paradan ABD’nin payına galiba 27 milyar dolar düşecek. ABD Senatosundan ve Temsilciler Meclisinden böyle bir miktarın yoksullara destek olarak çıkacağını düşünmek herhalde safdillik olur. Şimdiye kadar ne zaman yapmışlar ki bunu? Ama, Hansen’in dediği gibi, kötü bir anlaşmadan daha iyi, yeğlenebilir bir durum bu. Şimdi, en büyük kirleticiler Amerika ve Çin belki adam gibi oturup bütün bu yalan dolanın ötesinde bir şey yaparlar… Ama elbette alttan gelecek demokratik zorlamalarla. Siyasi iradeyi çalıştırmanın başka yolu yok görebildiğim kadarıyla. Doğrudan eylem, aktivizm, bastırma dışında bir yol görünmüyor yani.
KİTLELER HAREKETE GEÇTİ
“Umut en son ölür”. Her şeye rağmen Kopenhag, Kopenhag sonrası için nasıl bir umut bıraktı geride?
Aktivistleri. Aktivistler müthişti mesela. 12 gün boyunca, hepsi barışçı ve şiddet dışı sayısız eyleme, tanık olduk. Açık Radyo adına hepsini izledik. Bir kısmına bireysel olarak katıldık. 100 bin kişilik bir yürüyüşün dışında, dünyanın her kesiminden ve özellikle de gençlik gruplarından olağanüstü bir hareketlilik gördük… Son derece örgütlü, kararlı, haklı bir öfkeye de sahip olan önemli bir kitlesel hareketin doğması ihtimali belirdi orada. Bundan büyük umut kaynağı bulmak zor olsa gerek…
İlk zarar gören / görecek olan ‘küçük ülkeler’in Kopenhag’daki çığlığı da dikkat çekiciydi…
İkinci umut kaynağı da buydu evet. Küresel ısınmadan dolayı bizzat topun ağzında diyebileceğimiz Tuvalu ve Maldivler gibi küçücük ada devletlerinin öncülüğünde Küçük Ada Devletleri İttifakı (AOSIS), zengin ve kudretli ülkelerin kendi aralarındaki atmosferi kirletmeyi paylaşma oyununa büyük bir cesaret örneği göstererek ayak diredi. Müthiştiler. Ayrıca, bir grup Latin Amerika devleti de hiç ödün vermeden sıkı bir mücadele örneği gösterdi. Bolivya, Ecuador, Küba, Nikaragua, Venezuela gibi ülkeler ittifakı (ALBA), gayet kararlı bir duruş sergiledi. Şimdi de Bolivya’nın yerli Başkanı Evo Morales, dünya halklarını, sosyal hareketleri, Tabiat Ana savunucularını, bilim insanlarını, hukukçuları, ve vatandaşları ile birlikte çalışmak isteyen hükümetleri Nisan sonlarında Dünya halklarının İklim Değişikliği ve Tabiat Ana’nın Hakları Dünya Konferansı’na çağırıyor.
Çok güzel bir haber! Ne yapılacak?
Amaçlar arasında doğayla uyum halinde yaşamanın garantisi için çalışma ve analizler, Tabiat Ana Hakları Evrensel Bildirisi çıkarma çalışmaları, İklim Adaleti Mahkemesi kurulması, İklim Değişikliği üzerine Halkların Dünya Referandumu yapılması da var…
KYOTO YENİLENSİN ÖTESİNE GEÇİLSİN
Küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda Kopenhag’dan önce de Kyoto Protokolü vardı ve tam hayata geçirilemeden süresinin sonuna gelindi…
Kyoto Protokolüne çok daha sağlam ve ileri yeni taahhütler eklenmesi elzem. Zaten, Bolivya’nın yerli Başkanı Morales’in çağrısı bunu da öngörüyor. Ayrıca BM bünyesindeki tüm senaryo ve anlaşmalarda (Rio Çerçeve Antlaşması, COP kararları vb. iklim borcu, iklim göçmenleri, emisyon kısıntıları, teknoloji transferi, yerli halkların durumu, ormanların durumu, karbon fiyatlandırılması ve elde ediulecek gelirlerin yüzde yüz oranında halka intikal ettirilmesi gibi konular üzerinde yeni kararların süratle alınıp, hemen uygulamaya geçilmesi gerekiyor
Atmosferi en hızlı kirleten ülkeyiz. Öte yandan Türkiye AB müzakerelerinde en zor başlıklardan biri olan çevre başlığını açtı. Ne diyorsunuz?
Türkiye’nin Kopenhag’da yaptığı gibi, kendi özel şartlarını devamlı gerekçe göstererek, salım azaltımları için hedef göstermekten kaçınan pasif ve sorumluluk almaktan kaçınan tavrını değiştirmemiz, bunun için uğraşmamız gerekir, diye düşünüyorum… Çevre başlığının açılması da, çevre korumaya doğru bir âni pratik “dönüş”ten ziyade, yeniden AB’ye yönelik bir hamlenin yenilendiği izlenimi veriyor.
BU ARTIK TEMEL BİR ADALET SORUNU
Küresel ısınma ve iklim değişikliği, dünya üzerindeki tüm canlıları ve elbette insanları da etkileyecek küresel bir sorun ama kimse üzerine alınmıyor! O yüzden belki önce şunu sormak lazım: Bu gezegen kimin ve sorun kimin sorunu?
Cevap nereden baktığınıza bağlı. Yeryüzünün gelmiş geçmiş en kârlı şirketleri olan petrol, kömür, enerji şirketlerine baktığınızda, onların yıllardır büyük bir kararlılıkla ve korkunç paralar harcayarak hem siyasetçilerin, hem medyanın hatırı sayılır bir bölümünü, ayrıca, az sayıda da olsa bazı bilim insanlarını elde ederek yürüttüğü kara propagandayla istedikleri sonucu elde ettiklerini görüyorsunuz. Bu açıdan, dünya onların! Yine yeni yayımlanan bir kitapta James Hoggan, “paranın izini sür” ilkesine uyuyor, “dedektiflik” yapıyor ve asrın örtbas etme olayını kanıtlıyor.
İzler onu nereye götürüyor?
Şirketler, örneğin sigaranın sağlığa zararı olmadığını, yan etkisi filan bulunmadığını korkunç propaganda makineleriyle yarım yüzyıl dayattılar. Küresel iklim değişikliği ya da küresel ısınma olmadığını, olan değişikliklerin ve ısınmanın da insan kaynaklı olmadığını, hatta karbon diyoksit gazının gezegenin sağlığına iyi geldiğini anlatan reklamlar, internet siteleri, sahte sivil toplum kuruluşları bile yarattılar. Dolayısıyla, kısa vadeli çıkarları adına dünyanın geleceğini tam anlamıyla “ipotek altına” aldılar. Bu açıdan dünyanın efendileri onlardır denebilir.
Bu ‘efendilik durumu’, sürekli adaletsizliklere yol açıyor. İklim sorunları da yeni adaletsizlikler doğuruyor.
Öyle. Bu dünyanın gerçek sahipleri gelecek kuşaklar, yani çocuklarımız, torunlarımız ve hatta henüz doğmamış kuşaklar. Onların mirasını yediğimizi de hepimiz biliyoruz elbette. Ama, üzerlerinde söz hakları olmadığı halde, sadece fosil yakıtlara dayalı bugünkü hayatımızı sürdürmek suretiyle, hiçbir oy ve söz hakkı tanımaksızın, onları berbat bir hayata şimdiden mahkûm etmiş oluyoruz. Bu, kuşaklararası bir adaletsizliktir. Küresel iklim değişikliğinin sonuçlarından, yani deniz seviyelerinin yükselmesinden, sellerden, yangınlardan, açlıktan, kuraklıktan vb. ağır şekilde etkilenecek olan da öncelikle yoksullar olacak elbette. Yani, bu felaketten öncelikle yoksul ülkeler ve varlıklı ülkelerin yoksul kesimleri okkanın altına gidecek. Sonuç olarak, küresel ısınmanın yeryüzünün en önemli adalet (adaletsizlik) sorunu olduğunu görmeliyiz. Bunun en temel sorun olduğunu göremezsek, çözmemiz de imkânsız olur.
YANLIŞ DAVRANANLAR OLSA DA İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ BİR GERÇEK
İngiliz İklim Araştırmaları Enstitüsü’nün küresel ısınma araştırmalarını kendi savundukları görüş doğrultusunda manipüle edip dünyada panik yaratarak araştırma fonlarının devamını sağladıkları yönünde haberler çıktı. İş “küresel ısınma yok, sahtekarlar var’a döndü! Dünya medyası da olayı ClimateGate / İklimGate olarak duyurdu. Kafalar karıştı. Nedir işin aslı?
İklimbilimcilerin bir bölümü özel şirketlerin kısa vadeli ama yoğun kâr ihtirasından kaynaklanan baskılarıyla karşı karşıya kaldı. Bunun verdiği stresle yanlış davranışlar içine girmiş olabilirler, sızdırılan maillerden böyle bir izlenim çıkarılabilir. Eğer öyleyse, böyle davrananların görevlerini bırakması (mali cezalara çarptırılması) vb düşünülebilir. Buna karşılık, bütün bunların iklim değişikliği olgusu ve bu korkunç gerçeklik ile en ufak bir ilgisi olabilir mi hiç? Daha önce de söylemeye çalıştığım gibi, özellikle 2007’den bu yana küresel ısınmanın gerçekliği konusunda hiçbir tereddüt kalmadı bilim dünyasında. Bunun yol açacağı korkunç tahribat ve önlenmesi için alınacak âcil tedbirlerin mutlak gerekliliği konularında da öyle. East Anglia Üniversitesi’ndeki bilimcilerden idareci kimliği bulundurup da bu konuda lagar davrananların idari, mali cezalara çarptırılması düşünülebilir. Ama bütün bunların iklim değişikliği ile ne ilgisi var? İnsanlığın puslu ve yağışlı bir havada korkunç bir hızla ve patlak frenlerle uçuruma doğru arabayla gitmekte olduğu ve vaktin iyice daraldığı âşikârken, Rus hacker’ların muhtemelen çokuluslu büyük enerji şirketlerinin parasıyla giriştiği bu suçu da unutup, çocuklarımızın, torunlarımızın kaderini, anormal kâr hırsıyla her türlü çarpıtmaya da giden bir avuç şirketin ellerine bırakamayız, öyle değil mi?
www.dunyalilar.org