Çevre

Mavi Dünya’da Yeşil Ekonomi

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), okyanuslar ve denizleri mercek altına alan, “Mavi Dünya’da Yeşil Ekonomi” (Gren Economy in a Blue World) adlı yeni bir rapor hazırladı. Kıyı turizmi, endüstriyel balıkçılık, ticari taşıma yapan gemiler, tarımsal atıklar ve deniz madenciliğini en önemli tehdit başlıkları olarak değerlendiren rapora göre, tek çözüm bu sulardaki ekonomik faaliyetleri sürdürülebilirlik anlayışıyla ‘yeşil ekonomiye dönüştürmek. UNEP raporunda, yenilenebilir enerji anlamında, offshore rüzgâr enerjisinin önümüzdeki yıllarda önemli bir seçenek olacağına da dikkat çekiliyor…

Neydi hepimizin bildiği o ezber? Dünya yüzeyinin dörtte üçü de­nizler ve okyanuslarla kaplı. Peki, hadi gelin bu ezbere başka ezberlerle cevap vererek söze başlayalım. Böyle de­vam edersek, 2050’ye kadar denizlerdeki bütün balık stokunun tükenmesi bekleni­yor… Denizlere petrol ve tarım kaynaklı zehirli madde sızıntısı kronik bir hal aldı… Bir yandan nüfus artarken gıda ihtiyacı­mızın yüzde 15’ini karşılayan bu sular yok oluyor… Bu listeyi uzatmak mümkün. Ancak hangi veriye ve tahlile bakarsak bakalım, somut çözüm politikaları geliştir­mek için neredeyse geç kalmak üzere ol­duğumuzu bilmek zorundayız. Bir de asıl önemlisi, çözüm için yola çıkarken, dünya üzerinde yürüyen mevcut ekonomik para­digmanın ekosistemi koruyacak mekaniz­malardan yoksun olduğunu bilmeliyiz.

İşte bunun farkında olan kurumlardan biri de kısa adı UNEP olan Birleşmiş Milletler Çevre Programı. Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çevreyle ilgili aktiviteleri ve politikaları destekleyen UNEP, geçtiğimiz günlerde yine BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Dünya Balık Merkezi ve Uluslara­rası Denizcilik Örgütü ile işbirliği içinde “Mavi Dünyada Yeşil Ekonomi” adlı bir rapor yayınladı. Raporun, tam da küresel ilgi, okyanus ekosistemindeki bozulma ve bunun balık stoklarına, turizme ve enerji kaynaklarına olan etkisine çevrilmişken yayınlanması ise anlamlı oldu.

Bir yandan hem özel hem de kamu yöne­tişiminde önemli gelişmelerin yaşandığına dikkat çeken rapor, yine de bu konuda ger­çek bir aydınlanma yaşanamadığına sık sık vurgu yapıyor. Çözümün ise okyanuslar ve denizler üzerinde yürütülen insani faaliyet­lerin, yeşil ekonomi ve sürdürülebilirlik an­layışıyla uyumlu hale getirilmesinden geçti­ğini öne sürüyor. Elbette ki sadece çevresel bir duyarlılık bunu sağlamak için yeterli de­ğil. Dolayısıyla UNEP, ekonomik, sosyal ve doğal sermayenin beraber hareket ederek, sürdürülebilir bir ekonomi anlayışı geliştir­mesi gerektiğinin altını çiziyor.

Balıkçılıkta Yeşil Teknoloji

UNEP’in raporunda en önemli başlıklar­dan birini balıkçılık ve su ürünleri oluş­turuyor. Su ürünlerinin geçtiğimiz 40 yıl içinde en hızlı büyüyen gıda sektörü olduğunu hatırlatmakta fayda var. 2009 verilerine göre kişi başına ortalama 17 ki­logram deniz ürünü tüketilirken, 450 mil­yon insan, yani dünya nüfusunun sekizde biri de geçimini bu sektörden sağlıyor. Su ürünleri sektöründe toplam yıllık üretim ise, 2008 verilerine göre 52,5 milyon ton civarında. Bunun ekonomik karşılığı ise 98,5 milyar dolara tekabül ediyor.

UNEP’in raporuna göre, balık çiftlikleri ve balık avcılığında karbon salımı giderek artıyor. Aynı rapora göre, özellikle gelişmekte olan ülkelerde güvenli gıda ve beslenmeyi sağlamak için bu alanlarda yeşil ekonomiye dönüş hayati bir öneme sahip. Su ürünlerinin denizden toplanmasından ve avlanmasından, soframıza gelene kadar yaşanan süreç boyunca her adıma bakmaya çalışan rapora göre, karbon salımı denizin ortasında başlıyor. Deniz yatağında yapılan balıkçılığın denizin orta derinliklerinde yapılandan daha fazla yakıt harcanmasına neden olduğunu hatırlatan rapor, teknelerde ya da kıyılarda kullanılan soğutma sistemlerinin, avlanan balıkların taşınma sürecinin ve balıkların işlenirken üretilen karbon emisyonlarının da giderek arttığını kaydediyor.

Rapor, genel anlamıyla su ürünleri sektörünün yeşil ekonomiyle entegrasyonu için bir dizi öneride de bulunuyor. Küçük çaplı balıkçılığın ve balık çiftliklerinin, beslenme güvenliğinde ve yoksulluğu azaltmaktaki rolünün daha iyi fark edilmesi gerektiğini kaydeden rapor, hükümetler ve bu sektörden geçinen insanlar arasında iyi bir yönetişim mekanizmasının hayata geçirilmesi gerektiğini vurguluyor. Bölgesel balıkçılık kooperatiflerinin ve ulusal balıkçılık yönetimini güçlendirmenin önemine değinen rapor, tüketici farkındalığının artırılması gerektiğini de hatırlatıyor. Tabii rapor boyunca yeşil teknoloji ve üretim sistemlerinin yaygınlaştırılmasına da özellikle önem veriliyor. Daha verimli enerji kullanan su pompalarından LED aydınlatma sistemlerine, ekosisteme daha az zarar veren ağ çeşitleri ve üretim sürecinde yenilenebilir enerji kullanımı gibi öneriler ise raporda öne çıkıyor.

Gemiler Saatli Bomba Gibi

Okyanuslar ve denizlerdeki kirliliğin en büyük müsebbiplerinden biri de hiç şüphesiz ki gemiler. Dünya çapında yaklaşık 10 bin şirkete ait yine yaklaşık 60 bin kadar ticari gemi, her gün denizler üzerinde her çeşit kargoyu taşıyor. Dünya ticaretinde taşımacılığın yüzde 90’ının gemiler tarafından yapıldığı ve ticaret hacmi büyüdükçe gemi sayısının da arttığı göz önüne alındığında, sektörün sürdürülebilirlik anlayışıyla hareket etmesinin ne kadar önemli olduğunu anlamak kolaylaşıyor. 1992 Rio Dünya Zirvesi’nden bu yana, denize karışan petrol miktarında önemli bir düşüş yaşansa da, özellikle kazalar sonucunda denize yayılan petrol hâlâ çok büyük bir sorun. UNEP’in raporuna göre esas hedef tabii ki sıfır kaza ve sıfır kirlilik. Gemiler ayrıca atmosfer kirliliğine neden olan sülfür nitrojenoksit ve parçacık madde de salıyor. Deniz taşımacılığı sektörünün karbon emisyonlarını düşürmeyi amaçlayan ve bu konuda bağlayıcı teknik ölçümler getiren uluslararası kurallarıkabuleden ilk sektör olduğunu hatırla­tan rapor, hedefin 2030 yılına kadar kar­bon emisyonlarını yüzde 25-30 civarında düşürmek olduğunu belirtiyor. Kyoto Protokolü’ne göre, uluslararası deniz ta­şımacılığı sektörü kaynaklı emisyonlar herhangi bir devlete mal edilemeyeceği için, bu alanda uygulanacak uluslararası politikalar son derece önemli. UNEP’in raporu bu bağlamda, denizde gemi yüz­düren tüm devletleri kapsayan bağlayıcı kararların alınmasını ve tüm sektörün yeni yeşil teknolojiler kullanarak, ticareti sürdürülebilir kalkınma üzerinden yürüt­meyi öneriyor.

UNEP raporunda gemilerin taşıdığı kar­golara da dikkat çekiliyor. Özellikle ya­kıtlar, kimyasal ya da sıvılaştırılmış gazlar sürekli bir tehdit. Gemilerin balast sularıy­la yerel ekosistemlerden başka sulara ya­bancı mikro organizmalar taşıdıklarına da dikkat çekilen raporda, atık su ve çöpler de diğer önemli başlıklar.

UNEP ayrıca gemilerin imal edildiği ter­sanelerin de önemine değiniyor. Raporda yeni teknolojiler kullanılarak petrol sızın­tılarını en az seviyeye indiren, yakıt hücre­si ya da ikinci nesil biyoyakıt kullanan ve düşük karbon emisyonu üreten gemilerin üretimine öncelik verilmesi de öneriler arasında yer alıyor.

Tarımsal Atıklara Dikkat!

Okyanuslar ve denizleri kirleten önem­li etmenlerden biri de endüstriyel tarım. Tarımsal arazilerde kullanılan suni güb­relerin içme ve deniz sularına karışması büyük bir tehdit. İnsanlık tıpkı karbon döngüsünün dengesini bozduğu gibi nit­rojenin de çevrimini bozmuş durumda. UNEP’in raporuna göre, son 50 yıl içinde dünya biyosferine toplamda 2 milyar ton daha reaktif nitrojen salındı. Ve senaryoya göre 2050’de bu rakam iki katına çıkacak. Çeşitli durgun sularda çözünmüş organik artıkların yol açtığı, oksijen yetmezliğiyle gelişen aşırı yosun üremesi durumu bu­nun en önemli sonuçlarından birisi.

UNEP’in raporunda bu tür kirlenme ya­şayan alanlardan biri olarak bizleri de yakından ilgilendiren Karadeniz’e de dikkat çekiliyor. Aralarında Karadeniz’in de bulunduğu, Meksika Körfezi ve Baltık Denizi gibi alanların oksijensiz denizler haline geldikleri hatırlatılarak, oksijen az­lığının yaşandığı deniz alanları ile tarımsal büyümenin, sahil ve kentsel gelişimin ya­şandığı bölgeler arasında önemli bir bağ bulunuyor. UNEP raporunda, suni gübre ve benzeri kimyasalların kullanımıyla ilgili yerel, ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte mutlaka yeni düzenlemeler yapılmasını öneriliyor. Tam da bu noktada organik tarımın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Hükümetlerin organik tarımı teşvik etme­si gerektiğini kaydeden raporda, kirliliğin yaşandığı bölgelerde tarımsal üretim kay­naklı zehirlerle ilgili emisyon ölçümlerinin yapılması gerektiğini ve bu tür maddeleri kullananların daha yüksek miktarlarda vergilendirilmesini öneriyor. Raporda ayrıca, atık üretmeyenlerin ulusal çapta teşvik edilmesi gerektiği de kaydedilir­ken, politik karar vericilerin tarımsal atık su üretenlere ve gübre endüstrisine karşı net mesajlar vermelerinin zamanı geldiği­ni belirtiyor. Yine UNEP, gıda üretiminde yeni geridönüşüm teknolojilerinin kul­lanıldığı ürün zincirleri oluşturmanın ve bunla ilgili yeni iş tanımları yapılmasının önemine de değiniyor.

Deniz Madenciliği Gelişecek

EKOIQ’nun Kasım sayısında TÜSİAD’ın Türkiye’de sürdürülebilir turizm konulu raporuna yer vermiştik. UNEP de rapo­runda, özellikle kıyı turizminin denizler ve okyanuslar için giderek bir tehdit ha­line gelmeye başladığının altını çiziyor. Kıyı turizmi, kıyıların dışında, yollar, de­miryolları, havaalanları, inşaat sektörü, büyük AVM’ler ve golf sahaları gibi yan yatırımlarıyla düşünüldüğünde toplamda çok ciddi bir sektör. Dünyada üretilen toplam karbon salımının yüzde 5’inin tu­rizm kaynaklı olduğunu düşünürsek, sek­tördeki gelişmeleri neden önemsememiz gerektiği daha kolay anlaşılıyor. Örneğin UNEP’in raporunda, -tıpkı TÜSİAD’ın ra­porunda olduğu gibi- turizm kaynaklı su talebindeki artışa dikkat çekiliyor ve bu talebin 2050’ye kadar yüzde 150 artacağı belirtiliyor. Üstelik önümüzdeki on yıl­larda etkileri daha da fazla hissedilecek iklim değişikliği de bu sektörü yakından ilgilendiriyor. Bu nedenle UNEP, mavi karbon ve sürdürülebilirlik stratejileri­ni bir arada geliştirerek biyo-kültürel bir politikanın hayata geçirilmesi gerektiğini savunuyor.

UNEP’in raporunda ayrıca, 2050’ye ka­dar katı atıkların yüzde 252 artacağı da kaydediliyor. Ekoturizmin sürekli teşvik edilmesi gerektiğini belirten rapor, yerel gelişime ve ekonomiye katkı sunabilen, yerel istihdama önem veren, enerji ve su verimliliğini kesintisiz bir biçimde sağla­yabilen, kültürel mirasları ve biyoçeşitlili­ği göz önüne alan yeşil turizm yatırımları­nın finanse ve teşvik edilmesini öneriyor.

Çoğumuz haberdar olmasak da okyanus ve denizler, madencilik sektörünün de giderek gözde alanlarından biri halini alı­yor. Okyanus tabanındaki derin deniz mi­neralleri üzerinde yıllardır çalışılıyor. Öyle ki bu derin suların tabanı, deniz mineral­leri, manganez kapsül ve kabukları, bakır, nikel, kobalt ve molibden gibi madenlere ait tüketimi karşılayabilecek önemli bir potansiyele sahip.

Ancak UNEP raporunda bu tür madenci­lik için çevresel engellere dikkat çekiliyor. Deniz madenciliği, karasal madencilik­te de görüldüğü gibi çevre yönetimine önem verilmediğinde, ekosisteme ve ma­denciliğin yapıldığı bölgelerdeki yerel toplulukların hayatlarına büyük zararlar verebiliyor. UNEP raporunda derin deniz madenciliğinin birçok bilinmeyenle dolu yeni bir endüstri olduğu da hatırlatılarak, metallerle ilgili işlemlerin yüksek derece­de kirletici olabileceği kaydediliyor. Ma­dencilikte kullanılan çıkış borularının ve vinçlerin okyanusa kimyasallar, çökeltiler ve bir takım başka metallerin bulaşmasına neden olabileceği, toksik atıkların ortaya çıkabileceği ve biyo-çeşitliliğe zarar verme olasılığı bulunduğu belirtiliyor. UNEP ra­porunda deniz madenciliğinin karasal ma­dencilikten çıkaracağı birçok ders olduğu da kaydediliyor. Raporda bu iki endüstri­nin fiziksel habitat yıkımını önlemek için alınacak önlemler konusunda işbirliği yapmaları öneriliyor.

Raporda deniz madenciliğinin ekoloji açı­sından çeşitli fırsatlara da sahip olduğu özellikle vurgulanıyor. Daha az atık, ye­niden kullanılabilir altyapı sistemlerinin daha fazla oluşu, daha az seragazı üretimi ve kazı yerinin daha kolay iyileştirilmesi gibi nedenlerden dolayı, deniz madencili­ğinin karadaki benzer faaliyetlerden daha az etkiye sahip olduğu da belirtiliyor.

İlginçtir, raporun sonuç bölümündeyse, yine EKOIQ’nun Kasım sayısında tartış­maya açtığımız ‘Doğaya Değer Biçilebilir mi?” sorusu konu ediliyor. UNEP, ekosis­teme fiyat biçilmesinin kıyı ve deniz çevre­sinin korunmasını kolaylaştıracağını savu­nuyor. Yine sonuç bölümünde okyanuslar ve denizleri tehditedensorunları çözmek ve ülkelerin deniz ekonomilerini yeşil hale getirmek için, ekonomik ya da çevresel fe­laketlere karşı sürdürülebilir politikaların özel ve kamu sektörünün işbirliği içinde oluşturulması da öneriliyor.

Rüzgâr, Gelgit ve Yosun…

Denizler yenilenebilir enerji kaynakları sağlaması açısından da önemli potansiyellere sahip. Dalga, rüzgâr, gelgit, okyanus akıntıları, okyanus termal enerji dönüşümü ve biyokütle yosunu bunlardan bazıları. Dünyanın aldığı güneş ışığının yüzde 70’ine muhatap olan denizler, dünya rüzgâr potansiyelinin de yüzde 90’una sahip. Tüm bu nedenlerle, UNEP’in raporunda yenilenebilir enerji kaynağı olarak denizlerin hızla gelişen bir alan olduğuna dikkat çekiliyor. Bu kaynaklar arasında en çok dikkat çeken ise giderek sayıları artan offshore (denizüstü) rüzgâr türbinleri.

Rapora göre, offshore kaynaklı teknolojiye yönelik yatırımların gelecek yıllarda hızla artması bekleniyor. Yine raporda, offshore türbinlerin karadaki rüzgâr enerjisiyle kıyaslandığında daha fazla sermaye yoğun bir yatırım ve yüzde 20 daha maliyetli olduğu ancak hem sahip olduğu alan genişliği hem de yükleme merkezlerine ve kentlere olan yakınlığıyla aktarma kayıplarını minimuma indirme özelliğiyle, karadaki rüzgâr tarlalarıyla kıyaslandığında, daha verimli olduğu kaydediliyor. Raporda bu tarz rüzgâr tarlaları kurarken, kuşlar, kaplumbağalar ve balinaların göç yollarını bozmamaya, deniz yatağını tahrip etmemeye dikkat edilmesi gerektiği de kaydediliyor.

Okyanusların sağladığı bir diğer enerji kaynağı da gelgitler. Gelgit enerjisi bazı ülkelerde bölgelerin coğrafi avantajları nedeniyle büyük ölçekli bir opsiyon olarakkabulediliyor. Ancak raporda mevcut rekabet ortamında fosil yakıtlarla kıyaslandığında hâlâ maliyet açısından çok pahalı olduğuna dikkat çekiliyor. Raporda yosuna dayanan biyoyakıtların geleceği için de “hâlâ belirsiz” ifadesi kullanılıyor.

Türkiye, Mavi Karbon Zenginiymiş!

Mavi karbon deniz çayırları, gelgit bölgelerindeki tuzlu bataklıklarda veya mangrov ormanları gibi kıyı ekosistemlerinde tutulan ve depolanan karbonu temsil ediyor. Bu ekosistemler atmosferdeki karbondioksiti tutup biriktirme görevini üstleniyor. Biyo-çeşitliliğe destek olan mavi karbon, besin zincirinin ve su kalitesinin korunmasında da önemli bir rol oynuyor. Dolayısıyla mavi karbon, kıyı ve deniz turizminin sürdürülebilirliği açısından da son derece önemli ve bu nedenle UNEP raporunda da sık sık bahsediliyor.

Bu arada, mavi karbon açısından zengin bir potansiyele sahip ülkelerden birinin de Türkiye olduğu ortaya çıktı. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) uygulayıcı ortağı olduğu “Türkiye’nin Deniz ve Kıyı Koruma Alanları Sisteminin Güçlendirilmesi” adlı projedeki verilere göre, Türkiye’nin deniz koruma alanlarının sahip olduğu yıllık mavi karbon değeri, yaklaşık 11,5 milyon ABD Doları’nı buluyor.

Kaynak  : www.ekoiq.com

www.dunyalilar.org

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu