Genellikle savaş zamanı akıllara gelen bir atasözü vardır: bir şehri kurtarmak için, onu yok etmek gerekir. Kuseyr’in kaderi tam da bu olmuştur.
Savaşa sürüklenmesinden önce, yemyeşil zeytin ve kayısı bahçeleri içinde 30 bin kişilik, gelişen bir sınır kentiydi. Şimdi, yerel yetkililer harabe halindeki kentte sadece 500 kişinin yaşadığını söylüyor.
Kuseyr’in hükümet güçlerinin eline geçmesinden beri ikinci ziyaretimizde, savaşın hemen ardından tanık olunan çılgın kutlamalardan arınmış sakin bir yer buldum.
Sokaklarda daha fazla trafik var ama neredeyse tamamı motosiklet, bisiklet, tank ve kamyonla seyahat eden askerler. Bu araçlar, askerlerin taşıdıkları yatak, TV, buzdolabı ve mobilya ile tepeleme dolu.
Biz evine dönen sadece bir aile ile karşılaştık. Bir yıl önce Kuseyr isyancıların eline geçtiği sırada kaçmışlar. Şimdi geri geldikleri yuvalarını tanınmaz halde buldular. Metal panjurlar mermi ve şarapnelle delik deşik. Duvarlar ve tavanlar da dev delikler açılmış. Ve zemin isyancıların arkada bıraktıklarıyla kaplı.
Ebu Samar etrafı eşelediğinde bir tüfek kabı, bir tabanca kılıfı, İslami eğitim notları ve oyun konsolu buluyor. Özgür Suriye Ordusu’nun Faruk Tugayları sembolleri ile kaplı gömlekler bir sandalyeye atılmış. Duvara bantlanmış halde, burada yaşayan savaşçıların kan gruplarının el yazısı ile listesi. Ebu Samar’ın eşi hızla, geride bıraktığı eşyaları buluyor. Doldurulmuş bebekler, hâlâ kutularında cam plakalar ve dolgun minderler…
“Yaşamak için buraya gelir misiniz?” diye soruyorum.
“Hayır, asla” diyor gözyaşlarını bastırmaya çalışarak.
Eşyalarıyla tepeleme dolu bir arabada hızla, her sokağındaki her evin kendilerinki kadar perişan olduğu şehrin içinden geçip gidiyorlar.
Kuseyr’deki büyük fiziksel hasardan çok daha fazla endişe verici olan, toplumun sosyal dokusunun paramparça oluşu. Issız bir sokaktaki yıkık dökük Saint Elias Kilisesi farklı inançlardan birçok Suriyelinin birlikte burada yaşamış olduğunu sembolize ediyor. Bu Hıristiyan ibadet mekanı tahrip etmekle kalınmamış, içerdeki dini sembollere de zarar verilmiş.
Kuseyr ve Suriye üzerinde savaş hatları, siyaseten ve giderek mezhebe göre çizilir. Komşu Lübnan’dan Hizbullah savaşçılarının açık biçimde Suriye askerleri ile güçlerini birleştirmesinin ardından bu mezhep hattı daha da derinleşti. Hizbullah, Kuseyr sokaklarında açıkça hareket ediyor.
Bize cesaretle yaklaşan bir adam, hareketin kendine özgü sarı ve yeşil renkli kafa bandı ve bilek şeridini giyiyor. Son savaşı hakkında soru soruyorum ona…
“Zor değildi” diye güvenle cevap veriyor. Ve Lübnanlı savaşçıların şimdi dönüşümlü olarak Suriye içine girip çıktığı iddialarını doğruluyor.
“Bu çocuk işi oldu” diye övünen bir başkası ise onun milliyetini tahmin etmemi istiyor.
Bazı Suriyeli askerlere Hizbullah’ın tartışmalı varlığı hakkında ne düşündüklerini soruyorum.
“Neden bizimle savaşmasınlar ki?” diyor biri: “Karşımızda Libya, Suudi Arabistan, Tunus, Afganistan’dan gelmiş savaşçılar var. Dünyanın yarısı Suriye’de savaşıyor.”
Kuseyr stratejik bir kavşakta küçük bir şehir ve acı bir savaşta değerli bir ödül olarak dünyanın büyük bir kısmında manşetlere taşındı. Bu kenti bir zamanlar yuva edinmiş olanlar, şu anda komşu köylerde, okullarda ve sokaklarda dağılmış halde. Bazıları sınırdan Lübnan’a kaçtı. Hâlâ son üç hafta içinde kaç kişinin öldüğü belirsiz.
Ama gördüğümüz şehrin ölmüş olduğu kesin.
Kaynak: BBC
Dünyalılar